Banker Bilo’yu çoğumuz biliriz. Senaryosunu Sadık Şendil ve Yavuz Turgul’un yazdığı ve Ertem Eğilmez’in yönettiği, başrollerini İlyas Salman ile Şener Şen’in oynadığı film.

Hatırlamayanlar için özeti şöyle:
Maho (Şener Şen), Köylüsü Bilo’yu (İlyas Salman) ve yöreden birçok kişiyi Almanya’ya götürmek vaadiyle paralarını alır.
Ancak onları Almanya’ya değil, İstanbul’a götürmektedir.
Kamyon kasasında yapılan yolculuktan sonra Bilo ve İbo (Nizam Ergüden) Almanya'ya değil de İstanbul'a geldiklerini öğrenirler ancak iki arkadaş birbirini kaybeder.
Bilo çok namusludur, bu yüzdende her zaman kaybeden taraf olmaktadır.
Bilo'nun yolları Maho ile Tekrar kesişir, o zaman Maho ile hesaplaşma zamanı gelmiştir.
En sonunda Maho'nun tüm malvarlığı fabrikaları ve eski karısı artık Bilo'nun olmuştur.
Bilo artık zengindir ve Bankerdir…
.
Şimdi ben size bu filmin gerçek olduğunu yazsam?
İnanır mısınız?
Zannetmiyorum.
.
Bakın günümüzde olay nasıl olmuş.
.
Haber şöyle:
“Rusya’da bir turizm acentesi inanılmaz bir yanlışlığa imza atarak müşterilerini İspanya’nın başkenti Madrid’e göndermek yerine yanlışlıkla Mardin'e yolladı.”
.
İnanılır gibi değil.
Ama olmuş resmen.
.
Peki sonra?
.
Rus turistlerin Mardin’de güzel bir gün geçirdiklerini belirten turizmci Bekir Falay, “Rusya’dan bir talep geliyor Madrid’e gitmek üzere. Oradaki acente Madrid yerine İstanbul aktarmalı Mardin biletini kesiyor. Müşteriler Mardin’e geldiklerinde beklemedikleri bir sürprizle karşılaşıyorlar ve hayret içinde kalıyorlar. Biz turistleri bu karışıklığa rağmen çok iyi ağırladık. Çok güzel bir gün geçirdiler…” ifadelerini kullandı.
.
Elbette yanlışlıkla olmuş ama iyi olmuş bence.
Ülke tanıtımına katkı olmuş.
 
***
KAPI VAR
BALKON YOK!
Bizim Karadeniz çok eğlencelidir.
Cem Yılmaz Karadeniz’e ilk gittiğinde şöyle demişti:
“Ben Temel’in sadece fıkralarda olduğunu zannediyordum…”
.
İşte böyle bir olay yaşandı Ordu’da.
Komik.
.
Altınordu ilçesi’ndeki Bucak Mahallesi’nde yıllar önce yapılan 3 katlı bir evin 2 ve 3’üncü katında balkon kapısı olmasına rağmen, balkon yok.
.
Evet kapı var, balkon yok.
Yani, yanlışlıkla kapıyı açtın, “Küt” aşağıya.
.
Resmen komik bir durum.
.
Görenleri hayrete ‘düşürmeyen’ bu durum karşısında şöyle bir açıklama yapılıyor:
“Bu balkonlar daha önce vardı. Ancak balkonların baktığı taraftan yol geçeceği için büyük araçların geçişlerine engel olan balkonlar yıkıldı. Kapıları kalınca böyle bir manzara ortaya çıktı.”
.
Mahalle sakinlerinden Ertan Mızrak, “Burası yıllardır bu şekilde. Burayı ilk kez gören şaşırıyor ve fotoğrafını çekiyor. Neden böyle bir kapı olduğunu bize soruyorlar ve biz de cevap veriyoruz. Bina sahipleri Almanya’da yaşıyorlar ve yılda bir kez geliyorlar. Onun haricinde oturanlar olmuyor…”
 
***
PİYANGO
Geçtiğimiz günlerde bir haber yayınladık.
Haberin başlığı şu şekildeydi.
“Bigalı Vatandaş Şans Oyunundan 217 Bin TL Kazandı!”
.
Kaç para?
217 bin lira…
.
Şimdilerde yolda bulsanız almayacağınız para neredeyse.
Zira hiçbir işinizi görmez.
.
Ne ev alır, ne araba?
.
Mesela 2002 yılında bu ikramiyeyi kazansaydınız:
6781 adet Çeyrek Altın alabilirdiniz.
O parayı şimdi hesaplarsanız:
6781 adet çeyrek altın x1737 lira:
11milyon 779 bin 597 lira.
.
İkramiye buna derim ben.
 
