Hamit Abi ve arkadaşları bir kafeye gider ve otururlar. Diğer masada da bir kadınla oturan, adam vardır.
Kadınla birlikte oturan adam birden kalkar ve karşı masadaki adama “Alooo kardeşim, sen benim karıya mı baktın?” diye diklenir.
Diğer adam “Yok hayır” falan der ama adam bunu yaka-paça dışarı çıkarır.
Dışardan patırtı kütürtü sesleri gelir.
Kadınla birlikte olan adam içeri girer ve “Bruce Lee’nin Kençova taktiğini kullanıp dövdüm!” der.
Sonra birine daha aynı bahane ile çıkışır ve onu da dışarı çağırıp güzelce döver.
İçeri gelip; “Tokio Okaşiva’nın taktiğini kullanıp dövdüm!” der.
Sonra da bizim taksici Hamit Abi’ye laf atar: “Benim karıya mı baktın lan sen?”
Hamit Abi cevaplar:
“Evaat, n’olmuş?”
Adam: “Gelsene sen dışarı benle…”
Hamit Abi: “Tamam çıkalım!”
İkisi de dışarı çıkar ve yine pata-küte sesler duyulur.
Bu kez Hamit Abi içeri girer ve şunu söyler: “Mitsubishi’nin Krikosu ile dövdüm!”
***
BU KİM?
Köylüler, kahvedeki televizyondan Ecevit'i izliyorlarmış.
Recai hemen atlamış: “Biz Ecevit ile çok kankayızdır, tanır beni…”
Köylüler inanmamış tabii.
Recai, çok ısrar edince, bir heyet toplayıp Ankara’ya gitmişler.
Ecevit gerçekten de Recai’yi tanıyormuş.
Heyet komple ambele bir şekilde köye dönmüş.
Daha sonraki bir gün ise TV’ye Clinton çıkmış.
Recai yine: “Bu Clinton da beni tanır, aramızdan su sızmaz…” deyince köylüleri bu hikâyeye önce inanmamış ama Recai yine çok ısrar edince, kendilerini ABD’de bulmuşlar.
Miting öncesi Recai, Clinton’ın yanına gitmeden önce köylülere, “Siz burada bekleyin, ben birazdan kankamla gelicem!” demiş.
Köylüler başlamış beklemeye.
Ve bir anda ortalık alkışlara, bağrışmalara bürünmüş.
Bir de bakmışlar, Clinton ile Recai cidden el ele kol kola balkonda sohbet ediyorlar.
O sırada iki Amerikalı da kendi aralarında konuşuyor: “Yahu şu bizim Recai de yanındaki adam kim acaba?”
***
ÖDEYİVER
Anne ile fıstık gibi kızı bir tuhafiyeye giderler.
Birkaç ürün aldıktan sonra hesabı ödemek için kasaya giderler.
Kasadaki adam kızdan çok hoşlanır ve “Borcumuz ne kadar” diyen kıza ağzı sulanarak, “İki öpücük” der.
Kız annesine döner;
“Anne bir zahmet borcumuzu ödeyiver…”
***
REÇETE
Genç bir bayan annesiyle birlikte doktora gitmiş ve hastalık belirtilerini anlatmış. Doktorgenç kadına bakarak, “Soyunun da bir bakalım!” demiş.
Genç kadın: “Hasta olan ben değilim, annem” deyince doktor elindeki reçeteyi anneye uzatarak, “Ha öylemi o halde şu ilaçları kullansın geçer…” demiş.
***
TİCARET!
Roma’da dünyaca ünlü San Pietro Kilisesi'nde büyük bir pazar ayini...
Görkemli bir dinsel tören.
Papa bile katılıyor.
Koskoca meydan mahşer yeri gibi...
Kilisenin içi de dışı da tıklım tıklım…
Bu arada kilise kapısında iki adam özellikle dikkati çekiyor...
