İbn Haldun’u bilir misiniz? Çoğunuzun bilmediğini zannediyorum.

Aynı benim gibi belki ismini duydunuz ama hayatı ve eserleri hakkında geniş bir bilginiz olmayabilir.
Zaten bilmek zorunda da değilsiniz.
Ama şimdi bu mübarek Cuma ve ramazan gününde azıcık bu bilge kişiden bahsetmeyi istedim.
.
Bir şekilde önüme çıkan İbn Haldun hakkında araştırdım, hayatını okudum ve ilginç saptamalara rastladım.
.
İlginç olmasının sebebi şu:
“Günümüzde bizlerin bile hala kavrayamadığı bazı kavramları”, Yemenli olup Tunus’ta 1332 yılında doğmuş olmasına rağmen en ince ayrıntısına kadar söylemiş, yazmış.
.
Asıl ismi Halid ed-Dahi olmasına rağmen, Endülüs’te adet olduğu üzere saygı ifadesi olarak “Haldun” şeklinde söylenmeye başlanmış, onun soyundan gelenler de “Beni Haldun” diye tanınmış.
17 Mart 1406 vefat etmiş ve Babünnasr karşısındaki Sufiye Kabristanı’na defnedilmiş.
.
Hayatının ilk yirmi yılını Tunus’ta, yirmi altı yılını Cezayir, Fas ve Endülüs’te, dört yılını yine Tunus’ta, son yirmi dört yılını da Kahire’de geçiren İbn Haldun iyi bir eğitim görmüş, küçük yaştan itibaren ilim ve fikir hayatına ilgi duymuş, ancak siyasetin cazibesinden kurtulamamıştır.
Devletin en üst kademelerinde bulunma hırsı takibata uğramasına, sürgün ve hapsedilmesine sebep olmuştur.
Sıkıntılı bazı dönemleri olmakla birlikte genellikle saray ve konaklarda refah içinde itibarlı bir hayat sürmüştür.
Merini, Hafsi ve Abdülvadi hanedanlarının yönetiminde bazan sultan ve emirler kadar etkili olmuş, iktidarların el değiştirmesinde önemli roller oynamış, bu özelliğiyle hem desteğine ihtiyaç duyulan hem muhalefetinden korkulan bir kişi durumuna gelmiştir.
Diğer taraftan sık sık kabileler arasında dolaşarak bedevi kabile hayatını yakından tanımış, fırsat buldukça da ilim ve öğretimle meşgul olmuştur.
Ünlü “Mu?addime”sini böyle bir bilgi ve deney birikimiyle kaleme almış.
.
Peki neden bugün İbn Haldun?
İhsan Eliaçık anlatıyor:
“1408 yılında vefat eden büyük düşünür İbn Haldun, bir devletin/iktidarın nasıl zeval bulacağına, yani çökerek tarihten çekileceğini dair ölümsüz tespitler yapmıştır.
İbn Haldun’dan bu yana altıyüz yıl geçmiş olmasına rağmen tespitleri hala taptaze, hala dipdiri…”
.
“İbn Haldun’u günümüze çevirerek söyleyecek olursak aslında demek istediği ‘Devletin sorunu devlet, milletin sorunu millettir.’
Buna Ali Şeriati’yi de eklersek; ‘Dinin sorunu da dindir.’
Yani devleti yerinden kımıldatmayan içte bir karşı devlet, milleti kokuşturan içte bir karşı millet, dini uyuşturup afyonlayan da içte bir karşı din vardır.”
.
“Kimse, öğretmen ‘Hey sen!’ deyince arkasındaki duvara bakan en arka sıradaki öğrenci gibi arkasına veya sağa sola bakınıp durmasın.
Kendi içinden kokuşup çürümedikçe ne devleti, ne milleti ne de dini kimse yıkamaz.
Bir yerde yok oluş varsa kokuşmuşluk vardır.