***
AYI RÜSTEM
Bizim mahalle eski geleneklerine sahip çıktığından dolayı bozulmayan yaşamını çok seviyorum.
Birlik, beraberlik hep var.
Birinin,
Düğünü mü var?
Cenazesi mi var?
Hep beraber elele, gönül gönüle yardımlaşıyoruz.
Mutluluğumuzu ve acımızı paylaşıyoruz.
.
Geçenlerde sabah sabah kahvede pinekliyorum.
Fazla iş yok.
İnsanlar, “Çay 4 lira” deyince pek gelmez oldu.
Patrona, “Çayı 2 lira yapalım, bak insanlar gelmiyor” dedim.
“Oğlum şeker kaç para haberin var mı?” diye bana soru sordu ve devam etti:
“Çay kaç para? Kira kaç para? Senin ve ocakçının yevmiyesi kaç para? Vergiler nasıl? Elektrik, su, doğalgaz kaç para? Sordun mu?”
“Yapacak bir şey yok, ya bu deveyi güdeceğiz, ya bu diyardan gideceğiz” dedi bitirdi lafını.
.
Sorduğuma, soracağıma pişman olmuştum.
Adam yerden göğe haklıydı.
Fiyatlar öylesine yükselmişti ki, vatandaşın çay içecek hali, vakti kalmamıştı.
.
Neyse ben tembel, tembel oturuyorum, bizim camiden “Sala” verilmeye başladı:
“Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Rasulallah!” diye.
“Allah Allah kim acaba?” diye kulak kesilerek, “Allah rahmet eylesin” dedim peşinen.
.
Daha sala bitmeden tapudan emekli bizim Ahmet Ağabey geldi yanıma:
“Rüstem, Allah rahmet eylesin babam rahmetli oldu. Senden bir ricam var” dedi telaşla.
“Başın sağolsun Ahmet ağabey. Ne ricası, emrin olur. Hayırdır?”
“Rüstem, cenazeyi öğlen namazına müteakip bizim camiden kaldıracağız. Mezarlıkta da pilav dağıtacağız, sen o işi organize ediver. Adamlarla orada buluş ve pilavı dağıt...”
“Emrin olur Ahmet Ağabey, babacığının çok emeği geçti bize. Ne demek!”
.
Öğle namazına az kalmıştı.
Patronu aradım durumu izah ettim, “Tamam Rüstem sen git, ben ocakçı gelene kadar bakarım kahveye” dedi.
Hemen eve gittim, güzelce abdest aldım, elbiselerimi değiştirdim ve camiye gittim.
.
Bizim Deli Şakir de orada.
“Oğlum Şakir, cenaze namazından sonra ben de senin arabayla mezarlığa geleyim, bana yardım et pilav dağıtacağız” dedim.
“Tamam Rüstem Ağabey” dedi çocuk.
Allah için biraz saftır ama gönlü altındır, altın. Biraz saf olduğundan “Deli” demişler zamanında, öyle kalmış lakabı.
.
Namazı kılar kılmaz biz Şakir ile fırladık arabaya.
Trafik fazla sıkışmadan bastırdık mezarlığa.
.
Pilav dağıtılacak yere konuşlandık hemen.
Uzaktan gördük cenaze arabasını, mezarlığa girdi ve uzaklaştı.
O sırada pilav arabası geldi.
.
“Siz mi yardım edeceksiniz bana?” dedi pilavcı.
“Evet” dedik ve başladık hazırlıkları yapmaya.
.
Tezgâhı kurduk, pilav tencerelerini, yoğurtları tezgâha koyduk.
Bir de tatlı vardı Tulumba.
Köpük tabakları ayarladık, kaşıkları dizdik.
Adam soğumasın diye üzerlerine çuval getirmiş onlarla örttük ve başladık beklemeye.
.
Pilavcı, “Sen” dedi bana, “sen tatlıları dağıt.
Bu arkadaş ta yoğurtları versin” diye de iş bölümü yaptı.
.
Cenazeyi defnedenler gelmeye başladı.
Mübarekler kırk yıldır aç kalmış gibi koşturuyorlardı.
Yolda yarış yapıyorlardı ön sırayı kapmak için.
.
Pilavcının işareti ile başladık dağıtmaya.
Hızla dağıtıyoruz.
.
Bu arada dikkatimi çekti, gelenleri hiç tanımıyorum.
Bizim mahalleden değiller.
Şakir’e işaret etim, “Kim bunlar?” diye
“Ahmet Ağabeyin Hanım tarafı galiba” dedi.
.
İşimizi bitirdik, ortada ne Ahmet Ağabey vardı, ne mahalleli.
Kendi kendime şüphelendim:
“Mahalleli mahsus mu gelmemişti yoksa? Bir durum mu vardı acaba benim bilmediğim…”
.
Herkes dağılınca atladık arabaya geldik kahveye.
Aaa! Ahmet Ağabey kahvede bizi bekliyor.
“Ahmet Ağabey dediğin gibi pilavları dağıttık, Şakir de bana yardım etti. Tekrar başın sağ olsun, pilavlar için de Allah kabul etsin…” diyerek elini öpeyim dedim sinirle çekti elini ve bana;
“Neredesin oğlum sen. Rezil olacaktık az daha. Hani Pilav dağıtacaktın?”
“Dağıttık ya Ahmet Ağabey!”
“Neyi dağıttın, neyi? Seni aradık fellik fellik. Yoktun ortada. Kaytardın değil mi?”
Biz Şakir ile göz göze geldik.
Şakir atladı lafa;
“Vallahi mezarlıktaydık Ahmet Ağabey, hatta ben de yoğurdu dağıttım. Bak iki gözüm önüme aksın ki.”
“Oğlum siz eski mezarlığa gelmediniz mi?”
Ben afalladım:
“Yooo! Biz yeni mezarlığa gittik. Hatta seni ve mahalleden kimseyi göremeyince de şaşırdık bile...”
“Eee!”
“Ne Eee’si Ahmet Ağabey, pilavı dağıttık işte!”
O sinirli adam birden kahkaha atmaya başladı.
“Ulan günaha sokacaksınız beni. Siz başka cenazeye gitmişsiniz, salak herifler!”
Şakir ile biz birbirimize baktık.
Başladık gülmeye.
O sıra içeriden patron geldi, bizim güldüğümüzü görünce:
“Yahu cenazeden geldiniz, ayıptır ayıp!” deyince kendimize geldik.
Ahmet Ağabey sonra bize dedi ki:
“Bana bakın akşam camiye gelin okuma yapacağız. Lokumları dağıtırsınız…”
“Olur” dedik.
Elini omuzuma koydu ve:
“Sakın başka camiye gitmeyin ha!” dedi, gülüştük.