Cumhurbaşkanı geçtiğimiz perşembe günü deprem bölgesinde incelemelerde bulunurken, bir depremzedeye bunlar Kader Planı içinde olan şeyler diyerek rahatlatmaya çalıştı.
Ne yazık ki kader konusunda insanımız rahat davranıyor. Evet İmanın Şartlarındandır kadere inanmak. Ancak kaderi iyi tanımlamak gerekir. Hemen her şeye kader deyip geçmek doğru değildir. Kaderi din alimleri ikiye ayırıyor.
Birincisi mutlak kader. Bu kader, insanın müdahil olamadığı, değiştiremediği kaderdir. İnsanın annesini, babasını, kardeşini, amcasını, dayısını, halasını, teyzesini seçme hakkı yoktur. Bunları değiştirme hakkı da yoktur. Reddetmekle hiçbir şey değişmez. Dolayısıyla mutlak kadere tabi olmakta yarar vardır.
İkincisi ise iradi kaderdir. İnsanın iradesine yüklenmiş olan kaderde, insanın salahiyeti ve haliyle sorumluluğu vardır. Diğer bir deyişle insan işini, aşını, evini, damını, mahallesini, şehrini değiştirebilme özgürlüğüne sahiptir.
İnsanın anne ve babasını değiştirme salahiyeti yoktur ama anne ve babasının yaşadığı şehirde veya ülkede yaşamak zorunda değildir. Beni bu köyde dünyaya getirmişler, kaderim buymuş demek doğru değildir. Zengin bir aile veya fakir bir ailenin bireyi olarak dünyaya gelmek mutlak kaderdir. Ancak insan kendi geleceğini belirleme iradesine ve özgürlüğüne sahiptir. Dolayısıyla kaderim fakir olmakmış deme hakkına sahip değildir.
Ülkemizde her yıl iş kazalarında binden fazla vatandaşımız hayatını kaybediyor. Soma’da, ardından Ermenek’te, daha geçtiğimiz Ekim ayında Amasra’da meydana gelen maden kazalarında yüzlerce vatandaşımız kurtarılamadı. Geride gözü yaşlı anneler, babalar, resimlerine sarılmış çocuklar kaldı.
Devlet yetkilileri, madenciliğin fıtratında bu kazalar var dediler. Amasra’da yaşanan elim maden kazasından sonra Cumhurbaşkanımız ‘Tabii birileri bununla dalgasını geçebilir ama önemli değil. Biz kader planına inanmış insanlarız, kader planına inandığımız için de bunun ne dünü ne bugünü ne de yarını hiçbir zaman olmayacaktır. Bunlar her zaman olacaktır, bunu da bilmemiz lazım.’ dedi.
Gerçekte Amasra maden faciası insan iradesine bağlı olarak tezahür etmiştir. Her türlü teknolojik donanım olmasına rağmen, vefat eden işçilerimizin aileleriyle patlama tehlikesini paylaşmış olmalarına rağmen, atanmış olan idareciler tedbir almadılarsa bunun mesuliyeti hem idarecilerde hem de idarecileri atayanlardadır. Önce tedbir gerekir. Önlem alınmamışsa, üç sene önce yapılan uyarılara uyulmamışsa, patlamayı kadere yüklemek doğru değildir.
Aslında 2003 yılında meydana gelen Bingöl depreminde Başbakan Erdoğan aynen aşağıdaki ifadeyi kullanmıştır:
Yeraltında fay kırıklarından önce bağışlayın söylemek zorundayım, kırılan ar damarlarıdır. Malzemeden çalmanın arkasında ahlak hırsızlığı, demokrasiden çalmak, hukuk kapkaççılığı, siyaset yankesiciliği ve kamu yönetimi kalpazanlığı yatmaktadır. Bu olay, kamu otoritesinin devlet imkanlarını nasıl kullandığını bütün çıplaklığı ile ortaya koymuştur. Olay kader diye geçiştirilemez.
Ne güzel izah etmiş değil mi?
Bu güzel ifadelere rağmen son yıllarda vatandaşın da talepleriyle defalarca İmar Affı çıkarılmış, en son Mayıs 2018’de İmar Barışı torba yasaya konmuş, yaklaşık 7.5 milyon konuta tapu verilmiş, Çevre ve Şehircilik Bakanı yasayı hazırlarken de 50 milyar gelir beklediklerini belirtmiş, televizyonlara reklam verdirmiştir.
Seçim öncesi de maalesef Cumhur İttifakın minik ortağı tarafından İmar Barışı yasası hazırlanıyordu. Allah günah yazmasın. İmar affı çıkararak çarık çürük binalara tapu vermek, insanın aklı ve iradesine verilmiş bir salahiyet mi, yoksa Allah’ın yazdığı kader planı mı?