Şimdilerde mektup yazılmaz oldu.
Şu telefonlar çıktı çıkalı, kısa mesajla hallediliveriyor.
Mektubun güzelliği vardı, ruhu vardı, kokusu vardı…
Güldüreni vardı,
Ağlatanı vardı,
Müjdelisi vardı,
Kara habercisi vardı.
.
Mektup başkaydı gerçekten.
.
Bugün size fıkra yerine birkaç mektup örneği yazmak istedim.
Bakalım beğenecek misiniz?
.
ZENCİ
Genç bir kadın, aylardır şantiyede olan kocasına aşağıdaki satırları yazar:
“Sevgilim,
Biliyorsun, sen şantiyedeyken nur topu gibi bir bebeğimiz oldu.
Sütüm yetmediği için, yavrumuzu besleyebilmek amacıyla bir sütanne tuttum.
Yalnız, bu sütannenin zenci olmasından dolayı çocuğumuz, emdiği sütün etkisiyle zaman içinde zenciye dönüştü.
Haberin olsun dedim.
Bu konuda benim bir suçum olduğunu düşünmezsin umarım.
Öptüm, Biricik eşin…”
Kadının kocası da bunun üzerine annesine bir mektup yazar:
“Sevgili anneciğim,
Karım bana gönderdiği son mektupta, sütü yetersiz olduğu için bir sütanne tutmak zorunda kaldığını, o sütannenin zenci olduğunu ve bu yüzden bebeğimizin renginin de zamanla koyulaştığını yazıyor.
Bundan eşimi sorumlu tutamayız, tabii ki.
Selam ve sevgilerimle…”
Annesi ise oğluna şöyle bir cevap yazar:
“Sevgili oğlum,
Aslına bakarsan, sen doğduğunda benim sütüm de yetersiz kalmıştı.
Ama biz fakir olduğumuzdan dolayı, sütannesi tutamayıp onun yerine seni inek sütüyle beslemek zorunda kalmıştık.
Bu durumda takdir edersin ki, senin safkan bir öküz olmanın sorumlusu ben değilim.
Seni seven annen…”
KARADENİZLİ MEKTUBU
Sevgili uşağum!
Allah'ın selamu tabiidur.
Mektubu çok yavaş yazayrum, çünküm biliyrum ki, çabuk okuyamazsun.
Benden yana sual edersen, Allahuma pin şükür iyiyum, yeni pir iş puldum.
Emrimde yüze yakin adam var, hepsi de sessuz sedasuz, kendi hallerinde.
Ne iş pulduğumu soraysan söyleyeceğum patlama, mezarluk pekçisu oldum…
Bacin Emine bir uşak doğuracak, daha erkek midur, kiz midur, pellu değildur.
Haçan o yüzden sağa dayi mi oldin, teyze mi oldin söyleyemeyrum…
Temel emicen de tükkan açtu, o da otuza alduğini yirmipeşe veriyor, sürumden kazanaymiş öyle dedu…
Bizim köye findukçularin Temel'i muhtar seçtuk, akillu uşak da.
Geçen gün hepimizu zelzeleye karşi aşi etturdu.
Temel akilludur, hem de dürüsttür…
Geçenlerde bir taksinin şoförü köye varmuş, muhtari arayi.
Meğer yolda pir tavuk ezmuş sahibini soraymuş.
Muhtar Temel tavuğa pakmiş, ‘ha pu bizden değildur, pizum köyde yassu tavuk yoktur’, demiş...
Senin küçüğün Memet çok akullu bir uşak çiktu.
Geçen gün tepeye varmuş, elinde bir ip sallayup durayi…
Anan, ‘Uy uşağum ne edeysun oraya?’ demiş…
O da ‘Heva turumuna bakayrum’ demiş. Çektum oni akşam karşuma, ‘Anlat bakayum uşağum, ha bu hava turumu işi nedur?’ dedim.
Anlatti,
Meğer ip sallanunca havanuin ruzgarlu olduğunu, ip islanunca da yağmur yağduğuni anlaymiş...
Çok akillu uşak vesselam.
Sen o yaşta böyle akillu degildun.
Senin gönderduğun resmi alduk,
Pir yanunda bir Alman herif, diğer yanunda pir Alman karisi var, ortada da sen.
İyi ki resmin arkasuna ‘Ortadaki penum’ diye yazmişsun, yoksam tanimayacaktuk.
Yaa işte böyle uşağum.
Memleçetten sağa pol pol havadis.
Yeni havadis olursa yine yazarum sağa.
Baki Hüda’ya emanet ol.
Baban
NOT: Mektupa para koyacaktum, ama geç akluma geldi, o sirada zarfi kapatmişum…
NİNE 'NİN ÖLMÜŞ EŞİNE MEKTUBU
Son günlerde; bir surat bir surat ki gelinde, çayımı bile yarım dolduruyor bey.
Allah’tan kulaklarım ağır işitiyor da, duymuyorum ne söylediğini!
Ama yine de hissediyorum!
Beni, bu evde galiba istemiyor artık.
Hey gidi günler heeey!
Oğlunu bilirsin, vur kafasına al lokmayı.
İki ara bir derede ne yapsın?
Ana bu, atsa atılmaz; satsa satılmaz.
Bana artık gizli gizli sarılıyor bey!
Dün akşam, uyurken öptü beni biliyor musun?
