Bugün Öğretmenler Günü. Okul hayatımda bana emeği geçen öğretmenlerimin ve mesleğini layığı ile yapan tüm değerli öğretmenlerin Öğretmenler gününü kutluyorum…

Mustafa Kemal Atatürk öğretmenlere hitaben yaptığı bir konuşmada toplumu şekillendirme adına öğretmenlere nasıl önemli bir görev düştüğünü şu sözlerle açıklanmıştır:
“Arkadaşlar, yeni Türkiye’nin birkaç yıla sığdırdığı askerlik, siyaset ve yönetim alanlarındaki devrimler sizin; sayın öğretmenler, sizin toplumda ve düşünce yaşamınızda yapacağınız devrimlerdeki başarınızla gerçekleşecektir. Hiçbir zaman unutmayın ki, Cumhuriyet sizden ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ nesiller ister.”
Böylesine mühim bir görevi olan öğretmenlere toplumsal açıdan çok önemli görevler düşmektedir.
.
24 Kasım 1928 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Millet Mektepleri’nin Başöğretmenliği”ni kabul etmiştir.
Bakanlar Kurulunun, 11 Kasım 1928’de yaptığı toplantıda bu unvanı kendisine vermiş ve bu unvan, 24 Kasım’da Millet Mektepleri Talimatnamesi’nin yayımlanması ile resmileşti.
.
26 Şubat 1981’de Resmi Gazete’de yayınlanan “Öğretmenler Günü Kutlama Yönetmeliği” ile Öğretmenler Günü’nün amaçları, kutlama komitelerinin görev, yetki ve sorumlulukları ve kutlama gününe ilişkin esaslar belirlendi.
.
Atatürk’ün şu sözleri hiç eksik olmadı gündemimizden:
“Ey muallimler! Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır!”
 
***
SEVGİ BAŞKA
Bir profesör, sosyoloji sınıfındaki öğrencilerini Baltimore şehrinin kenar mahallelerine göndermiş ve o bölgede yasayan 200 erkek çocuğunun durumlarını araştırmalarını ve her bir çocuğun geleceği hakkında bir değerlendirme yapmalarını istemişti.
.
Öğrenciler hemen hepsi bu çocukların gelecekte hiçbir şanslarının olmadığını dile getirmişlerdi.
Bundan tam yirmi beş yıl sonra bir başka sosyoloji profesörü tesadüfen bu çalışmayı buldu ve öğrencilerinden bu projeyi sürdürmelerini ve aynı çocuklara ne olduğunu araştırmalarını istedi.
Öğrenciler, o bölgeden taşınan ya da ölen 20 çocuk dışındaki 180 çocuktan 176'sinin olağanüstü bir başarı gösterip, avukat, doktor ya da işadamı olduklarını ortaya çıkardılar.
.
Profesör çok etkilenmişti ve bu konuyu izlemeye karar verdi.
Birer yetişkin olan o çocukların hepsi o bölgede yasadıkları için, her biriyle buluşma sansı oldu.
“O koşullarda nasıl bu kadar başarılı oldunuz?” sorusuna verdikleri cevap hep aynıydı:
“Mahalle okulunda bir öğretmenimiz vardı. Onun sayesinde.”
Profesör, bu öğretmeni çok merak etmişti.
Hala hayatta olduğunu öğrendiği yaşlı öğretmenin izini bulması zor olmadı.
Kendisini ziyaret etmek için evine kadar gitti.
Karşısında yılların yüzüne eklediği kırışıklıklara rağmen hala dinç duran bir yaşlı kadın buldu.
Merakla yaşlı kadına bu çocukları kenar mahallelerden kurtarıp, başarılı birer yetişkin olmalarını sağlamak için kullandığı sihirli formülün ne olduğunu sordu.
Yaşlı öğretmenin gözleri parladı ve dudaklarının kenarında bir gülümseme belirdi:
“Çok basit” dedi,
“Ben o çocukları çok sevdim.”
 
