Birinci Dünya Savaşı bitmiş. 400 yıl boyunca Asya, Afrika ve Avrupa’da hükmetmiş Osmanlı İmparatorluğu yıkılmıştı.

Osmanlı Devleti’nin yenilgisini belirleyen Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 7’nci maddesine göre, İtilaf devletleri güvenliklerini tehdit eden bir durumu bahane ederek istedikleri bölgeleri işgal edebileceklerdi.
.
Ve nihayet antlaşmanın hemen ardından işgaller başladı.
.
Boğazlar İngilizlerin kontrolüne geçti. İngilizler;
Çanakkale, Musul, Batum, Antep, Konya, Maraş, Samsun, Bilecik, Merzifon, Urla ve Kars’ı işgal ettiler.
İstanbul’un işgali yine İngilizler tarafından 13 Kasım 1918’den 6 Ekim 1923’e kadar 5 yıl sürdü.
.
Fransızlar; Trakya’daki demiryolunun önemli istasyonlarını, Dörtyol, Mersin, Adana ve Afyon istasyonunu işgal ettiler.
İngilizler tarafından işgal edilen, Güney Doğu’daki bazı iller daha sonradan Fransızlara terk edildi.
Musul’daki petrol kaynakları için Fransa ile 15 Eylül 1919’da imzalanan Suriye İtilafnamesi ile
Musul İngilizlere,
Maraş, Antep ve Urfa civarı Fransızlara bırakıldı.
Fransızlar 10 Nisan 1920’ye kadar işgali sürdürdü.
.
İtalyanlar;
Antalya, Kuşadası, Bodrum, Fethiye ve Marmaris’i işgal ettiler.
Konya ve Akşehir’e de asker yolladılar.
İtalyan işgali 28 Mart 1919’dan 5 Temmuz 1921 tarihine kadar 2.5 yıl sürdü.
Mondros Mütarekesi’nin Doğu Anadolu’da 6 vilayetin Ermenilere bırakılacağına ilişkin maddesi Ermenileri harekete geçirdi.
Ermeniler kurdukları alaylarla Doğu Anadolu’da yayılmaya ve bölgedeki Türklere zulüm ve baskı yapmaya başladılar.
Kozan, Osmaniye, Mersin ve Adana’ya Fransızlarla birlikte Ermeni çetecileri de geldi.
.
Yunanlılar;
Kendilerine vaat edilen Ege Bölgesi’ni ele geçirmek üzere, İngiliz, Amerikan ve Fransız savaş gemilerinin koruması altında, 15 Mayıs 1919’da İzmir’e girdiler.
Daha sonra Yunanlılar 3 koldan Ege Bölgesi’ni işgal ettiler.
Yunan işgali 15 Mayıs 1919’dan 9 Eylül 1922’ye kadar üç yıl sürdü.
.
Tüm bu işgallere karşı ilk silahlı direniş Güneydoğu Anadolu’da Fransızlara karşı başladı.
İlk Kuvay-ı Milliye hareketi Batı Anadolu’da Yunanlılara karşı ortaya çıktı.
Yunan birliklerinin İzmir’i işgal etmesi ve Anadolu içlerine ilerlemeye başlaması Kuvay-ı Milliye’nin doğuşunu ve Milli Mücadele’nin yani Kurtuluş Savaşı’nın başlamasını sağladı.
.
Sonuçta Türk milleti küllerinden yeniden doğdu.
Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Ulusça yeniden özgürdük!
Fakat yeni bir sisteme ihtiyaç duyuyorduk. Modernleşme hedefimiz doğrultusunda Cumhuriyeti seçtik…
.
Atatürk, “Nutuk” kitabında şöyle anlatıyor:
“…28 Teşrinievvel (28 Ekim) günü geç vakitte, toplantı halinde bulunan Fırka İdare Heyeti tarafından davet olundum. Fırka İdare Heyeti Reisi Fethi Bey idi. Fethi Bey Fırka namına İdare Heyetince bir aday listesi tertip olduğundan ve bu hususta Fırka Umumi Reisi olduğum için benim de görüşümün alınması uygun görüldüğünden, toplantılarına davet ettiklerini bildirdi.”
.
“Tertip olunan listeye göz gezdirdim. Bence uygun olduğunu ve fakat bu listede isimleri mevcut olan zevatın da fikir ve rızasını almak lazım geldiğini ifade ettim. Bu teklifim münasip görüldü. Mesela, Hariciye Vekâleti için ismi söz konusu edilen Yusuf Kemal Bey’i davet ettik. Yusuf Kemal Bey, bu listeye dahil olmayacağını bildirdi. Bundan ve buna benzer bazı vaziyetlerden anladım ki, Fırka İdare Heyeti dahi kabule değer ve kati bir aday listesi tertip edememektedir.”
.
“İdare Heyeti üyelerine, icap edenlerle daha ziyade fikir alışverişinde bulunarak kati bir liste tespit etmelerini tavsiye ettikten sonra yanlarından ayrıldım. Gece olmuştu. Çankaya’ya gitmek üzere Meclis binasını terk ederken, koridorlarda beni beklemekte olan Kemalettin Sami ve Halit Paşalara tesadüf ettim. Ali Fuat Paşa Ankara’dan hareket ederken bunların Ankara’ya vardıklarını o günkü gazetede bir uğurlama ve bir karşılaman başlığı altında okumuştum. Henüz kendileriyle görüşmemiştim. Benimle görüşmek için geç vakte kadar orada beklediklerini anlayınca, akşam yemeğine gelmelerini Müdafaai Milliye Vekili Kazım Paşa vasıtasıyla tebliğ ettim.”
.