Tefessüh (kokuşmuşluk) tezelzülün (onursuzluk, zillet), zillet de zevalin habercisidir…”
.
İbn Haldun diyor ki:
“Devlet asabiyetle kurulur, fakat sadece asabiyetle devam edemez.
Devletin bir felsefesi, ideali, doktrini, akılcı bir programı olmalıdır. Sadece asabiyete dayanarak geniş ve uzun ömürlü devletler kurulamaz.
Bu tür asabiyetler bir anda parlar, iktidarı ele geçirir ancak sorunlara akılcı ve kalıcı çözümler bulamayacağı için söner gider.”
.
İbn Haldun diyor ki:
“Bazıları kendi çıkarları için dini asabiyeti istismar (telbis) eder, sahtekârlık (mülebbis) yaparlar.
Demek ki sağlıklı bir muhalefet için güçlü bir asabiyete dayanmak gerektiği gibi iyi niyetli ve samimi olmak lazımdır (Mukaddime, I-488 ).”
.
İbn Haldun diyor ki:
“Bir devletin tabii sınırları vardır. Devlet o sınırlara ulaşınca durur.
Devletin sınırlarını arazi şartları ve coğrafi engeller tayin eder.
Fakat daha çok, devletin sahibi olan topluluğun sayısı, hamle kabiliyeti, hücum yeteneği, teşebbüs ve istila kuvveti daha etkili olur.
Bu noktada zayıf olan devletler daha fazla genişleyemezler.
Keza devletin ömrünün uzun olması ve geniş topraklara uzun asırlar hükmetmesi, asabiyetin güçlü, sayılarının da çok olmasına bağlıdır.”
.
İbn Haldun diyor ki:
“Çok sayıda kabilelerin, çeşit çeşit cemaatlerin bulunduğu topraklarda, kuvvetli, sağlam bir devletin kurulması zordur…”
.
İbn Haldun diyor ki:
“Farklı asabiyetlerden birisi diğerlerini bertaraf ederek mülkü ele geçir.
İnsanın tabiatında varolan her şeye hâkim olma dürtüsü giderek ‘Tek adam’ yönetimine dönüşür.
İktidarını başkalarıyla paylaşmaz.
Artık her şeyi kendisi belirler.”
.
İbn Haldun diyor ki:
“Bir sosyal devrim, bir toplulukta arzu, iştiyak ve hak talebinin (mutalebe) doğması ile başlar.
Güçlü bir asabiyet (ordu veya halk desteği) oluşturarak iktidara yürür. İktidarı ele geçirince devrimi birlikte gerçekleştirdikleri diğer ortaklar bertaraf edilir.
Bir tek kişinin iradesi diğer bütün kesimlere egemen kılınır.
Muhalefetin bastırılmasıyla istikrar sağlanır.
Devrim, böylece devlete dönüşür.”
.
İbn Haldun diyor ki:
“Devlet olmak rahatlık, bolluk ve refah getirir.
Devlet iyice oturur, statükolaşır.
Artık devlet olmanın getirdiği ağırbaşlılıkla hareket edilir.
Yeni kurulan devlet önceki devlete galip gelmiş olsa da eğer medeniyetçe geriyse onu taklit eder.
Önceki devletin, gelenek ve göreneklerini içselleştirerek devam ettirir.
Bu, bedevilikten hadariliğe doğru bir evrilmedir (tatavvur, inkişaf, tekamül). Nihayet giderek asabiyet çözülür, devrim yıllarından kalma heyecan ve coşku kaybolur.
Devlet olmakla ağır ve hantal bir statüko oluşur.
Tören ve merasim devleti haline gelinir.
Devletin sahibi yeni ataklar yapmak yerine devletin ilk kuruluş yıllarındaki töreleri (kanun-u kadim) korumaya ve muhafaza etmeye yönelir.
Bunlardan ayrılınca devletin yıkılacağını sanarak koyu bir devlet muhafazakârlığı geliştirir.”