Nasıl ağırıma gitti nasıl!
Artık akide şekeri de getirmiyor.
Hani dişlerim yok ya, güya yerken garip sesler çıkarıyormuşum da; çocuklar iğreniyormuş benden.
Yok; vallahi yalan bey, hiç yapar mıyım ben öyle şey?
Gelin; çocuklara masal anlatmamı da yasakladı.
Üstelik seninle konuşuyormuşum diye, duvardaki resmini bir yere sakladı.
Olsun, koynumdaki resminden haberi bile yok!
Yine de beddua edemem bey, oğlumun karısı; torunlarımın anası o!
Geçenlerde üst komşular geldi.
Ne konuştuklarını duymayayım diye, kapıyı üstüme kilitledi.
Duymadım, duyamadım; lakin hissettim.
Düşkünler evine yatıracaklarmış önümüzdeki ay beni.
Ne yalan söyleyeyim epey ağırıma gitti, epey!
Ha, sen ne diyorsun bey?
Hani bir görünsen oğluna!
Ne de olsa babasısın, seni dinler.
Bu odada oturur, vallahi hiç dışarı çıkmam.
Akide şekeri de istemem.
Masalda anlatmam artık çocuklara.
Ne olur, ayırmasınlar beni bu evden.
Yaşayamam, nefes bile alamam.
Sana ait anılardan uzak ne yaparım ben, ne yaparım?
Şu camın pervazında hayalin durur, çekmecelerde el izin.
Bastonun hala duvarda asılı.
İstemiyorlar beni artık, istemiyorlar hasılı!
Hey gidi günler hey!
Hani diyorum, bir çağırsan!
Yoksa, yoksa sendemi unuttun beni bey?
NİNENİN MEKTUBU
Ey benim umudumun Gandili,
Gözyaşımın mendili,
Dağdan, bayırdan aşırmadığım,
Gözden, gönülden düşürmediğim…
Duaynan böyütdüğüm,
Türküynen yörütdüğüm,
Gardan, gışdan gayırdığım,
Bazlımaynan doyurduğum,
Güneş’im, Ay’ım,
Yavrııım, bidenem, Özay’ım…
Acı habar tez uleşdi,
Elim, ayağım doleşdi,
Gözüm garardı, yüzüm sarardı,
Düğüm düğüm oldu boğazım,
Lokmamı yeyemedim,
Bi şey de deyemedim,
Dondum galdım,
Ne etcemi bilemedim.
Ey Goca efem, arkedeşim,
Yavrıım, bidenem, can yoldaşım,
Tarhanam, unum, bulgurum,
Bu dünyada umudum, gururum,
Tencerede aşım,
Dinmeyen gözyaşım,
Nerdesin bidenem, yavrııım…
Ne ettin len?
Nereye gittin sen?
Benim yiğidimin ölüm nesine,
İnsan habar verme mi ninesine…
Olsaydı habarım,
Bu halimle goşarak,
Dağı-daşı aşarak,
Ben araya girerdim.
Dikilir garşısına Azrail’in
“Aslanımı bırakın, beni alın” derdim.
Olur mu yavrııım, olur mu?
Hiç böyle edilir mi?
Doksan yaşındaki ninen,
Goyup da gidilir mi?
Ey büyük Allah’ım!
Senin işine garışmam da
Bu iş de bi yanlışlık var ama
Onun daha söylenecek sözü
Dillenecek sazı vardı.
Ninesine mektupları
Hem okur, hem çalardı.
Onu dinleyenler duygulanır,
Hem güler, hem ağlardı.
‘Ninem’ derdi bana
‘Gocanam’ derdi.
Yanık sesiyle türkü söylerdi,
Böyle nasıl oldu bilemeyom?
Epeydir habar gelmedi,
Hasdeyim de demedi,
Sesi soluğu bitivemiş,
Aniden, sessizce yitivemiş.
Şindi n’olcek gari
Dostla bişeyle deyin bari.
“Tellidir anam tellidir
Denizli’nin horozları bellidir”
Deye dağı-daşı aşan ses nerde?
“Tepsi de tepsi fındıklar
Ayşe’de Veli Aga’yı gıdıklar” deye
Fıkır-fıkır coşan ses nerde?
Hanı nerde çoban Mustıfali?
Goyunları gütmeyo mu?
“Çöz de al Mustıfali” diyen Ayşe gelin
Oynemeye gitmeyo mu?
Ses gelmeyo mu efemden?
Garibim, yavrım, horozum
Türkü-türkü ötmeyo mu?
Ey büyük Allah’ım!
Neden böyle garar gıldın?
Neden onu benden aldın?
Neden beni derde saldın?
Affına sığınırım
Bir sözüm var sana…
Ben bile yaşarken daha,
Neden gittin ona?
Söktün ciğerimi benden
Tutuştu yüreğim,
Yandı bağrım
Affet beni Tanrım
Adaletten yana
İtirazım var sana.
Ey duaynan böyütdüğüm
Türküynen yörütdüğüm
Güneş’im, ay’ım
Efem, yiğidim, Özay’ım
Ben gideydim yavrııım senin yerine,
Sensiz yaşamak benim neyime,
Sana gurban olayım
Gavuşdursun bizi Tanrım,
Orda da seni bulayım…
Yavrııım, bidenem, Özay’ım.
Yavrııım, bidenem, Özay’ım…