“İsmet Paşa ile Kazım Paşa’ya ve Fethi Bey’e de Çankaya’ya benimle beraber gelmelerini söyledim. Çankaya’ya gittiğim zaman, orada beni görmek üzere gelmiş Rize Mebusu Fuat, Afyonkarahisar Mebusu Ruşen Eşref Beylere tesadüf ettim. Onları da yemeğe alıkoydum.”
.
“Yemek esnasında, ‘Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz!’ dedim. Hazır bulunan arkadaşlar, derhal fikrime iştirak ettiler. Yemeği terk ettik. O dakikadan itibaren, hareket şekli hakkında kısa bir program tespit ettim ve arkadaşları vazifelendirdim.”
.
“Tespit ettiğim program ve verdiğim talimatın tatbikatını göreceksiniz! Efendiler, görüyorsunuz ki, cumhuriyet ilanına karar vermek için Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı davete ve onlarla müzakere ve münakaşaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim. Çünkü onların zaten ve tabiaten benimle bu hususta hemfikir olduklarına şüphe etmiyordum. Hâlbuki o esnada Ankara’da bulunmayan bazı zevat, salahiyetleri olmadığı halde, kendilerine haber verilmeden ve fikir ve rızaları alınmadan cumhuriyetin ilan edilmiş olmasını gücenme ve ayrılma vesilesi saydılar…”
.
“O gece birlikte bulunduğumuz arkadaşlar erkenden beni terk ettiler. Yalnız İsmet Paşa Çankaya'da misafir idi. Onunla yalnız kaldıktan sonra, bir kanun tasarısı müsveddesi hazırladık. Bu müsveddede 20 Kânunusani (20 Ocak) 1921 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun devlet şeklini tespit eden maddelerini şu suretle değiştirmiştim: Birinci maddenin nihayetine ‘Türkiye Devleti'nin hükümet şekli Cumhuriyettir’ cümlesini ilave ettim. Üçüncü maddeyi şu yolda değiştirdim: ‘Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur. Meclis, hükümetin bölündüğü idare şubelerini İcra Vekilleri vasıtasıyla idare eder.”
.
Artık, mevcut rejimin isminin de bütün açıklığı ile konulması, yeni devletin başkanının seçilmesi gerekiyordu.
O güne kadar Devlet Başkanlığı görevi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak Atatürk tarafından yürütülmüştü.
Diğer taraftan bazı yabancı ülkeler de Lozan Antlaşması’nı onay için Türkiye’deki yeni devlet rejiminin daha açık şekilde belirlenmesini istiyorlardı.
Bu sıralarda, 27 Ekim 1923’te İcra Vekilleri Heyeti’nin istifası ve Meclis’in güvenini kazanacak bir kabine listesinin oluşturulamaması da bu soruna ivedi bir çözüm gerektirdi.
.
Mecliste 29 Ekim 1923 sabahı toplanan Halk Fırkası Grubu kabine değişikliği için görüşmelere başladı.
Görüşmelerin çıkmaza girmesi üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın meselenin halli için görevlendirilmesine karar verildi.
Çözüm için bir saat izin isteyen Mustafa Kemal, bir saat sonra kürsüye çıkarak “Yönetim biçiminin Cumhuriyet olması halinde hükûmet bunalımlarının yaşanmayacağının, bunun için rejimin Cumhuriyet olarak tescil edilmesi ve yönetim biçiminin buna göre düzenlenmesi gerektiğini” ifade etti ve anayasa değişikliği teklifini sundu.
Fırka toplantısında yapılan konuşmaların ardından teklifin önce bütünü, sonra ayrı ayrı maddeleri okunarak kabul edildi.
.
Halk Fırkası Grubunun toplantısından hemen sonra meclis toplantısı açıldı.
Meclis başka konularla meşgul okurken, teklif edilen kanun tasarısı Kanun-ı Esasî Encümeni tarafından usulen incelenip tutanağı hazırlandı.
Kanun, birçok konuşmacının “Yaşasın Cumhuriyet!” sesleriyle alkışlanan konuşmalarıyla kabul edildi.
Ardından cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. 158 üyenin oybirliği ile Ankara Milletvekili Gazi Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı seçildi.
.
“Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir” kuralı, artık devlet yönetiminde, en belirgin şekliyle yerini alıyor; demokrasiye giden yol daha aydınlık olarak çiziliyordu.
.
Atatürk, cumhuriyeti ilân ederken demokrasinin bütün kurallarının zamanı geldikçe uygulanması görüşünde idi.
Türk milletinin, siyasal haklarını dilediği gibi kullanması, memlekette çoğulcu demokrasinin işlerlik kazanması, onun baş amacı idi.
Nitekim çok partili döneme geçme ile ilgili Atatürk döneminde yapılan iki büyük deneme, bu hususu göstermektedir.
.
Ancak çağdaşlaşmayı amaçlayan büyük devrimlerin yapıldığı bu dönemde, muhalefet partileri iyi niyetlerine rağmen kendilerine katılan gerici çevrelerin, Cumhuriyet rejimini devirmek isteyen fırsatçıların da gizli faaliyet odakları haline geldi.
.
Bu suretle şartların henüz müsait olmadığı bir dönemde, çok partili rejim, ister istemez bir süre daha ileriye bırakıldı.
.
Bu bakımdan Atatürk dönemini ve bu döneme egemen olan tek parti rejimini;
“Türkiye’yi çoğulcu demokrasiye ulaştırma yolunda gelecek için engelleri ortadan kaldırmayı amaçlayan, bu nedenle halkın siyasal ve sosyal eğitime önem veren bir zaman aralığı olarak yorumlamak gerekir.”