***
AZİM
Emekli olduğum o günden beri her eylül ve her “Öğretmenler Günü” hüzün veriyor bana.
Okulların açıldığı ya da açılacağı ile ilgili bir şey duymak istemem.
Ben olmayacağım artık okulda, sınıfta.
Çocuk sesleri çınlamayacak kulaklarımda. 24 Kasımda da hiç kalkmak istemem yatağımdan.
Benim günümü kutlamak için şiir okuyacak öğrencilerim yok artık.
.
İşte böyle hüzün dolu bir kasım sabahı istemeyerek kalktım yatağımdan.
Sanki kalkmamı bekliyormuş telefon.
Durmadan çalmaya başladı.
Kimler aramadı ki…
Annem, kardeşlerim, yeğenlerim.
En önemlisi öğrencilerim.
Kimi bir meslek sahibi, evli; kimisi üniversite öğrencisi.
Kimi baba ya da anne.
Hepsinin ortak hitap şekli ‘ÖĞRETMENİM’.
Öyle mutlu etti ki bu telefon görüşmeleri beni, ağladım.
Güzel dileklerle kutladılar günümü.
‘İşte en güzel hediye bu, hatırlanmak’ derken telefonum yeniden çaldı.
Sıcacık bir ses ‘Öğretmenim’ dedi.
Öyle tanıdık ve öyle candan geliyordu ki ses, durdum tanımaya çalıştım ama ben tanıyamadan ses kendini tanıttı: ‘Öğretmenim ben Gülay, hani…’ cümlenin devamını dinleyemedim bile; yıllar öncesi canlandı gözlerimin önünde.
.
Küçük bir kasaba, sırtını çam ağaçlarıyla dolu bir tepeye dayamış.
Tepenin eteğinde eski, dökük bir okul.
Okulun bahçesinde koşuşan öğrenciler.
İşte siyah önlüklü o öğrenciler arasında şu örgülü saçlı, hep aynı köşede duran kız öğrenci ‘Gülay’.
.
Esmer, ufak tefek ama oldukça zeki bir öğrenciydi.
Sessiz, vakar duruşlu, sorulmadan cevap vermeyen Gülay okumaya çok hevesliydi.
Ödevlerini özenle yapar, derslerine düzenli olarak hazırlanıp gelirdi okula.
Ailesi zor günler yaşıyordu o yıllarda.
Babası yıllarca çalıştığı fabrikadan çıkarılmıştı.
Annesi başkalarına halı dokuyor, beslediği ineklerin sütünü, yoğurdunu, yağını satıp üç beş kuruş kazanmaya çalışıyordu.
Bu zor günlerde babası ağır bir hastalığa yakalandı.
Ve teşhis maalesef acıydı, kanser…
Herksin duyduğunda hayatı kararan bu hastalık onların ocağına da düşmüştü.
.
Gülay okulunu bitirdiği yaz babası vefat etti.
Ben onu teselli bile edemedim.
Tam o günlerde tayinim çıktı.
Veda etmeye gittiğimde mutlaka okumasını öğütledim, nasıl okuyacağını düşünmeden.
Ayrılmak çok zor oldu.
Babasının acısına benim yokluğumu da eklemiş güzel kızım.
Ben birkaç kez aradım.
Sonra ulaşamadım, kendi dertlerim arasında unuttum belki de Gülay’ı.
Aklıma gelmiyor değildi ama iletişim kopmuştu bir şekilde.
Bir ara evlendiğini duydum, üzüldüm.
Evlendiyse okuyamadı demekti.
.
Yıllar sonra bir telefonla bana kendini tekrar hatırlattı.
Okuyamamış.
Evlenmiş.
İki kızı varmış.
İçimi rahatlatan yalnızca mutlu olması ve eşinin onu rahat yaşatmaya çalışması oldu.
.
Yine aradan birkaç yıl geçti.
Geçenlerde 24 Kasımda çıktı karşıma, telefonla olsa da.
“Büyük kızım okula başladı, öğretmenim” dedi heyecanla, sesinde sevinç belirtileri vardı.
Devam etti konuşmaya,
“Size bir öğretmenler günü hazırladım, artık sizinle aynı yerde yaşıyorum, buraya taşındık. Ve size çok ihtiyacım var. Çünkü ben de okula başladım. 6. sınıfım, sınavlarıma hazırlanıyorum.”
Sözleri bittiğinde o da, ben de ağlıyorduk. Her şeye rağmen okuma isteğini kaybetmemiş.
Direnmiş çevresine, yakınlarına ama başarmış.
Gözyaşları arasında kutladım onu, gurur duyduğumu söyledim ve en yakın zamanda görüşmek üzere kapattık telefonu.
.
Hayatımın en güzel “Öğretmenler günü” hediyesi oldu, Gülay’ın beni arayıp bulması ve kızıyla birlikte okula başlaması.
Şimdi 32 yaşında ve 6. sınıf öğrencisi.
Onun bu azmi ve okuma sevgisi bana “Hiçbir şey için geç olmadığını” gösterdi.
.
Çok teşekkür ederim güzel kızım, hediyemi çok sevdim.
 
***
GEÇMİŞ OLSUN
Düzce’nin Gölyaka ilçesinde 5,9 büyüklüğünde meydana gelen depremden dolayı tüm vatandaşlarımıza geçmiş olsun diyorum…