Genel seçimler geçtikten sonra çarşıda konuşulacak konu pek yoktu.
Genel seçimler geçtikten sonra çarşıda konuşulacak konu pek yoktu.
Son günlerde başlayan yangınlarla ilgili bir heyecanlanma yaşanmadı değil.
Böylece konu sıkıntısı atlatılmış oldu.
.
“Yangın nereden başlamış?”
“Kim yapmış?”
“Neden yapmış?”
“Nereye ulaştı?”
Gibi vatandaş aralarında sürekli bir soru önergesi dolaştı durdu.
.
Sanal olarak yargılayıp “Asacaksın, keseceksin” şeklinde hüküm verme yarışı da peşinden geldi elbet.
Nihayetinde her yangın sonunda yaşananlar standart olarak yerine getirildi.
.
Ama yangın için önlem almama kısmında çoğu yine bildiğini okuyor.
“Şişe atan, çöpünü bırakan, mangal yakan, sigara fırlatan” magandalar hala aramızda.
Onların umurunda olmayıp:
“Daha iyi orman tazelendi” modunda yaşadıklarından eminim.
.
Ormanlarımızın hali Pür-ü perişan.
Pislik, ülke olarak damarlarımıza işlemiş ve çöp, poşetlerinden kurtularak sanki orman arenasından fışkırmış.
O derece yani.
.
Hele o piknikçiler yok mu?
Ne desem azdır.
.
“Moloz döken molozlara” söylenecek laf yok zaten.
Ulan uyuz!
Güzelim ormanı mahvetmek için gece yarısı korkarak molozlarını boşalttığın orman, gelecek nesillerin bize bıraktığı miras.
Bunu anlamayacak kadar fındık beyinli olmanın da bu ülkeye verdiği zararı, senin bildiğin dış minnaklar bile veremez…
.
Annen, baban “Bir tane ev bırakmadı” diye sabah akşam ağzından dökülen o çirkin kelimelerin aynısını biz şimdi ormanlar için döküyoruz ve sana ileniyoruz:
“Neslin kurusun emi…”
SEÇİMLER
Önümüzdeki seçimlerle ilgili, ilgisiz herkes konuşuyor.
.
Daha dün Çanakkale’ye gelmiş, eline bir kalem geçirmiş birilerinin yaptıkları yorumlar bile heyecanlandırmıyor kimseyi.
.
Zira “Seçim” deyince artık midesi bulanan bir millet haline geldik.
.
Demokrasinin beslendiği kaynak olan seçimin baltalanması için yapılan her türlü girişim damarlarımızdan bir parça kopardı sanki.
.
Mühürsüz oylardan tutun da, parmak boyasına kadar her türlü aksiyonu yaşamış bir ülke olarak bize, “Seçim demeyin” noktasına geldik.
.
“Ama yine de ‘Seçim’ konuşmadan olmaz” diyerek başlayalım söze.
.
Yerel seçimlerin tartışmaları sürerken CHP ve İYİ Parti’nin ittifaksız, kendi başlarına bir seçime girme gibi cesaret gösterdiklerini görüyoruz.
.
Soldan say 25, sağdan say 8 yüzdelikli oyu bulunan partilerin dayılanıp kabarmasına iyi niyetli bir anlam vermek, Polyanna’yı bile üzer.
.
Öncelikle adama “Boyun kaç?” derler.
Tezgâh üzerinden almaya çalıştığın elmaya uzanıp alamayacağını anlayınca, arkadaşını çağırıp onun omuzlarına çıkmaya benzer bu ittifaklar.
.
Boyunuzun tezgâha yetmediği gözükmüşken, alt çekmece hizasından elmaya dayılanmak neyin nesi?
.
“Tek başımıza seçime gireceğiz!” demek bana sümüklü Salih’i hatırlattı.
.
Bizim mahallede sümüklü Salih vardı.
Babasız büyümeye çalışan, annesinin ev temizliklerine giderek para kazandığı, ezik bir çocuktu.
Aslında çok akıllı, uyanık bir çocuk olmasına rağmen her söylenen kelimeyi kendi üzerine alınır, sağa sola sarıp (saldırır) dayılanırdı.
.
Öylesine gözü dönmüştü ki, kendisinden onlarca yaş büyüklere bile saldırır, onları ısırmaya çalışır, tekmeler ve hiçbir şey yapamazsa uzaktan sapanla taş atardı.
.
Ama sonuçta sopayı yerdi.
.
Bundan sonrasını anlatmak ayıp olur.
Zira, “Lafın tamamı deliye anlatılır…”
AYNI CHP
“Değişim, Dönüşüm” sloganları altında CHP içinde sürekli bir hareket var.
.
CHP içinde omuz omuza savaş veren, her daim birlikte olan (hem ticari, hem sosyal) yönden ayrılmayanlar, şimdilerde birbirlerine söylemedik laf bırakmıyorlar.
.
Ayakta alkışlayıp, kucaklaşanlar şu günlerde düşman kardeş gibi davranıyorlar.
.
Gençliğimizde solcular için bahsedilirken, “Hayatta bir araya gelmezler, en ufak bir şeyden bölünürler, ayrılırlar” denirdi.
.
Klikleşme (Hizipleşme) sanki onlar için yaratılmıştı.
Kopmak için, ayrışmak için zaman kolluyorlardı sanki.
.
Ve nihayet o günler geri geldi.
Ve buna bir isim bularak harekete geçtiler:
“Değişim, Dönüşüm…”
.
