Aralığın 27’si İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un ölüm yıldönümü idi. Allah O’ndan ebediyen razı olsun. Mekânı Cennet olsun.

Mehmet Akif’i İstiklal Marşımızla tanırız hep. Oysa öyle güzel şiirleri vardır ki, sosyolojik öyle güzel tespitleri, yaşama dair öyle güzel örnekleri vardır ki, anlatmakla bitmez. Safahatı hemen herkesin ömründe bir defa da okuması, sindirerek okuması, hayata bakışını değiştirecek niteliktedir.
Balık baştan kokar diye bir atasözümüz var ama gerçekte balık karnından, içinden kokar. Ağaç da içinden, özünden çürümeye başlar. Ağaç kabuktan yara alsa da kısa sürede tamir eder. Özü sağlam olan ağaç, asırlara meydan okur.
Mehmet Akif hayatı boyunca toplumun içine, özgün yapısına önem vermiştir. Akif, toplumun özü ne kadar düzgün ve sağlıklı olursa o derece ayakta kalabileceğine inanmıştır. Eğer toplumu oluşturan millet, haktan, adaletten, ahlaktan uzaklaşmaya başlamışsa, bir arada tutmak, hatta ayakta tutmak imkânsız hale gelir.
Mehmet Akif, bilim adamlarının bir toplumu hem geliştirebileceğini hem de batırabileceğini anlatmaktadır. Ömrünü hurafe ve hurafe peşinde koşanlarla mücadele içinde geçiren Milli Şairimiz, bilim adamlarının tembelliğinden, toplumun gelişmesinde yavaş kalmalarından şikayet etmiştir.  
Halkalı Ziraat Mektebini birincilikle bitiren Mehmet Akif, hem batıyı, hem de doğuyu gezmiş, özellikle İslam dünyasında bilim insanlarının yetişmemesine ve Müslüman halkların gerçeklerden uzaklaşmasına şahit olmuştur. Özellikle İslam dünyasında din bilginlerinin toplumu hurafelere nasıl sürüklediğini tespit etmiş ve sert bir dille eleştirmiştir. İslamiyet’i hurafelere boğan çakma bilim insanlarına inat, Kuran’ı tefsir etmeye başlamış, ancak yanlışım olabilir endişesiyle bırakmıştır.
Günümüzde, Kuran’ı Kerimden ziyade, çakma şeyhlere, Şıhlara tabii olan milyonlarca Müslüman var. İslam dünyasında durmak bilmeyen savaşların kökeninde de, bilimden ve gerçek dinden uzaklaşmak yatıyor.
Mehmet Akif, sıklıkla batıdan esinlenmenin, batılıların yaptığı çalışmaları kopya etmenin toplumu bir yere götürmeyeceğini, her toplumun kendisi için bilgi üretmesi gerektiğini ve bunu da bilim adamlarının görevi olduğunu vurgulamıştır. Bu konuda Japonları örnek göstermektedir. Kültürlerini koruyarak gelişimlerine vurgu yapmakta, bizim kadar Müslümanlar “Buda”ları olmasa demektedir. Akif’in daha yüz yıl öncesindeki tespitlerini bugün bütün dünya hayranlıkla izlemektedir. Oysa Japonya Akif’ten sonra ikinci dünya savaşı geçirmiş, yerle bir olmuştur. Akif’in tespitlerinin ne kadar güçlü olduğunu Japonlar adeta ispatlamışlardır.
Bir ülkede bilimin gelişimi evrensel düşünebilen bilim insanlarının çoğalmasıyla gelişir. Kendi toplumunun gelenek ve göreneklerini bilen, problemlerini yük edinebilen bilim insanlarının çoğalmasıyla gelişir. Bilgi transfer eden, bir yerleri veya bir takım uygulamaları örnekleyerek yürüyen aydın saydıklarımızla ne bilimin ne de toplumun ilerlemesi mümkün değildir. Hür olmamış, tabiiyet hisleriyle olguları değerlendirebilen, siyasi dayanmışlıklarla varlığını sürdürmeye çalışan bilim insanları özgün bilgi üretemezler.
Üretilmiş bilginin transferi mütercimliktir. Oysa özgün bilgi üretimi kutsaldır. Herhangi bir sıfatı olmadan bilim insanı değer görüyorsa özgün bilgi üretiyor, beynini toplumu için yoruyor demektir. Bir toplumun içinde bilgi ve bilgi üretenlerin değeri yükseldikçe, toplum gelişiyor demektir.