Prof. Özcan Köknel, “Çatışan Değerlerimiz” adlı kitabında şöyle bir örnek vermiş:
Soru: “Erkek bir kedi ağaca çıkmış ve inmek istemiyor. Kediyi o ağaçtan indirmek için ne yaparsınız?”
.
Bunu soran kişinin Profesör olduğunu görünce insan kendi kendine bazı sorular sormuyor değil.
.
Ama bilim bu işte.
Soru cevaplarına göre davranışları sorguluyor.
.
Bu soru için cevap seçenekleri koyuyor ortaya.
.
Şıklar:
A) Ağaca tırmanırsınız.
B) Merdiven dayayıp tırmanırsınız.
C) “Gel pisi pisi” diye seslenirsiniz.
D) Dişi bir kedi getirirsiniz.
E) İtfaiyeyi çağırırsınız.
.
Bu cevaplardan birini işaretlediyseniz halet-i ruhuyeniz şöyle ölçülüyormuş.
.
Değerlendirme:
A) Ağaca tırmandıysanız;
Cesur ve girişkensiniz.
İyi bir “Satış temsilcisi” olursunuz.
.
B)Ağaca merdiven dayadıysanız;
Hedefe hangi yöntemle ulaşacağınızı planlayabiliyorsunuz.
İyi bir “Halkla ilişkiler müdürü” olursunuz
.
C) “Gel pisi pisi” diye seslendiyseniz;
Saflık derecesinde iyimsersiniz.
Ne yaparsanız, yapın, sakın kendi işinizi kurmayın.
.
D) Dişi bir kedi getirdiyseniz;
Kendi işinizi kurup çok başarılı ve ünlü olabilirsiniz.
.
E) İtfaiye gibi kurtarıcı görevlileri aradıysanız;
Sorumluluğu başkalarına atmayı beceren “İyi bir üst düzey yönetici” olursunuz.
.
Bu yazı sosyal medyada yayınlandıktan sonra cevaplara ek yapanlar olmuş.
.
F) Ağacı kesersiniz;
Böylece başka kedilerin çıkmasını da engellemiş olursunuz.
Sizden mükemmel bir “Kamu yöneticisi” olur.
.
G) “Bana ne” deyip yolunuza devam edersiniz.
Sizden çok iyi bir “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı” olur.
Verginizi vererek mis gibi yaşarsınız.
.
H) Kendiniz dişi kedi kılığına girip ağacın altında cilve yaparsınız;
Magazin medyası peşinizi bırakmaz, “Şöhret” olursunuz.
.
I) Kediyi silahla vurursunuz ve ağaçtan düşer.
Amaç kediyi ağaçtan indirmek değil miydi?
Sizden çok iyi bir “Darbeci Paşa” olur.
.
J) Yüksekçe bir yere çıkıp çevrede biriken topluluğa kedileri ne kadar sevdiğinizi anlatırsınız.
Sizden çok iyi “Muhalefet Lideri” olur.
.
K) Kediye bağırıp, çağırıp, korkutup, tehdit ederek indirmeye kalkarsanız;
Sizden çok iyi “İktidar Partisi Genel Başkanı” olur.
.
L) Ağacın altına bir masa atıp rakı-balık muhabbetiyle kediyi tavlamaya çalışırsanız;
Siz tam bizdensiniz…
.
Şimdi bakın bakalım halinize.
Siz kimdensiniz?
***
AYI RÜSTEM
Bizim kahvenin Ramazanlık halleri biter mi?
Geçen hafta başlamıştı bile.
.
Hani hava kararınca çıkar bazı mahlûkat sahneye, işte bizim işler de böyle.
Ramazan gelince “Teravih” bahanesi ile evden izin alan mahallenin sözde ev kabadayıları, kahveye damlar.
.
Aramızda kalsın, çoğu zaman lafa dalıp veya lafı yarıda bırakmamak adına teraviye bile gitmezler.
.
Gitmedikleri gibi, buna bahane de uydururlar.
“Zaten teravih farz değil ki?
“Ulan beş vakit namaz kılmıyoruz, her akşam sünnet olan teraviye gidiyoruz, bizimki de ayıp yahu.”
“Evet, evet gitmeyelim de ayıp olmasın.”
.
Bizim kahvedeki çay ocağının üzerinde şöyle bir tabela vardır:
“Et Kahveyi Bahane,
Kıl Muhabbeti Şahane.
İtiraz Eden Olursa,
Az gelir Dershane” diye.
.
Bizim usta yazdırmıştı bunu.
Hikâyesi de vardır hani, öyle durup dururken yazdırmadı.
.
Eski toprak diyebileceğimiz sohbeti tatlı, nur suratlı bir Şemsi Amcamız vardı.
Her Ramazan akşamı kahveye gelir, onu gören kahve cemaati etrafına toplanır o da hikâyeler anlatmaya başlardı.
.
“Dinleyin bakalım ey ehli dünya! Kuburdakiler duymayacak anlattıklarımı bilesiniz, siz de oraya gittiğinizde gözyaşınızı silesiniz” derdi başlarken lafa.