İşin tuhaf tarafı bu hareket partiden kopmadan, içten yanmalı motor örneğine uygun, merkezden başlayan sıcaklık gibi tüm vücuda dağılıyor.
.
Erdoğan Toprak ve Engin Altay, Faik Öztrak, İlhan Kesici ve Yaşar Tüzün gibi kadrolu vekillerin olduğu söylenerek hareket noktası yaratılırken, “Bunlar seçilirken nerelerdeydiniz?” şeklindeki sorgulamalara cevap veren çıkmıyor.
.
Çanakkale’de ise belediye başkanının değişmesi gerektiği konusunda birleşenler şimdiden çalışmalara başlamış bile.
.
Başlanmış ancak aday konusunda henüz bir anlaşma yok.
Aralarında henüz bir lider yok.
.
Bu konuları daha ayrıntılı olarak yavaş yavaş yazacağım.
.
Ama benim bildiğim, siyasi partilerin bir aklı olur.
Zaten ittifaksız bir şekilde seçime girmeyi göze alma cesareti göstermişken, bir de içeride küskünlük yaratıp ikiye bölünerek seçimi diğer partilere teslim etmek, pek akıl karı değil.
.
“Ben olmazsam kim olursa olsun” mantığını da hiç anlamış değilim…
ATATÜRK’ÜN SELAMI VAR!
Ulusal gazetelerden okuduğumuz günlük haberleri biriktirip üst üste koyup, ülkenin geldiği noktayı büyük resim olarak görünce insanın içi acıyor.
.
Atalarımızın kanlarıyla kurulmuş 100 yıllık bir cumhuriyeti bu hale getirmek, her babayiğidin harcı değildi çünkü.
.
Tam “Düze çıktık, Avrupa birliğine adım atıyoruz, ortalık aydınlanıyor” derken kâbus çöktü sanki üstümüze.
.
Ekonomik durumu,
Sosyal yaşantısı,
Kültürel aktiviteleri,
Ahlaki durumu,
Dünyadaki konumu,
Tam dip vaziyetinde…
.
Atatürk’ün liderliğinde dünyada söz sahibi olma yolunda ilerlerken sanki bir el tarafından bataklığa itildik.
.
Onun bize bıraktığı nasihatleri da kulak ardı edince olan oldu.
Ne demişler:
“Ne yaparsan yap ama babanı dinle!”
.
Hani şimdilerde sıkışınca “Yurt dışına giderim” diyerek kurtulma reçetesi yazan bazı gençlerimiz ve bazı vatandaşlarımız var ya, onlara Atatürk’ün selamı var.
.
Nasıl mı?
Okuyun.
.
Atatürk zamanından size seslenmişti belki de siz anlamadınız.
O halde kulaklarınızı açın da duyun:
“… Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin.”
.
“… Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.”
.
“… İktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler.”
.
“… Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin (bir yeri istila eden, yönetimi altına alan) siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.
Millet, fakruzaruret (Mecbur kalmak) içinde harap ve bitap düşmüş olabilir…”
.
“Ey Türk istikbalinin evladı!
İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır.
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
.
Öyle ki, atalarımız da her sıkıştığında Vatan topraklarını terk edip gitseydi ve “Geldikleri gibi giserler” demeseydi sen şimdi kim bilir kimin kölesi olacaktın?
Hiç düşündün mü?
TERAZİ KIRILMADAN
Bir televizyoncu kahvede çay içen Temel’e mikrofonu uzatıp, Türkiye’nin ekonomik durumunun nasıl olduğunu sormuş:
“Pizum teraziye benzeyi.” demiş Temel.
Gazetecinin şaşırdığını görünce de çayından bir yudum alıp başlamış açıklamaya.
“Ben Fadume’ye delu gibi aşiktum.
Babasi; ‘Kizumu bir tek şartla verirum. Nikâh günü kizımun ağırlığınca altun vereceksinuz’ diye şart koştu.
Ben de inat ettum ve tarlalaru, finduk pahçelerinu ne varsa sattum, altun aldum. Ben altun aldukça Fadume kilo aldu. Nikah günü çok büyük bir terazinin bir kefesine Fadume zar zor oturdu. Ben öbür küfesine altun koydukça Fadume delu gibu yemek yemeğe devam edeyi. Ben altun koydukça Fadume delu gibu tıkınayi.”
Gazeteci merakla sormuş;
“Eee, sonra ne oldu?”
“Ne olacak da?” demiş Temel, “Sonunda Terazi kiruldu. Fadume bir yana yiğuldu, altunlar diğer yana...”
“İyi de bu durumun Türkiye ile ilgisi ne?” diye sormuş gazeteci merakla.
“İlgisu şu” demiş Temel çayından bir yudum alarak;
“Türkiye’nin bir kefesine Enflasyon çöreklenmuş, bizum Fadume gibi şimanladukça şişmanlayi. Hükümet de benum gibu diğer kefesindeki maaşları arttırarak dengelemeye çalışayi. Yani bu enflasyonu zayıflatmazsak Türkiye’nun ekonomisi de bizum terazi gibu mutlaka çökecektur.”
Gazeteci; “Peki, sizce çözüm nedir?” diye sormuş bu kez merakla...
Temel çayından bir yudum daha almış;
“Ben önce inadu sonra Fadume’yu bırakup Emune’yle evlendum!” demiş ve sakince eklemiş, “Pilmem anlatabildum mi?”