Türkiye tarihinin en büyük deprem felaketini yaşıyor. Allah yardımcımız olsun.
Cumhuriyet tarihinin en büyük depremini Erzincan’da 1939 senesinde yaşayan milletimiz, 33 bin canını bu topraklara gömmüştü. O zamandan bu yana çok sayıda depremle yüz yüze gelen milletimiz deprem gerçeğiyle yaşamayı bir türlü öğrenemedi.
Orta şiddette depremlerin ortalama 6-7 yılda bir olduğu bu topraklarda depremle yaşamayı ya öğrenmek istemiyoruz ya da öğrenemiyoruz. Kişisel hırslara yenilen karakterler, her depremde yüzlerce, binlerce canımıza mal oluyor.
Bina göçtü dendiğinde yüreği göçüyor insanın. Her geçen binada neredeyse bir köy halkı ikamet ediyor. Köylerimizden göçlerin ne kadar yoğun yaşandığını cümle alem bağırıyor artık. Şehir yüklerinin arttığını yerel yönetimler de ifade ediyor.
Artan nüfusu apartman katlarına yerleştiren yerel yönetimler, ne yazık ki deprem gerçeğini unutuyorlar. Sanki müteahhitlerle birlikte çalışıp şehrin gelişme planlarını birlikte yapıyorlar. Arsa değeri artan, rantı büyüyen yerlerde, rantı daha da büyütmek isteyen zihniyet kat sayısını bir şekilde artırıyor.
Eskiden göl olan, bataklık olan alanlarda gökdelen benzeri dikilen apartmanlar insanımıza mezar oluyor. Depreme dayanıklılıkta bütün bilim insanlarının ortak noktası SAĞLAM ZEMİN olmasına rağmen, derelerin çayların doldurduğu alanlara hala imar izni nasıl verilir anlamak mümkün değil. İmar izni verilmesi bir yana betonun taşıma kapasitesi belli. Yüksek kat izni verilmesi artık cinayete teşebbüs ile açıklanabilir ancak.
Kahramanmaraş depreminin olacağını, fay hattının bulunduğu tüm bölgeyi etkileyeceğini deprem uzmanları üç dört senedir dillendiriyor. Depremle ilgili kararlar alınıyor uygulanmıyor. Geri dönüşüm hikayesi yıllardır devam ediyor. Katlara kat eklenmeye devam ediliyor.
Pazarcık ve Elbistan depremleri bütün milletin yüreğini yaktı. Can kaybı hakkında hiç kimse konuşmak istemiyor. Yetkililer kendileri dışında yapılan ve yayılan haberlere itibar edilmemesini istiyor. Haklıdırlar belki. Ancak iletişim çağındayız. Hemen her yerden insanının yüreğini burkan görüntüler an be an sosyal paylaşım sitelerine ve haberlere çıkıyor.
İnsanımız çok cevval. Kendi imkanlarıyla yakınlarını kurtarmak için canla başla çalışıyor. İnsanın evde aciz oturması vicdanını sızlatıyor ama ancak elinden gelen yardımları yapmak suretiyle acıyan yüreğini bir nebze olsa durdurmak istiyor.
Televizyonlardan hemen herkes yıkılan binaları görmüştür. Hemen hepsinde beton ve demir malzemelerinde sorun var. Yüklendiği katı çekemedi ki yıkıldı. Dünyanın en fazla nervürlü demir ihracatı yapan memlekette, nervürlü demir kullanımı düşük görünüyor.
Yıkılan binalarda ilave çıkılan üç-dört katı hemen herkes görmüştür. Deprem ülkesinde bu izinlerin verilmesi kamu idarecilerinin bizzat sorumluluğundadır. Üç beş senede bir imar affı çıkaranlar büyük vebal altında olmalılar.
Türkiye süratle inşaatta katı azaltma yoluna gitmeli, emlak ve inşaat sektöründe RANT kavramını öldürmelidir. Mevcut binalarda dahi, katı sayısına göre mutlaka üst katları yıkmalıdır. Başka türlü deprem gerçeğiyle yaşamak mümkün değildir.