?“Her gördüğü sakallıyı babası sanmak” diye bir tabir vardı.

“Her gördüğü sakallıyı babası sanmak” diye bir tabir vardı.
Çok kullanırdık.
Şimdilerde unutuldu demek ki.
.
Ama İsveç olmasaydı yine aklımıza gelmeyecekti.
.
“Her Avrupalıyı Avrupalı sanma” şeklinde de söylenebilecek bir şekle çevirmek mümkün bu tabiri.
.
Avrupalı olmak için Avrupa’da yaşamanız gerekmiyor.
İlk demokrasi tohumlarının atıldığı kıta olarak bilinen Avrupa, mecaz anlamda bu özgürlüğün öncüsü olmuştur.
.
İsveç denilen bir ülke var.
Kendisini aşırı demokratik ve özgürlükçü olarak kabul eden ama yaptıklarıyla beyincik kısmındaki nefreti kustuğunu ortaya koyuyor.
.
İsveçli aşırı sağcı politikacı Rasmus Paludan, Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği binası önünde Kuran-ı Kerim yaktı.
Ayrıca polis, kurban bayramının ilk günü, öğleden sonra başkent Stockholm’deki bir caminin önünde Kuran yakılmasına izin verdi.
.
Normal bir insana sorsanız: “Ben şu dinin kitabını protesto amaçlı yakacağım” diye, adam sizi Manyak mısın birader?” diyerek kovalar.
.
Bu dünyada 2 milyara yakın Müslüman varken, bu insanların inancına hakaret etmek hatta daha da ileri giderek Kutsal Kitaplarını yakmak ne demek?
.
Manyağın biri çıktı diyelim.
Gidip “Yakma izni almak için” İsveç yetkililerine başvuruyor.
.
Sonra?
Bu ülke “Yakabilirsin” diyerek izin veriyor.
.
Özgürlüğü ters taraflarından anlamış bu ülkeye “Avrupalı” demek, elmaya armut demekten daha zor.
.
Yaşanan bu olaylardan ve tepkilerden ders çıkarmayan ve bir nebze olsun düşünmeyen İsveç’in geçtiğimiz Çarşamba günü yine bir Kuran-ı Kerim yakma olayına onay vermesi bardağı taşıran son damla olması gerekiyor.
.
Özgürlük kavramını “Ezmek, yok etmek, hakaret etmek” olarak algılayan bu ülkenin yöneticilerinin gerçekten bir zekâya ihtiyaçları olduğu kanısındayım.
.
Acaba diyorum: “İsveç’te bulunan en büyük Hristiyan mezhebinin kilisesi önünde bir İncil yakmak için izin istesek?”
.
Acaba ne olur?
.
Dinimize göre 4 kitap haktır.
Diğer Peygamberler kabulümüzdür.
Bir Müslümanın din kitabı yakma gibi bir girişimi olamaz.
Ancak ola ki bir meczup çıkıp ta yakmak istese.
.
Bakın ne olur biliyor musunuz?
Bizim medeniyetin eşiği olarak bildiğimiz Avrupa üzerimize kalkar ve bizim ne kadar Barbar ve Ortadoğulu kafasında olduğumuzu haykırır.
.
İşte o zaman Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’mızdaki şu sözleri akla gelir:
“Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar…”
.
“Elaleme verir talkımı, kendi yutar salkımı” şeklindeki deyim ile bitireyim bu yazımı.
 
TEBBET
Tebbet Suresi vardır Kuran-ı Kerim’de.
Ebu Leheb’den bahseder.
Çoğunuz bilirsiniz zaten.
.
“Tebbet yedâ ebî lehebin ve tebb, mâ eğnâ anhü mâlühû ve mâ keseb, seyeslâ nâren zâte leheb, vemraetühû hammâletelhatab, fî cî dihâ hablün min mesed.” şeklindedir.
.
Meali ise şöyledir:
“Ebû Leheb’in elleri kurusun, zaten kurudu. Ona ne malı fayda verdi, ne de kazandığı. O, bir alevli ateşe girecektir. Boynunda bükülmüş hurma liflerinden bir ip olduğu halde, sırtında odun taşıyarak karısı da (o ateşe girecektir).”
.
Bu surenin tefsiri Diyanet Sitesinde şöyledir:
“Ebû Leheb, Abdülmuttalib’in oğlu ve Hz. Peygamber’in baba bir amcasıdır.
Asıl adı Abdülüzzâ olup parlak yüzlü olduğundan veya öfkelendiğinde yanakları kızardığı için babası tarafından kendisine “Alev gibi, çok parlak” anlamına gelmek üzere Ebû Leheb lakabı verilmiştir.
.
Daha önce Hz. Muhammed’i çok sevdiği, hatta iki oğlunu onun kızlarıyla evlendirdiği halde peygamber olduktan sonra onun azılı düşmanı oldu.
.
Hz. Peygamber, insanların Allah katında eşit olduğunu, onların dinî ve ahlâkî erdemlerine göre değerlendirileceklerini söylüyordu.
.
Ebû Leheb ise kibirli, gururlu ve zengin biri olup fakir ve zayıf insanların kendisine eşit tutulmasını kabullenemiyordu.
.
