ZAMANI GELİNCE SORARLAR Hatay’da deprem sonrası yıkılan 3 yıllık binanın müteahhidine sormuşlar:

“Neden yıkıldı?” diye
Cevabı ilginç:
“Bana binayı soramazsınız?”
.
Doğru,
Sitenin bahçesindeki “Çimleri” sorsalarmış ya adama.
Vallahi ayıp etmişler adama.
.
Be adam!
Bu siteyi sen 3 yıl önce yapmışsın.
Eyvallah.
.
Sonra iyi paralara satmışsın.
Eyvallah.
.
Yıkılınca da “Dış güçlere” soracak değiller ya?
Sana soracaklar tabi.
.
Şöyle cevap versen anlarım:
“Binamız mevcut imar ve bina yapım şartlarına uygun yapılmıştır. Her türlü kontrolleri de mevcuttur. Neden yıkıldığı konusunda ben de şaşkınım. Zamanı gelince tüm değerlerimize tekrar bakacağız…”
.
Ama o diyor ki:
“Bana binayı soramazsınız?”
.
Koçum!
Bu devlet sana öyle bir sorar ki…
Vallahi anlayamazsın…
 
HANGİSİ TÜRKÇE?
“Bakkaldan aldığım somun içine peynir koyup sandviç yaptım, balkona oturup hanımın getirdiği çay ve su beraberinde afiyetle yedim…”
.
Bu cümleyi tekrar tekrar okuyun.
.
Öncelikle anladınız mı?
.
Anlaşılıyor;
“Adam sandviç yapmış, hanımı da çay getirmiş o da balkonda afiyetle yemiş.”
.
Ama özel bir durum var.
O da şu:
“Bu kelimelerin hiç biri Türkçe değilmiş…”
.
Duyunca ben de şaşırmıştım, şimdi şaşırma sırası sizde.
.
Adam açıklıyor:
Bakkal: Arapça
Somun: Rumca
Peynir: Farsça
Sandviç: İngilizce
Balkon: Fransızca
Han’ım: Moğolca
Çay: Çince
Su: Çince
Afiyet: Arapça
Beraber: Farsça
Yedim: Türkçe
.
Bu cümleden sonra merak edip araştırdım.
Size de “aktarayım” dedim.
.
Hangi kelimelerin Türkçe olup olmadığını anlamak için basit bir kural var.
Şöyle ki:
“Türkçe sözcüklerde ilk heceden sonraki hecelerde ‘O’ ve ‘Ö’ ünlüleri bulunmazmış…”
.
Misal:
“Doktor, horoz, motor, balon, maydanoz, koro, sigorta, kozmopolit…”
.
Misal:
Türkçe bir kelime “C, L, Ğ, M, N, R, V, Z” harfleri ile başlamazmış…
Bu harflerle başlayan bütün kelimeler yabancıymış.
.
İşte bazıları:
“Absürt, dizayn, kampüs, kaos, fotokopi, lokal, misyon, bariyer, maç, periyot, halüsinasyon, seans, gala, italik, poşet, mutabakat, adisyon, viraj, faks, literatür, teyyare, kriter…”
 
