Dün yerel gazetelerin hemen hemen hepsinin manşetlerinde “Rüzgâr Gülleriyle” yani RES’ler le ilgili haber vardı.
Yerleşim yerlerine yakın olanların çıkardığı sesler, köydeki vatandaşlarımızı rahatsız ediyormuş.
.
Dünyadaki enerji sıkıntısına çare amaçlı olarak tesis edilen Rüzgâr Enerji Santralleri çevre dostu olarak biliniyor.
.
Çevreyi kirletmiyor belki ama ekilebilen tarım arazilerini işgal etmelerini sorun çıkarıyor.
Enerji üreteceğiz diyerek üretime zarar vermeleri çok absürt bir gelişme.
.
Çanakkale’nin en verimli arazileri arasında yer alan “Batak Ovası” nda faaliyet göstermeye başlamaları bizleri düşündürüyor.
.
Daha çok tepelere kurulması ile gündeme gelen RES’lerin, şimdilerde ovaya inmeleri pek normal değil.
.
Ayrıca çıkardıkları gürültü de cabası.
Bu konuda oldukça fazla şikâyet olduğunu belirten gazeteler vatandaşların, “Geceleri uyuyamıyoruz” şeklindeki serzenişlerini haber yapmışlar.
.
“Enerji üreteceğiz” diyerek vatandaşın “Enerjisini almaları” pek hoş olmamış.
CİNAYETE TEŞEBBÜS
Dün sosyal medyada gördüm.
Bir otomobil ambulansa yol vermiyordu.
.
Yanımdakilere dönüp sordum:
“Bu senenin modası ambulanslara yol vermemek mi?”
.
Bu nedir yahu?
Öncelikle insanlık dışı bir salaklıktır.
Hasta almaya giden bir ambulansın önüne geçip ona yol vermemek hayvanlıktır.
.
Ulan savaşlarda bile hastaneler bombalanmaz.
Düşünün birbirini bulsa boğacak olan düşmanlar bile savaşırken hastanelere dokunmazken, bizim magandalar ambulansların hizmet vermesini önleyecek şekilde yol vermiyorlar.
.
Hani bazen insanlara “Öküz” denmesi günahmış ya.
Vallahi değil, billahi değil.
Bunlar resmen öküz işte.
Not: Hakiki öküzlerden özür dilerim.
.
Hangi ruh halini yaşıyorsunuz yahu?
Hangi düşünceler içindesiniz?
Hangi hınç almanın peşindesiniz?
.
Kafasına göre şeriat kanunları uygulayan ülkeleri görüyoruz ve kızıyoruz ya.
Vallahi de billahi de sırf bunlar için resmen özel kanun çıkarılmalı, insan içinde “İbret olsun” diye sabah kadar fiziken darp edilmeli.
.
Ayıptır, günahtır…
.
Hastaneye yetişemeyen hastanın vefatı ile resmen cinayet işlemiş olduklarından, “Taammüden cinayete teşebbüsten” yargılanmaları lazımdır.
Bunu bilir, bunu söylerim…
***
AYI RÜSTEM
Bizim mahallede hatta bizim kahvede olay hiç eksik olmuyor.
Dün kahvede haberleri merakla izliyoruz. Asıl merakımız asgari ücret tabi.
Kaç para olacak?
Tüm derdimiz bu…
.
Öyle ya, onun artması demek bizim gelirlerimizin artması demek.
.
8500 lira açıklandı kahvedekilerde bir alkış, bir kıyamet…
“Helal olsun be!”
“Aferin hükümete.”
“Nihayet istediğimizi aldık”
“Zengin olduk!” şeklinde tezahüratlar bile oldu.
.
Sonraki haberlere bakan bile olmadı.
.
Ama bizim kahveye sürekli gelen emekli sendikacı Muharrem ağabey kalktı ayağa:
“Ulan ne seviniyorsunuz? Memlekette enflasyon almış başını yürümüş. Devletin enflasyonu bile yüzde 85 iken size verilen zam yüzde 73. Azıcık akıllı olun. Hesap yapın. Zaten bu enflasyonist ortamda alacağınız bu zamlı maaş eriyip gidecek…”
.
Millette bir suskunluk oldu.
Sonra birbirleriyle fısıltı halinde konuşmalar.
Sonra sesler yükseldi.
“Haklı bu amca…”
“Orasını hiç düşünmedik.”
“Kandırıldık mı yoksa?” şeklinde sesler iyice yükseldi.
.
Bizim patron oturduğu yerden kalktı ayağa.
“Bakın buraya. Beni dinleyin… Bu iş sizleri olduğu kadar beni de ilgilendiriyor. Ben işverenim. Yanımda çalışan adamların maaşlarına zam yapacağım. Sorun hele ‘Nereden yapacağım?’ ‘Paran var mı? Kazancın var mı? diye. Bugün çay 3 lira, yarın 5 lira yapmam lazım ki para kazanıp size maaş ödeyeyim. İçecek misiniz 5 liradan. Arkadaşınıza çay ısmarlayabilecek misiniz? Benim gibi dolu işveren var. Hepsi bu aradaki farkı kapatmak için zam yapacak. Zam yapamayan işçi çıkaracak… Kafanızı çalıştırın… Ülkede fabrikalar satılmasaydı, 5 şeritli yol, köprü yapılacağına fabrika yapılsaydı bu hallere düşmezdik. Şimdi çaylar benden, ondan sonraki çaylar 5 lira haberiniz olsun… Rüstem! Herkese benden çay ver…”
.
Hah aldık mı zamlı ücreti?
Adam işçi çıkaracağız diyor.
Aman ben sesimi çıkarmayayım da, ne olur ne olmaz…
.
Ertesi gün sabah kahveyi açtım henüz yedeğin altını yakmamıştım kapıda bizim patronun oğlu belirdi.
Onu görünce kafamdan bir dolu senaryo geçti.
Ama onun konuşmasıyla hiçbir senaryomu tutturamadığım ortaya çıktı.
.
“Rüstem Abi, ben kahvede çalışmaya geldim…”
.
Hayda! Nereden çıkmıştı bu şimdi?
-“Oğlum Hidayet ne diyorsun sen. Bu saatte okulda olman lazımdı senin?”
-“Biliyorum Rüstem Abi, ama artık okumayacağım. Burada çalışacağım…”
-“Evladım babanın haberi var mı?”
-“Yok! Ona henüz söylemedim. Okula gideceğim yerde buraya geldim.”
-“Tamam anlaşıldı da, nereden çıktı şimdi bu?”
-“Akşam haberleri izledim, aşari ücret 8500 lira olmuş. Kendi kendime dedim ki ‘Ulan Hidayet ne gerek var okumaya, git babanın kahvesinde çalış, al 8500 lirayı bak keyfine… Bugün mühendis olsan alacağın para yine asgari ücret! O kadar zaman kaybetmeye gerek yok…”
-“İyi düşünmüşsün. Ancak birincisi babanın işçiye ihtiyacı olduğunu nereden anladın? İkincisi babanın bu kadar parayı sana vereceğini nereden çıkardın?”
-“Orasını düşünmedim ama babam değil mi? Ben onun oğluyum, beni sokağa atacak değil ya?”
-“Haklı olabilirsin ancak bu mevzuyu sen baban ile konuşman lazım. İşe alınma konusu benim yetkimi aşar. Baban ise akşamüzeri kahveye gelir. Şimdi bak şöyle yapalım. Ben seni okula götüreyim. Sen okul çıkışı buraya gel ve baban ile konuş. Ne dersin?”
-“Çok mantıklı… Ben şimdi okula gidiyorum, tabi son defa… Akşama gelir babamla konuşurum… Haydi bana eyvallah…”
.
Hidayet gitti.
Arkasından bakakaldım.
Ulan zamane veletlerine bak, neler düşünüyorlar?
.
Akşamüstü bizim velet oturdu babasının karşısına, isteklerini bir bir anlattı.
Ben “Şimdi pandiz kopacak, patron çocuğu haşlayacak” diye beklerken bizim patron büyük bir sabırla dinledikten sonra;
-“Haklısın Hidayet. Ben hiç öyle düşünmemiştim. Yarından itibaren hemen gel işe başla.” dedi.
Hidayet hiç beklemediği bu durum karşısında babasının boynuna sarıldı, onu defalarca öptü ve apar topar çantasını alıp koşarak eve gitti.
.
Ben patrona doğru şaşkın şaşkın bakarken patron bana dedi ki:
-“Rüstem, yarın bu herif gelip işe başlayacak. Ona en ağır işleri ver. Etrafı süpürsün, camları silsin. Bütün çayları o götürsün. Para kazanmamın ne olduğunu anlasın.”
-“Ama patron yüklenmeyelim çocuğa o kadar…”
-“Rüstem hayatın gerçeği bu. Yatarak para kazanmak yok. Anlasın kerata.”
.
Bizim Hidayet üç gün dayanabildi.
O gece babasının yanına gitti, boynuna sarıldı ve “Baba ben okumak istiyorum. Anladım ki ben bu hayatta okumak zorundayım…” dedi ve boynunu bükerek evin yolunu tuttu.
.
Patron ile arkasından bakakaldık.
.
-“Ne oldu buna durup dururken” diye sorduğumda patron;
-“Oğlum Rüstem! Bu jenerasyonun bu tip işlerde çalışmaya niyeti yok. Bunlar hem genetik olarak, hem şu pandemi yüzünden, hem de bilgisayar, tablet, telefon yüzünden alıştılar yatmaya. Ben adım gibi biliyordum ki bu herif bu işleri yapamaz, bırakıp gider…”
.
Patron olayı çözmüş meğer helal olsun.
Çocuğa iyi bir ders verdi, ama bu çocuklar gelecekte ne yapacaklar çok merak ediyorum doğrusu…