.
İbn Haldun diyor ki:
“Giderek lüks ve konfora dalınır, israf artar.
Devlet asabiyet mensupları arasında pay edilir.
Devletin her bir köşesi asabiyet (burada hanedan) mensuplarının şahsi çiftliklerine dönüşür.
Milletin devleti temellükü ve temerküzü (kamusal ruh) kaybolur.
Devlet, bir gurubun kendi arasında dönüp dolaşan ayrıcalıklı bir kulübe dönüşür.
Makam, mansıp, şan, rütbe ve terfiden başka hiç bir şeyi gözü görmeyen bir asalaklar topluluğu ürer.
Devletin manevi temeli ganimetçiliğe kayar.
Hanedan, sülale, aile veya bir gurup azınlığın menfaatleri ‘Devletin ali menfaatleri’ olur.
Devletin bütün enerjisi bu ayrıcalıklı sınıfların çıkarını koruma ve kollamaya yönelir.
Artık devlet milletten ontolojik olarak kopmuştur.
Millet, bu asalaklar topluluğunu doyurmak için elinde avucunda ne varsa verir.
Vergi, mahsul, ürün vs. hepsini doymaz bir iştahla bu asalaklar yer yutar.
Devletin kasası açıldıkça açılır.
Açıkları kapatmak için bir taraftan yeni vergiler konulur, diğer taraftan borçlanmaya gidilir.
Devlet, bir gurup azınlığın ‘har vurup harman savurduğu’ (israf ve terbiz) bir çiftliğe dönüşmüştür.
Bu durumda devleti elinde tutan topluluk acze düşer, dışardan veya içerden yeni asabiyet dalgaları yükselir.
Buna karşı koyamayınca artık o devlet için sonun başlangıcı (mahv, zeval) gelmiş demektir.”
.
İbn Haldun diyor ki:
“Bir devlet kuruluş, gelişme, yükseliş, duraklama ve gerileme dönemleri olmak üzere beş safhada ele alınır.
Devletler insanlara benzer ve genellikle bir devletin ömrü 120 yıl kadar sürer.
Bunu biraz kısaltmak veya uzatmak mümkündür.
Bütün bu dönemlerde yukarıda anlatılan haller vuku bulur…”
.
İhsan Eliaçık diyor ki:
İbn Haldun’a göre bir devleti zevale götüren sebepler şunlar;
1- Devletin hazinesine üşüşme olur; devlet çiftlik gibi yönetilir, paralar har vurup harman savrulur.
2- Boşalan hazineyi doldurabilmek için borç alınır.
3- Borçları ödemek için de vergiler artırılır.
.
Zevale doğru giden devletler, bu durumdan kurtulmak istiyorlarsa, İbn Haldun’un söylediklerinin tersini yapmalıdırlar. Yani;
1- Devletin hazinesine yönelik “üşüşmeyi” dağıtarak, hazineye sahip çıkmak.
2- Hazineyi toparlayıp borçları ödemek
3- Borcu ödeyip halkı ezen vergi ve aşırı masraflara azaltmak, hatta kaldırmak…
.
İhsan Hoca diyor ki:
“Sorunların kaynağını ‘Gökten gelen belalarda’ veya ‘Dış mihraklardan gelen kışkırtmalarda’ arayıp duranlarda bu özelikleri aramak beyhudedir.
Ne zaman ki bu özelliklerle donanmış, yani ‘İçeriye yönelen, dürüst ve cesur’ lider ve kadrolar, milletin ve de devletin içinden saf iyilik ve adalet duygularıyla bir ‘huruç’ hareketi başlatırlar, o zaman devlet de adam olur.
Millet kendi özünde olanı değiştirip kendine gelince devletini de adam eder.
Devlet adam olunca milletini ayağa kaldırır. Millet ayağa kalkınca da o ülkeyi kimse tutamaz.”