AYI RÜSTEM
Geçen haftaları takip edemeyenler için kısaca anlatayım:
Efendim bendeniz geçim sıkıntısından dolayı ikinci bir iş olarak pavyonda iş buldum. İri olmam dolayısı ile hemen işe kabul edildim. Gündüzleri yine mahalle kahvesinde çalışırken, geceleri pavyonda çalışıyorum.
İşim mi?
Kapıda durup sarhoşlarla uğraşmak değil, işi biten pavyonumuzun kızlarını tuttuğum bir taksi ile evlerine sağ salim ulaştırmak.
Gıcır iş yani.
Ben başladım işe.
Başladım ama iki iş birden yürümüyor.
Pavyon işi geceleri çok vaktimi alıyor, sabah kahveyi açamıyorum.
Patron yavaş yavaş kızmaya başladı.
.
Bu arada pavyondaki kızlardan “Beyaz Zambak” olan bana yürümeye başladı gibi.
Geçen hafta çatıya çıkıp, “Rüstem gelmezse atarım kendimi aşağıya” diyerek intihar etmek istemişti.
Polisler beni çağırdı, gittim.
Kız boynuma sarılıp:
“Neredesin be Rüstem! Kurtar beni buradan!” demesin mi?
.
Meğer Sarı Yavuz adında biriyle anlaşmış. Evleneceklermiş.
Ama arada patron var.
Onları kaçırmam için benden yardım istediler.
.
İşte tam burada kalmıştık.
Oradan da devam ediyorum…
.
Yahu ben bunların kaçmasına yardım etsem, pavyondaki patron beni kıtır kıtır keser…
Kızı bana emanet etti çünkü:
“Başına bir şey gelirse senden bilirim” demişti.
.
“Bu iş olmaz” diyerek kahvenin içinde volta atıyorum, bir yandan da “Sevgililere yardım etmek sevaptır” diyorum içimden.
“Ulan Rüstem” diyorum kendi kendime, “Senin başına gelse böyle bir şey? Sana yardım etmeseler ne yapardın?”
“Saydırırdım tabi…”
.
Ben bu işin içinden çıkamayacağım anlaşılan.
En iyisi bizim kahvenin patronuna sorayım.
O bilir böyle işleri.
.
Akşamüzeri kahveye geldiğinde hemen yanına damladım.
“Patron bir şey danışacaktım?”
Şöyle bir yüzüme baktı:
“Durumundan pek hayırlı bir şey olmadığı anlaşılıyor.”
“Yok be patron hayırlı, hayırlı…”
“De bakalım o halde…”
Durumu baştan sona anlattım.
Bir yandan da onun mimiklerini takip ediyorum.
Az çok yüzünden anlarım ne diyeceğini.
.
Anlatacaklarım bittikten sonra kahvesinden bir yudum aldı, ağzında şöyle bir çevirdi ve ocakçıya bağırdı: “Oğlum bunun telvesi az. Böyle kahve mi olur? Müşteriler kısıtladığımızı zannedecek…” dedi.
.
Sonra bana döndü ve: “Rüstem beni iyi dinle… Bu iş çetrefilli… Hikâyenin sonu pek bozuk…”
“Peki ne yapayım patron! Gidip kıza bu işi yapamayacağımı söyleyeyim değil mi?”
“Aslında en kısa çözüm bu… Ama bir yol daha var…”
“Nedir?”
“Gidip patronla konuşmak…”
O an sandalyeden düşecektim, masaya zor tutundum.
“Patroncuğum sen o herifi tanımıyorsun galiba… Daha ağzımdan kelime çıkmadan suratıma yumruğu yerim herhalde…”
“Öyle deme evladım. Bu tipler öyle sert dururlar ama babalık yapmayı severler. Ne de olsa şan peşindedirler.”
“Yani?”
“Yanisi şu: Gidip adamla konuşacaksın…”
.
O dakikadan itibaren bacaklarım titremeye başladı bile, durduramıyordum kendimi…
“Nasıl yapacaktım, ne diyecektim?”
.
Bütün kahvede deli tavuklar gibi dolaştım.
Müşterilerin çaylarını, kahvelerini hep karıştırdım.
.
Nihayet gece oldu.
Ben pavyona gittim.
“Patron burada mı?” diye sordum,
“Yok, birazdan gelir” dediler.
.
Sinek Nazım duymuş patronu sorduğumu, hemen işkillendi tabi, geldi yanıma:
“Ne o patronu sormuşsun, bir durum mu var?”
“Yok be Nazım! Şu maaş işini konuşacaktım”
“Ne o len, dütün kalktı galiba iki günde… Tamam tamam sen bırak ben konuşurum…”
“Olmaz ben konuşayım, sen zahmet etme.”
“Olur olur, ben konuşurum, sen işine bak! Hem ne o öyle titriyorsun sen?”
“Ya hiç sorma, akşam üşütmüşüm hala kendime gelemedim…”
.
Korkudan titrediğimi söyleyemedim tabi Sineğe.
.
Oradan doğru Beyaz Zambak’ın yanına damladım.
“Kız bana bak! Şimdi söyleyeceğim patrona. Sizin için evlenme izni alacağım…”
“Ne! Rüstem sen manyak mısın? Bizi kıtır kıtır doğrar…”
“Sen merak etme bu tipleri iyi bilirim, kalpleri yumuşaktır.”
“Rüstem! Kendini ve bizi yakma, sakın söyleme… Derilerimizi yüzer maazallah…”
“Korkma ben halledeceğim…”
.
Epey vakit geçti patron geldi.
Kapıda karşıladım kendisini.
Beni görünce “Nasıl gidiyor delikanlı” deyince cesaretlendim:
“Küçük bir maruzatım vardı, sizinle konuşmak istemiştim…”
Durdu.
Yüzüme baktı ve:
“Ne işiymiş bu?”
“Odanızda anlatırım efendim. Özel bir iş…”
“Senin benimle ne özel işin olur salak!” dedi
O an dizlerimin bağı iyice çözüldü zaten.
Ayakta zor duruyorum.
Lodosta kalmış yelkenli gibi sallanmamak için sıkıyorum kendimi.
“Çok özel!” diyebildim sesim içime kaçarak.
Bana baktı ve belli ki resmen acıdı.
“Tamam gel içeri…”
Odanın kapısına geldik, yanındakilere seslendi:
“Bizi yalnız bırakın…”
Adamları oracıkta üzerimi aradı ve “Boş” dediler.
.
Patronla beraber içeri girdik.
Ben kapıyı kapattım ve oracıkta kaldım, o üzerini çıkarıp astı ve masasına oturdu:
“Anlat bakalım delikanlı neymiş bu çok özel olan şey…”
Devamı haftaya