Dünya ve Güneş arasında bir aşk var. Yavrusu olarak bize sahip çıkıyor Güneş.
Aralarındaki rakamlar işin boyutunu da gözler önüne seriyor.
Sermesine seriyor ama bazılarının kafa almıyor ve soruyorlar:
“Nasıl yani?”
.
Mesela: “Dünya saatte 1670 km hıza kendi yörüngesinde dönüyor.” desek itiraz edip soruyu yapıştırırlar:
.
“Madem o hızla dönüyorsa, biz neden üşütmüyoruz?”
.
Soruyu soran haklı.
.
Buna cevap verecek bilim adamı daha yetişmedi çünkü.
Adamın ilk bildiği şey;
“Üşütmek…”
Sürekli üşüttüğünden veya dünyaya üşütük olarak geldiğinden başka derdi yok…
.
Mesela:
“Dünya saatte 107 bin km hızla Güneşin etrafında dönüyor.” desek?
.
Şöyle bir soru geleceği muhakkak:
“Uzaya giden astronotlar dünyaya inmek için nasıl yetişecek?”
.
Adamın ikinci olarak bildiği şey ise:
“Kalkmak ve inmek…”
.
Nasıl ineceğini düşünmekten bu hale gelmedik mi zaten?
.
Şu bilgilere de bir sorusu var kanımca:
“Güneş saatte 792 bin km hızla Samanyolu Galaksisinde dönüyor.”
.
Sorusu şu olurdu:
“Madem Güneş bu kadar hızla dönüp, yol alıyor peki biz dürbünle (aslında teleskop demek istiyor) baktığımızda Güneşi nasıl görüyoruz o zaman?”
Son bilgiyi duysa sandalyeden düşecek:
“Samanyolu Galaksisi saatte 2.26 milyon km hızla içinde bulunduğu evrende dönüyor…”
.
Böyle insanlardan çevrenizde vardır.
Cahillik çerçevesinde bilgiyi size bırakmayan bu tipler oldukça eğlenceli oluyor her zaman.
.
Onlarla yaşamak bize de bir çeşit moral kaynağı.
Tek kusuru var:
“Bizimle beraber kullandıkları oylar eşit sayılıyor ne yazık ki…”
.
Meşhur fıkra var:
Zamanın birinde seçim öncesi listeler yapılıyor.
Genel başkan il il adayları yazıyor:
-“Mehmet Bey Ankara’ya, Selami Bey Burdur’a… Ahmet Bey de…”
O sırda yardımcısı sözünü keser:
-“Aman efendim o biraz aptaldır, onu yazmasak?”
-“Yazalım yazalım… Aptalların da temsil hakları var…”
***
YAPAY ZEKÂ
Bu aralar adını sıkça duyduğumuz bir zeka çeşidi.
Aslında yapay olanı.
.
Yapay zekâ teknolojileri geliştikçe insanoğluna pek gerek kalmayacak.
Şimdilerde sohbet edebileceğiniz, hikâye, makale yazdırabileceğiniz, hatta sunum yaptırabileceğiniz onlarca site var.
.
Misal: “Portakal” yazıyorsunuz size bir sayfa makale yazıyor.
.
Derdiniz anlatıyorsunuz psikolojik destek veriyor.
.
Bu zekâyı kullanan robotlar da yapılmaya başlandı.
Geçtiğimiz günlerde havada takla atanına rastlamıştım.
Bu denli denge kullananı ilk defa görüyordum, bir şekilde içim ürperdi:
“Ne oluyor?” dedim
.
Kelimeleri öğrenip, kendi kendilerini sorgulamaya geçtiklerinde sonumuzun pek hayırlı olmayacağını tahmin eden bir çok bilim adamı “Yapay zekâ çalışmalarının durdurulması” yönünde bir açıklama yaptılar.
.
İşte onlarla ilgili sosyal medyada yayınlanan bir yazı:
OpenAI tarafından geliştirilen, yapay zekaya dayalı bir sohbet robotunun adı: ChatGP
Robot, kendisine sorduğunuz soruları karşınızda bir insan varmış gibi cevaplayabiliyor.
Ayrıca, ChatGPT hangi dilde yazdığınızı anlayabiliyor, sizin için açıklayıcı yazılar oluşturabiliyor, farklı programlama dillerinde programlar yazabiliyor ve hataları dahi ayıklayabiliyor.
.
ChatGPT, internet üzerinden öğrendiği bilgileri derleyip tatmin edici cevaplar verebiliyor.
Bunlar aslında Google arama motoru üzerinden de erişilebilen cevaplar. Aralarındaki fark ise Google aranan konu ile ilgili tüm seçenekleri yani birbirinden farklı kaynakları kullanıcıya sunarken, ChatGPT bir dizi tahminde bulunarak ulaştığı tek bir cevabı çok daha hızlı bir şekilde kullanıcıya sunuyor.
Tabii ki soruları cevaplarken kaynak belirtmiyor.
İnternetteki bilgilerle eğitilen ChatGPT, cümleleri kelime kelime oluşturuyor ve her bir kelimeden sonra gelmesi gereken en muhtemel ifadeyi seçerek ilerliyor.