Rivayete göre Resûlullah panayırda dolaşarak insanları İslâm’a davet ederken Ebû Leheb de arkasından gider ve çevresindekilere onun yalancı olduğunu söylerdi.
.
Hz. Peygamber’e karşı daima onun düşmanlarıyla birlikte hareket etmiş, hem kendisi hem de karısı ona eziyet etmişlerdir.
.
Hicretin 2. yılında çiçek hastalığına yakalandığı için Müslümanlara karşı Bedir Savaşı’na katılamamış, fakat yerine adam göndermiş, ayrıca müşriklere malî destekte bulunmuştur.
.
Kureyş’in Bedir’deki yenilgisini ve ağır kayıplarını haber aldıktan yedi gün sonra kahrından öldüğü söylenmektedir.
.
Çiçek hastalığının kendilerine de bulaşacağı korkusuyla ailesinden hiç kimsenin ona yaklaşmadığı, öldüğünde ücretle tuttukları Sudanlılara defnettirdikleri rivayet edilir.
.
Ebû Leheb’in kızı Müslüman olarak Medine’ye hicret etmiş, oğulları Utbe ile Muttalib de Mekke’nin fethinden sonra İslâm’a girmişlerdir
.
“Ebû Leheb’in elleri kurusun!” meâlindeki 1. âyet mecazi bir ifade olup, “Kahrolası!” anlamında bir bedduadır.
Devamındaki “Tebbe” fiili, bedduanın gerçekleşeceğini ifade eder.
Yine, bu ifadenin mecaz olduğu ve “İşinde zarar etsin, işleri kötüye gitsin” anlamına geldiği şeklinde yaygın bir yorum daha vardır; nitekim öyle de olmuştur.
.
İlk “Kuruma”yı işlerinin kötü gitmesi için beddua, ikinci “Kuruma”yı ise kendi şahsının (nefs) perişan olduğu yönünde bir haber ve bilgi verme olarak açıklayanlar da olmuştur.
.
Müfessirler 2. âyette Ebû Leheb’in kazandığı bildirilen şeyden maksadın onun çocukları, malı, mevki ve itibarı olduğunu söylemişlerdir.
.
Buna göre ayet, bunların hiçbirinin kendisini dünyadaki kötü sondan kurtaramadığını ifade eder.
“Ona ne malı fayda verdi ne de kazandığı” diye çevirdiğimiz 2. âyete, “Malı ona ne fayda sağladı, o ne kazandı?” diye soru şeklinde de mâna verilmiştir.
.
Ebû Leheb, Hz. Peygamber’in amcası olduğu için onu desteklemesi ve düşmanlarına karşı koruması gerekirken tam tersine karısıyla birlikte ona eziyet ve sıkıntı verdiklerinden dolayı 3. âyette ateşi son derece şiddetli olan cehenneme gireceği haber verilmiştir.
.
Ebû Leheb’in karısı, Harb’ın kızı ve Ebû Süfyân’ın kız kardeşi Ümmü Cemîl Avrâ’dır.
.
“Dedikodu yapıp söz taşıyan...” diye çevirdiğimiz 4. âyeti, Hz. Peygamber’e eziyet etmek maksadıyla diken, çalı çırpı toplayıp geceleyin peygamberin yoluna serdiği için “Odun taşıyan” diye çevirenler de vardır.
.
Biz mealde, insanların arasını bozmak amacıyla laf götürüp getirdiği ve Hz. Peygamber’i maddî sıkıntısı sebebiyle aşağıladığı için mecazi anlamda böyle (hammâlete’l-hatab) nitelendirildiği şeklindeki yorumu tercih ettik.
.
Taberî, her iki yorumu destekleyici rivayetler aktardıktan sonra kendisi birinci mânayı tercih etmiştir.
.
Ayrıca hata ve günahlarını yüklenip taşıdığından dolayı mecazi anlamda “Yanacağı cehennem için kendi odununu kendisi taşıyan” olarak nitelendirildiği kanaatinde olanlar da vardır.
.
Aynı kadın, Lât ve Uzzâ isimli putlara yemin ederek mücevherden yapılmış kıymetli gerdanlığını Hz. Peygamber’e düşmanlık uğrunda harcayacağını büyük bir gururla söylediğinden dolayı da 5. âyet, “Dünyadaki gerdanlık yerine âhirette boynuna ateşten bir ip takılacaktır” şeklinde yorumlanmıştır.
.
“Şimdi bu sureyi neden buraya taşıdın?” diye soranlarınız olabilir.
.
Haklısınız.
.
“Peki bunun İsveç ile ilgisi var mı?” diye de sorabilirsiniz.
.
Haklısınız.
.
“Bunun Kuran-ı Kerim yakanlarla bir ilgisi var mı?” diye, hayda hayda sorabilirsiniz.
.
Bu surenin için şöyle bir inanç mevcutmuş meğer “Size aktarayım” dedim.
.
Araştırırken buldum.
Şöyle diyor:
“Tebbet suresi düşmanlıktan bahsettiği için düşmana karşı da okunabilen bir suredir. Bazı âlimler, savunduğu davasında haklı olan bir kişinin düşmanı için bu sureyi okunmasının çok faydalı olduğunu dile getirir. Düşmanlık için 1000 defa Tebbet Suresi okunduğunda düşmanın helak olduğu bilinir.”