.
Kubur dediği kabirdekilerden bahsediyor.
.
“Anlattığımı duyuyorsanız şanslısınız” demeye getiriyor, her seferinde insanın içini ürpertiyordu.
Bir an için insanın ölümü aklına getirmesi kabul edilebilir bir şey değildi tabi.
.
“Gönül ne kahve ister, ne kahvehane gönül muhabbet ister kahve bahane” diyerek iç geçirir ve anlatmaya başlardı.
.
“Kahve pahalı diye içmeyi de unutmayın zira kahveci de taş kökü yiyecek değil ya!” diyerek seslenirdi cemaate.
.
Unutmadan söyleyeyim kulakları doğuştan ağır işiten Emekli vergi memuru Ferit amca da oradaydı.
O kadar eski yani anlattığım.
.
Şu Şemsi Amca’ya biraz ara vereyim de size Ferit amcanın maceralarından bahsedeyim.
.
Bizim Ferit amca çocukken de ağır işittiğinden başı beladan hiç kurtulmamış.
Daha ilkokula başladığında (öğrenciler birbirini tanımıyorken) öğretmen yoklama yaptığında ismini duymayıp cevap vermeyen Ferit amcanın devamsızlıktan velisini çağırmışlar.
Daha sonra aslında sınıfta olduğu ispat edilince, durum anlaşılmış.
.
Gençliğinde anarşikler varmış.
Sokakta yürüyemezmişsin.
Bir keresinde Taksim’den geçerken silahlar patlamış ve herkes yere yatmış elbet serseri bir kurşuna hedef olmamak için.
Meğer bir grup, diğer gruptan bir kızı rehin almış, slogan atıp duruyorlarmış.
Ama bizim Ferit amcanın kulaklar duymayınca bunların üzerlerine doğru yürümüş.
Korkusuzca üstlerine gelen Ferit amcayı gören anarşikler kurşungeçirmez yelek giymiş polis zannetmişler.
Rehineyi bırakıp kaçmışlar.
Daha sonra polis teşkilatı kendisine cesaret madalyası vermiş.
.
Neyse ben Şemsi amcaya döneyim.
Şemsi amca o akşam başladı hikâyesine:
“Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı. Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş “Mutlaka bir cevabı olmalı” diyormuş.
Ve dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş.”
Ferit amca dalıyor söze:
“Herkesi yormaya mı başlamış, bak sen şu kerataya!”
.
“Köy, kasaba, ülke dolaşmış bu arada zamanda durmuyor tabi ki.
Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona:
“Şu karşı ki dağları görüyor musun, orada yaşlı bir bilge yaşar! İstersen ona git belki o sana aradığın cevabı verebilir.” demişler.
Çok zorlu bir yolculuk sonunda Bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam.”
.
Ferit Amca:
“Adam kime bulaşmış anlamadım?”
.
Şemsi amca iki de bir lafa dalan Ferit Amcaya dalacak neredeyse, “Ya sabır” çekip devam ediyor her seferinde anlatmasına.
.
“Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye “Hayatın anlamının ne olduğunu” sormuş.
Bilge; “Sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerek” demiş.
Ona bir çay kaşığı vermiş ve içine de silme bir şekilde zeytinyağı doldurmuş ve:
“Şimdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel. Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin eğer bir damla eksilirse kaybedersin.” demiş.
.
Ferit amca:
“Neden ayıp edersin demiş ki?”
.
“Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş.
Bilge bakmış “Evet” demiş “kaşıkta hiç yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı?” Adam şaşkın…
“Ama” demiş “ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki.”
Bilge: “Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel” demiş Bilge...
Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzellikler büyülemiş muhteşem bir bahçedeymiş çünkü.
Geri geldiğinde Bilge, adama, “Bahçe nasıldı?” diye sormuş.
Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini anlatmış.
Bilge gülümsemiş ve “Ama kaşıkta hiç yağ kalmamış” demiş ve eklemiş:
“Hayat senin bakışınla anlam kazanır. Ya sadece bir noktayı görürsün hayatın akıp gider sen farkına varmazsın. Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın akıp giden zamanın anlam kazanır... Hayatının anlamı senin bakışlarında gizlidir…” diyerek kahvesinden bir yudum aldı.
“İşte” dedi, “hayat böyle bir şey…”
.
Tam hikâyesini bitirmişti ki arka sıralarda kâğıt oynayan yabancı biri ayağa kalkarak; “Bırak bu safsataları kafamızı ütüledin be amca. Kısa kes Aydın havası olsun. Senin dırdırında doğru dürüst bir kahve içemedik” dedi ama lafı bitince, bizim patron oturduğu yerden adamın üzerine Süpermen gibi uçtu adeta.
.
İki dakika geçmedi, adam kahvenin kapısında yerde yatıyordu.
“Muhabbeti böleni, ben de bölerim. Dersini de veririm” şeklinde bir söz söylüyordu yanına gittiğimizde.
.
İşte o günden beri bizim çay ocağının üzerinde o söz yazılıdır.
Hikâyesi de bu yani…