Artık 2022 yılını da geride bırakmak üzereyiz, nasıl girersek yeni bir yıla, öyle geçeceği varsayılır, inanılır.

Tanrı hiçbir zaman insanlara kötülük vermedi, kötülük insanların yarattığı bir olguydu.
.
İnsan yaratılırken kalbinde sadece iyilik vardı, onu eksiltti, çürüttü ve yok etti.
.
Siz siz olun küçücük bir çıkar uğruna onu sakın çürütmeyin, kalbinizden iyilik hiç eksik etmeyin...
.
Yeni yıla bir gün kala şu mübarek günde sizi rüyalara götürecek, kalbinizi yumuşatacak hikâyeler yazmak istedim.
.
Hazırlayın kendinizi, rahatlayın, relaks olun.
Çünkü yeni yıl geliyor…
.
Onu güzel ve dingin yüreğinizle karşılayın.
Karşılayın ki, 2023 sizin için hayal yılı olsun…
.
Hikayelere başlıyorum:
Kar durmuştu.
Tam tepedeki dolunay, çevrenin görkemli beyazlığını bir mücevher gibi ışıldatıyor, arada bir esen rüzgâr, beyaz zerrecikleri oradan oraya savuruyordu.
Kuledeki saate baktı, gece
yarısını çoktan geçmiş, kasaba, bu yılbaşı gecesinin geç saatinde daha da ıssızlaşmıştı.
 
Uzun bir yol bekliyordu onu.
 
Tam karşısındaki kıyıda olduğunu duyduğu o güzel kadına ulaşabilmek için, gölün çevresini dolaşmalı, gün doğmadan onun yanağına bir “soğuk” öpücük olsun kondurabilmeliydi.
 
Şöyle bir kendine baktı, evet yakışıklıydı.
Üşümüş, havuç rengindeki burnu, kömür siyahı gözleri, atkısı, yakasındaki çiçeği ile öyle yakışıklı görünüyor olmalıydı ki...
 
Elindeki süpürge sapından sopayı, battığı kardan çıkarmayı denedi, evet, olabiliyordu.
Bir adım atabilse, gerisi gelecek, hızlı hızlı gölün karşısına yürüyüp oradaki o “hayal” kadını gerçeğe dönüştürebilecekti.
 
“Haydi”, dedi kendi kendine “bir gayret, yapabilirsin.”
Bir cesaret ilk adımı attı.
Karların içinde geride kalan çukurluğu görünce sevindi, işte yürüyebiliyordu artık...
Hedefine gün doğmadan ulaşabilmek amacıyla, gölün sağ kıyısını karların izin verdiğince tempolu bir biçimde adımlamaya başladı...
 
Bütün gün karın keyfini çıkaran çocukların çığlıklarından başı ağrımış, gecenin sessizliğini dört gözle beklemişti.
 
Gün içinde, karşı kıyıdaki o yakışıklı adamdan da söz etmişlerdi çocuklar, seslerinde hayranlık dolu kıskançlıkla...
 
“Acaba nasıl birisiydi?”
 
Kendine baktığında biraz tombuldu, ama yine de akça pakça güzel bir kadındı. Tombulluğu da onun hatası değildi, öyle yaratılmıştı, ne yapsındı!
Bir güzel çizilmişti ki kıyafeti, hele atkısı, eski püskü olduğu hiç de belli değildi boynuna güzelce sarılınca...
Gün boyunca, karşı kıyıdaki o yakışıklı adam düşmüştü aklına, gece çökünce, ortalık tenhalaşınca ona gitse, bir “Merhaba” dese hiç de fena olmazdı.
 
İşte saat, o saatti gölün çevresinden karşı kıyıya yürüyecek, onu bulacaktı...
Gölün sağ kıyısı, daha rahat yürünebilir gözüküyordu.
Üzerindeki önlüğü çözdü, şimdi o ev kadını halinden de kurtulmuştu.
Zor da olsa ilk adımını attı ve ona doğru yürümeye başladı...
 
Soluk soluğa yürürken terlememeye dikkat ediyordu.
Terlemek, ısınmak, güneş onun için iyi şeyler değillerdi.
Sabah olmadan karşı kıyıya varmalıydı.
Oradaki kasabaya ilk kez gidecekti, ama olsun, o güzel kadını, gecenin zifirinde bembeyaz ışıldayan o güzelliği bulmakta zorlanmayacaktı, bunu hissediyordu.
“Az kaldı” diye düşündü, “az kaldı, birazdan ona kavuşacağım...”
 
İyi ki önlüğünü çıkarmıştı, yoksa yürümekte iyice zorlanacaktı.
Çamların arasından kendine yol bulmaya çalışıyordu.
Dolunayın olması ne kadar güzeldi, hem yılbaşı gecesini daha da romantikleştiriyordu, hem de iğne yaprakların arasından sızarak yolunu bulmasını sağlıyordu...
 
Elele tutuşarak güneşin doğuşunu seyredeceklerdi gölün kıyısında.
Havalar böyle soğuk giderse, birkaç gün daha orada birlikte oturabilirlerdi.
Sonra...
Bu kısacık ömürde sonrasını düşünmeye gerek yoktu ki...
Bir yılbaşı gecesinde birbirlerine verebilecekleri en güzel hediye, işte bu buluşmaydı ve yeterdi...
 
Gölün karşı kıyısına vardığında, onu göremedi. Issız sahilde olması gereken her yere baktı, yoktu.
Adını bilse haykırırdı, ama hiç görmediği, o tevatürün adını nasıl bilebilirdi ki...
Bir o yana bir bu yana arşınladı durdu gölün kıyısını...
 