ChatGPT zaman zaman yanlış bilgiler de verebiliyor.
Bunun sebebi de sohbet robotunun bilgileri internet üzerinden derlemesi.
ChatGPT’nin gelecekte farklı amaçlar için de kullanılması öngörülüyor.
Bu teknolojinin günlük yaşamda nerelerde karşımıza çıkacağını ve bizleri nasıl etkileyeceğini ilerleyen zamanlarda hep birlikte göreceğiz.
***
AYI RÜSTEM
Malumunuz bayram geliyor.
“Herkeste bir telaş” diyeceğim ama nafile, kimsede telaş filan yok.
Zaten ramazan olduğundan bile şüphelenirsiniz sokağa çıksanız.
.
Kimsenin umurunda değil.
Ramazanmış, bayrammış.
.
Geçen davulcular bahşiş almak için sokağa çıktılar, bizim kahvedekiler: “Ne yapıyor bu davulcular gündüz gündüz” diye konuştular aralarında.
“Yahu ramazan geldi, bahşiş istiyorlar” dediğimde uyandılar: “Sahi ramazan…” diye.
.
Biz böyle konuşurken içeri sırtındaki çuvalla kan-ter içinde Agâh amca geldi.
Hemen fırladım aldım elindeki çuvalı.
-“Hayırdır Agâh amca nedir bu telaşın? Nereden gelirsin? Nereye gidersin?”
Agâh amca zor attı kendisini sandalyenin üzerine.
Cebinden çıkardığı mendili çıkarıp saç olmayan başını şöyle bir sildi.
-“Sen bana oradan bir su ver hele” diyebildi.
Sanırsın son nefesini veriyor…
.
Hemen suyunu getirdim verdim. Bir daha istedi…
Kendine gelince anlatmaya başladı ama bizim meraklı kahve cemaati de adamın başına çullandı.
Agâh amca çok şeker biridir.
Eli açıktır yani.
Kendisini dinlemeye gelenleri görünce “Rüstem! Benden çay getir herkese!” dedi ve başladı anlatmaya.
Ben hem çayları getirmeye gittim hem de uzaktan dinliyorum anlattıklarını:
-“Ramazan geldiğinde bizim hatunu başlar bir telaş. N’apıcağız, nasıl yapacağız? Bayram geldi. Şeker pahalı, ceviz pahalı, un pahalı diyerek, evin içinde başı kesilmiş horoz gibi döner durur… ‘Yahu kadın! Yapma şöyle şeyler! Bir hal çaresi bulunur merak etme’ desem de nafile. Tam 1 ay ramazan boyunca başımın etini yer durur…”
Bizim çaylar biter yenisi gelir Agâh amcadan ve o hala anlatmaya devam eder:
-“Sonunda her şey hallolur. Şeker de bulunur, un da, ceviz de… Bak mesela bizim evde yardımcılık yapan kadının köylüsü varmış, ceviz satıyormuş. Kilosunu 55 liradan verecekmiş dedi bana. Getirsin bir çuval, alalım dedim. Tamam dedi. İşte bu cevizler oradan… Alın yiyin çocuklar, çekinmeyin…”
Vay sen misin öyle diyen.
Kahvedekiler saldırdı adamın çuvalına.
O sırada Agâh amca: “Ben de şu aktara gideceğim, oradan da pazara uğrarım. Başka şeyler de ısmarladı yengeniz. Oradan direkt eve geçerim, Rüstem sen de çuvalı eve götürüverirsin artık” dedi.
“Ne demek Agâh amca, sen emret yeter” dedim.
“Estağfurullah evladım emir ne demek, istirhamım olur…” diyerek çıktı gitti.
Aradan yarım saat geçti ben bir baktım tüm kahve Agâh amcanın ceviz çuvalının başında…
“Çat-çut” sesleri arasında cevizler kırılıyor, sohbetler ediliyor…
Dikkatli baktığımda koskoca çuvalın yarısından çoğu bitmişti.
Hemen yerimden fırladım ve kaptım çuvalı.
Anaaa!
O ne?
Çuvalın için kabuk dolu.
Koskoca çuvaldaki cevizler bitmişti.
O sırada patron geldi.
“Ne oluyor?” diye sorduğunda, anlattım durumu.
Patron hiddetle kahveye doğru bağırdı:
“Herkes 100’er lira versin, zira ceviz alınacak!”
Kimse itiraz etmedi.
Birkaç “Ben o kadar yemedim” şeklinde cılız itiraz sesleri çıksa da, patronun davudi sesi onları sindirdi…
Hemen pazara gidip aldım cevizleri ve hallettik ceviz işini.
70 liradan aldığımız cevizleri çuvala döktük, üzeri azıcık boş kaldı ama olsun artık, onlar da ikram sayılsındı…
Ben de çuvalı evine götürüverdim…
Agâh amca ertesi günü kahveye geldiğinde, Fehamet teyzenin cevizleri çok beğendiğini anlattı…
Biz de kahve sakinleri olarak hep bir ağızdan; “Afiyet olsun” dedik buruk bir şekilde…