İkisinin de boynunda kocaman birer levha asılı…
Birinde, “Ben koyu bir Hristiyan’ım, Lütfen bana yardım ediniz” yazılı.
Ötekinde ise sadece, “Ben koyu bir Yahudi’yim…” yazıyor.
Tabii ki kiliseden çıkanlar Hıristiyan olduğunu ifade eden adama yanaşıyorlar ve ellerini ceplerine atıp cömertçe bir şeyler veriyorlar.
Yahudi olduğunu ifade eden adamda ise siftah yok.
Bu arada kiliseden çıkan iyi niyetli biri “Yahudi’yim” yazısı taşıyana sokuluyor. “Bana bak kardeşim” diyor, “Dürüstlük iyi bir şey, ama binlerce Hıristiyan Kiliseden çıkarken, senin Yahudi olduğunu böyle aleni olarak ifade etmen kanımca hiç de akıllıca bir hareket değil. Bak kimse sana para da vermiyor zaten. Bence çıkar o yazıyı boynundan sen de şu Hıristiyan gibi...” deyince, boynunda “Yahudi’yim” yazılı adam “Hristiyan’ım” yazılı olana dönüp sesleniyor:
-“Heey ! Salamon ! Herife bak bre ! Gelmiş bize ticaret öğretiyor…”
***
PATATESLER
Hans Müller, Orta Afrika’da avlanırken yamyamların eline düşmüş.
Götürüp kabile çadırlarının ortasındaki kazana atmışlar.
İçine biraz sebze, patates ve ot koyup, yavaş ateşte pişirmeye başlamışlar.
Başına da genç bir yamyamı dikmişler.
Yamyam aşçı yamağı elindeki kepçeyle ikide bir “tak” diye Hans’ın kafasına vurup duruyormuş.
Bu durumu gören kabile reisi çadırından bağırmış:
-“Oğlum sen deli misin? Yazık değil mi adama! Ne diye kepçeyi kafasına vurup duruyorsun?”
Genç yamyam, kepçeyi kafaya patlatırken cevap vermiş:
-“Ne yapayım efendim! Bu açgözlü herif kazandaki bütün patatesleri yiyip bitirecek!”
***
TAŞ
Ölüm döşeğindeki adam, yeğenini yanına çağırdı:
-“Senden başka kimsem yok... Beş milyon liram yastığın altında duruyor. O parayı alır görkemli bir taş yaptırır, üstüne adımı yazdırırsın. Ara sıra da ziyaretime gelirsin…”
Adam ölünce yeğeni kendisine bir pırlanta yüzük alarak parmağına takmış.
“Ölünün vasiyeti böyle mi yerine getirilir?” diyenlere şu karşılığı veriyormuş:
-“Taş al’ dedi, en pahalısından aldım. ‘Üstüne adımı yaz’ dedi, yazdırdım... Değerli mezar taşı yaptırsam çalınırdı. Ne yani taşın yanına bir de bekçi mi oturtalım? Taş parmağımda olursa, amcamı her gün anarım. Mezarlıkta olursa, yılda bir ya giderim ya gidemem...”
***
İNSAF ET!
Yoksul Bektaşi yakındaki hamama gider, yıkanıp çıkar, parası olmadığı için de yıkanırken bir eşyasının çalınmış olduğunu söylermiş.
Bu yüzden hamamcıyla çekişir, para vermeden çıkar gidermiş. Bir gün hamamcı:
-“Baba”, demiş, “…istediğin zaman gel yıkan. Para da verme. Ama bir şeyinin çalındığını söyleme. Müşteriler bu sözüne inanabilirler.”
Bektaşi “Eyvallah” deyip gitmiş…
Zaman zaman gelip yıkanmaya devam etmiş.
Bir gün hamamcı, Bektaşi’nin bohçasında bir tek donunu bıraktırmış, onun dışındaki çamaşırlarını saklatmış.
