Bizim hiçbir katkımızın olmadığı ekonomi yönetiminde yapılan ve verilen yanlış kararlar neticesinde 4 kişilik ailenin aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 10.360 lira olarak hesaplanmış.
Türk-İş’in yayınladığı raporda bu rakamlar var.
.
Bir emekli olarak açlık sınırının altına düşmüş vaziyetteyim şu anda.
.
Hani açıklanan enflasyon rakamları var ya, bir de bunun yanında “Ezdirmeyeceğiz” denilen sözler…
.
Ne oldu?
Sayenizde aç kaldık!
.
Yine aynı raporda şöyle diyor:
“Dört kişilik ailenin gıda ve diğer tüm temel harcamaları için hanesine girmesi gereken toplam gelir tutarı (yoksulluk sınırı) 33.750 lira.”
.
Emeklilerin hemen hemen hepsinin asgari ücretin altında maaş aldıkları ortadayken, (milletvekilleri hariç)
.
Yapılan bir araştırmada çalışan işçilerin yüzde 63’ü asgari ücret aldığına göre,
.
Ülkede belli bir mutlu azınlık dışında herkes aç!
.
Çanakkale’de tarlalarını satan köylülerimiz şu anda revaçta.
Daha önce 10 lira eden tarlalarını, yabancılara 100 liraya satmaya başlayınca yeni zenginler olarak aramıza katıldılar.
.
“Hazıra dağ dayanmaz” şeklindeki atasözünü hatırlatırken, onların geçici zenginliklerini değerlendirmeye bile almıyorum.
.
Şu tabloya bakarak bir karşılaştırma yaparsak “Dış güçlerin” ne halde olduğu, bizim neden böyle olduğumuz ortaya çıkıyor.
.
5000 iş günü prim ödeyenle, 7000, 9000 iş günü prim ödeyenin aynı maaşı aldığı ortamda eşitlik ve adaletten söz etmek imkânsız olacaktır.
.
TUSİAD bile açtı ağzını, yumdu gözünü:
“Son 10 yılın en zor döneminden geçiyoruz! Net rezervler eksiliyor, bütçe açığı büyüyor, satın alma gücü düşüyor, yüksek enflasyon bilançoları bozuyor, TL değer kaybediyor, yabancı yatırımcı gelmiyor ve ilk defa ikiz açık yaşıyoruz…”
.
İşçisi şikâyetçi, işvereni şikâyetçi, memuru şikâyetçi, emeklisi şikâyetçi…
.
Ama iktidar 20 senedir aynı.
Adamın biri bir röportajda soruyor:
“20 senede bu ülkeyi düzeltemediler de 5 yılda mı düzeltecekler?”
.
Diyeceğim o dur ki:
“Kimse heveslenmesin… Eski tas, eski hamam, sürünmeye devam”
TARİH VE İNSAN
Doğru parti Genel Başkanı Rıfat Serdaroğlu bir yazı kaleme almış.
Bu yazıda diyor ki: “Bulunduğumuz coğrafyada bir Türk Devletini yönetebilmek için iki konuyu çok iyi bilmeniz gerekir…”
.
Bu giriş üzerine hemen bir soru ben sorayım:
“Türk Devleti Yönetmek isteyen kim?”
Ortalık Ortadoğu Coğrafyasına döndü.
Adım başı mülteci, göçmen kaynıyor.
10.5 milyon nüfusu oldukları söyleniyor.
Resmen Demografik yapımız değişti veya değişecek.
.
Serdaroğlu, bu iki konuyu iyi bilmemiz gerektiğini söylemişti.
O konular şunlar:
“Tarihiniz ve İnsanınız!”
.
Devam ediyor yazısına:
“Bu iki kadim gerçekten haberi olmayan cahilleri ülkenin başına getirirseniz, önce haysiyetinizi sonra da özgürlüğünüzü kaybedersiniz ve kendi vatanınızda parya olursunuz.”
.