Yok, yok, yok, yoktu...
 
Günün ilk ışıkları üzerine düşmeye başladığında, çaresiz olduğu yere, gölün kıyısına çöktü.
İşte sabah oluyordu, her şey bitmişti.
Güneş biraz daha yükselince, terlemeye başladığını hissetti.
Üzerinde damlacıklar oluşuyor, göle doğru sızıp duruyorlardı.
 
“Bitti”, dedi, “her şey bitti...” “Kavuşamayacağız...”
 
Gölün diğer kıyısındaki kadın da aynı şeyleri hissediyor, aynı duyguları yaşıyordu.
Bitmişti işte, bir yılbaşı gecesi rüyası bitmişti.
Ter, her tarafını bastı, sanki eridiğini hissediyordu...
 
Yeni yılın ilk günü gölün kıyısına koşarak gelen çocuklar, iki ayrı sahilden gittikleri için birbirleriyle karşılaşamayan kardan adamla kardan kadının süpürgesini, önlüğünü, havuç burunlarını, kömür gözlerini buldular kıyıda...
 
Hiçbir şeyden habersiz, eriyen karların üzerinde oyunlarını sürdürdüler...
 
Kardan adamla kardan kadınsa büyük buluşmayı, akıp gittikleri gölün engin sularında yaşayabildiler...
 
Mutlu yıllar...
 
NOEL BABA
Yılbaşı denilir de Noel Baba’dan bahsetmemek olmaz.
.
Bakın hikayesine:
.
Babası öldüğünde büyük bir servetin tek mirasçısı olan Nicholaos, servetini yoksullara yardım için harcamaya karar vermiştir.
Bu sırada Patara’da önceleri çok zengin olan bir şahıs fakirleşmiş ve kızlarının çeyizini yapamayacak duruma gelmiştir. (Patara Antik Kenti: Fethiye-Kalkan arasında Xanthos Vadisi'nin güneybatı ucunda bugünkü Gelemiş Köyü'nde yer almaktadır ve Likya'nın en önemli ve en eski şehirlerinden biridir.)
Çaresizlikten kızlarını satmayı bile düşündüğü bir anda, Nicholaos onlara yardım etmeye karar verir.
Onların gururlarını kırmamak için kız evine gece gider.
Onlar uykuda iken büyük kızın açık olan penceresinden çeyizine yetecek olan bir kese altını içeri atar.
Sabah parayı bulan büyük kız çok sevinir ve kötü durumdan kurtulur.
Daha sonra ortanca ve küçük kızın çeyiz paralarını da karşılamak isteyen Nicholaos, pencereleri kapalı olduğu için keseleri bacadan atar.
İşte Noel Baba’nın yılbaşında hediye bırakma öyküsü bu şekilde doğar.
İkonalarda ve resimlerde Nicholaos’ın üç altıntop ile gösterilmesi tam da bu yüzdendir.
.
Aziz Nicholaos’un yaşamıyla ilgili bir diğer rivayet de şöyledir:
Nicholaos hacı olmak üzere Kudüs’e gider.
Geri dönüşünde fırtınaya tutulan gemiyi dualarıyla batmaktan kurtarır, ayrıca denize düşerek boğulan bir denizciyi de diriltir.
O günden sonra Aziz Nicholaos denizcilerin de koruyucu azizi olarak kabul edilir.
Nicholaos bir müddet sonra Patara’nın komşu kenti Myra’ya göç eder. (Myra: Antalya'nın Demre ilçesinin bulunduğu yörede yer alan antik bir Likya kentidir)
Myra Başpiskoposu ölmüş yerine geçecek kişi üzerinde anlaşma sağlanamamıştır.
Bunun üzerine sabah kiliseye ilk gelen kişinin başpiskopos olması kararlaştırılır.
Aziz Nicholaos kiliseye ilk gelen kişi olarak başpiskopos seçilir.
Burada da mucizelerine devam ederek üç generali ölümden kurtarır.
.
Diğer bir öyküsü ise şöyledir:
O yıl Myra’da kıtlık çıkar.
İskenderiye’den Byzantion’a mısır götüren bir filo Myra’nın limanı olan Andriake’ye uğrar.
Nicholaos hemen limana koşar ve her gemi başına bir miktar mısır vermelerini ister. Gemiciler Byzantion’a vardıklarında istemeyerek verdikleri mısırların yerlerinde olduğunu hayretle görürler.
.
Hıristiyanlara karşı olan Bizans İmparatoru Diocletianus ve Licinius zamanında Nicholaos da diğer Hıristiyanlar gibi bir ara hapsedilmiştir.
M.S. 325 tarihinde Hıristiyanlık içindeki problemleri çözmek için İznik’teki (Nikea: İznik’in eski adı) meclis toplantısına Myra Başpiskoposu olarak katılır.
Yolda giderken bir handa öldürülerek salamura yapılmış üç çocuğu dirilttiği daha sonra Bonaventure adlı bir kilise adamı tarafından iddia edilmiştir.
Ögrencilerin de koruyucusu olduğuna inanılan Aziz Nicholaos’un 6 Aralık 343’te 65 yaşında iken öldüğü sanılmaktadır.
Myralılar onun adına bir kilise yaparak içindeki lahitte onu sonsuz uykusuna bırakmışlardır.
.
Haçlı Seferleri sırasında 20 Nisan 1087’de Bari’den gelen tüccarlar kemiklerini çalıp Bari’ye götürmüş ve yaptıkları bazilikaya gömmüşlerdir.
Onun olduğu sanılan geride kalmış bir kısım kemik ise bugün Antalya Müzesi’nde saklanmaktadır.