Bektaşi hamamdan çıkınca donunu giymiş, sonra hamamcının karşısına geçip durmuş:
-“Söz verdim. Bir şeyim çalındı demeyeceğim. Ama sen de insaf et. Ben hamama bu kılıkta mı geldim?”
***
DÖVER
İki afacan kavga ediyorlarmış.
Birinin sonunda kafası kızarak, ötekine:
-“Hıh”, demiş, “Benim babam senin babanı döver!”
-“Tabi döver. Babamı annem bile dövüyor zaten...”
***
KÜLAH
Olay Osmanlı döneminde geçiyor...
Adamın biri sıkışmış, borçlarını ödeyemiyor. Ne yapacağını şaşırmış...
Bazı ahbapları çareler önermişler:
-“Ayasofya'nın top kandili altında kırk sabah namaz kılarsan borcundan kurtulursun” demişler.
O da ertesi sabah Ayasofya’ya koşmuş... Otuz dokuz sabah, hiç aksatmadan namazını kılmış...
Kırkıncı sabah da, daha ortalık karanlık vaziyette Ayasofya’ya doğru yürürken, karşıdan gelen biriyle çarpışmış ve başındaki külahı düşmüş.
Karanlıkta eğilip almış, Ayasofya’nın top kandilinin altına gidip namazını karanlıkta kılmış.
Namazı bitince oturup Tanrı’nm kendisini borçlardan kurtarmasını beklemeye başlamış.
Camiden çıkanlar yanına uğrar, para bırakır giderlermiş.
Önünde epeyce para toplanmış.
Bu esnada caminin başkayyumu yanına gelmiş:
-“Kardeşim”, demiş, “…paraları al da git. Allah imanını kabul etsin. Yalnız, sünnet olmadan önce başlığını değiştir. Müslümanların giydiği kavukla sarıktan al...”
Bu sözlerden bir şey anlamayan adam, elini başına götürmüş.
Bir de bakmış, başında bir papaz külahı...
Yolda çarpıştığı Papazın külahını giymiş meğerse…
Camiden çıkanlar da Papazın, Müslüman olup namaz kıldığını zannetmişler ve o sebeple keselerine davranıp “Sünnet akçesi” vermişler.
Bizim ki ellerine göğe kaldırarak:
-“Tanrım”, demiş, “…buna da şükür... Veriyorsun, veriyorsun ama adamın başına papaz külahını da giydiriyorsun!...”
***
PERŞEMBE!
Müteahhidin biri, Bakırköy Akıl Hastanesi’nde bir yakınını ziyarete gitmiş.
Bahçede ilerlerken bakmış işçinin biri duvar örüyor, fakat alelade bir duvar değil... Fevkalade güzel örüyor...
Yanına yaklaşmış:
-“Kaç yıllık duvar ustasısınız?
-“Ben hastayım”, demiş adam, “duvar örmeyi burada öğrendim...”
-“Ya öyle mi?”
-“Evet hastayım... Ama önümüzdeki hafta taburcu oluyorum...”
Müteahhit çok sevinmiş bu habere...
Cebinden kartını çıkartmış uzatmış.
Eğer isterse kendisine gayet iyi ücretle duvar işi vereceğini söylemiş.
Hasta da memnuniyetle kabul etmiş bu öneriyi...
Bir hafta sonraki perşembe günü için randevulaşmışlar.
Müteahhit, hastanın elini sıkmış.
Ve arkasını dönmüş tam uzaklaşırken kafasına “Gümmm” diye bir şey inmiş...
Müteahhit bir an öyle kalakalmış.
Sonra güçlükle kendine gelmiş.
Kafasının acısını gidermek için ovalarken farketmiş ki, biraz önce konuştuğu hasta, kafasına bir tuğla fırlatmış...
Ona doğru dönmüş ve sormuş:
-“Bunu neden yaptın?”
Hasta, duvarın üstünden müteahhide el sallayarak bağırmış:
-“Perşembeyi unutma...”