Serdaroğlu şuraya dikkat çekiyor:
“Gelin sizi geçmişe götüreyim;
Kendi 45 kilo ama yüreği binlerce ton ağırlığında Atatürk çizgisinde Türk Milliyetçisi olan Müyesser Yıldız’ın yazdığı ‘100 yılın hesabı’ adlı kitabının 24’ncü sayfasında;
Fransız Maliye Bakanlığı Müşaviri olup, 1889’da Osmanlı Devletinden alacağı olan devletlerin ‘Hesap Komisyonları Başkanlığını’ yapan Daniel Ducoste, ‘Türkiye için Uygulanabilir Reform’ kitabında şu önerilerde bulunuyordu;
‘Türkiye ekonomik bakımdan tam bir perişanlık manzarası arz etmektedir. Türklerin öz varlıkları, sürekli İmparatorluğun Türk olmayan unsurlarla meskûn bölgelerine aktarılmaktadır. Bu büyük bir avantaj teşkil eder. Zira İmparatorluğun çekirdeği olan Anadolu, her gün daha gayri iktisadi şartlara
(Fakirliğe) mahkûm olmaktadır.
Şimdi Türklerin borçlanmalarının hızla gelişmekte olduğu bir dönem yaşanmaktadır.
Ancak, ortalama 25 yıl sonra bu borçlanmaların Osmanlı bünyesinde muhalifleri çıkacak ve gerek alacaklar, gerekse borçlar ve faizleri tehlike içine düşmüş olacaktır.
O halde, Osmanlı maliyesi, ekonomisi ve servetleri hakkındaki kararlığımızı müdafaa edebilecek Türk Yöneticilere ihtiyacımız olacaktır.
Bunlar, onlara kendi dilleri, kendi ikna metotları ile hitap etmek, imkânını bulacaklardır ki, hiç değilse alacaklarımızın bir veya iki yüz yıllık teminat unsurlarından birisi meydana gelmiş olsun.”
.
“İngiltere Dışişleri Bakanlığı Sekreteri Lord Lansdowne da 3 Şubat 1905 tarihli ‘Gizli’ yazısında şöyle diyordu;
‘Fransız Büyükelçisi bugün benimle görüştü. Osmanlı Bankası’nın iştirakiyle, süslü bir mali reform planı hazırlandı.
Şu sıra kuvvetlerin birbirine düşmemeleri için başka bir plan teklif edilmemelidir.
Esasen yapılan plan becerikli memurların (!) eline bırakılmazsa, zaten yürümez.
Hâlbuki müfettiş olarak seçilen Hilmi Paşa ve 6 yardımcısı Türk’tür…”
.
“… Rahmetli Kamran İnan’ın bir sözüyle yazıyı bağlayalım;
‘Bizim topraklarımız kadar hain yetiştiren başka bir toprak, dünya üzerinde yoktur!’
Rifat Serdaroğlu / Doğru Parti Genel Başkanı”
ANAYASA
Sedef Kabaş paylaşmış sosyal medyadan:
*Doktorları dövebiliyoruz…
*Gazetecileri darp edebiliyoruz…
*Film gösterimlerini basıyoruz…
*Bir atasözü, bir tweet ya da bir karikatür nedeniyle insanları hapsedebiliyoruz…
*Konserleri, festivalleri iptal ediyoruz…
*Kitapları yakıyoruz…
*Ekranları karartıyoruz…
*Muhalifleri “Terörist” ilân edebiliyoruz…
Ve şimdi “Demokratik” bir Anayasa hazırlıyoruz…
MAYMUN TUZAĞI
Asya kıtasında maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır.
Bir Hindistancevizi oyulur ve iple bir ağaca bağlanır.
Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur.
.
Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir, yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz.
.
Maymun, tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar ve yiyeceği kavrar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır.
.
Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz.
Avcılar geldiğinde, maymun çılgına döner ama kaçamaz.
Aslında bu maymunu, tutsak eden hiçbir şey yoktur.
Onu sadece onun kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir.
.
Yapması gereken tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır.
Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.
.
Bizi tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur.
.
Tüm yapmamız gereken, elimizi açıp benliğimizi ve bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır.