Lozan Antlaşması imzalanalı tam 100 sene oldu. Memleket ilelebet payidar kalacaktır elbette. Sınırlarını hiç kimse değiştiremez ve Türkiye Cumhuriyeti’nin saygınlığına hiç kimse halel getiremez
Lozan Antlaşması imzalanalı tam 100 sene oldu. Memleket ilelebet payidar kalacaktır elbette. Sınırlarını hiç kimse değiştiremez ve Türkiye Cumhuriyeti’nin saygınlığına hiç kimse halel getiremez. Memleketin tapusudur Lozan Antlaşması. Her ne kadar tarihi çakma tarihçilerden öğrenenler başka şeyler konuşsa da, Lozan bir hezimettir dese de geldikleri nokta gerçek tarihtir.
Lozan’da önemli kazanımlar ve başarılar elde edilmiştir. Sonrasında da milli ekonomi modeli uygulanarak, ülkemizin kaynakları daha iyi değerlendirilmeye çalışılmıştır. Geçmişten gelen bazı sıkıntılar temizlenmeye çalışılmış, dış borçlar, dış borç almadan ödenmiş, devlet birçok alanda örnek yatırımlar yapmış, ancak geldiğimiz noktada, hemen bütün sektörlerde dışa bağımlı hale gelinmiştir. Hatta memleketin ekonomik anlamda üreten ve kazanan sektörleri özelleştirme politikalarıyla üretmez, üretemez hale getirilmiştir.
Çanakkale Geçilmez düsturunu da sıklıkla dile getiren siyasilerimiz, yıllarca yabancı sermaye peşinde koşmuştur. İstanbul Sabiha Gökçen havaalanına kadar çok sayıda stratejik sektörler yabancılara adeta peşkeş çekilmiştir. İstanbul’un pek çok semtinde Araplar önemli arazilerin sahibi oldular. Toprak ve emlak satışına her ne kadar zaman zaman kısıtlamalar getirilse de, varılan noktada alan sahipliği açısından riskler ortaya çıkmaktadır. Mülteci sorunu memleketin bazı bölgelerinde hakimiyet sorunu haline gelmektedir. Antakya ve ilçelerinde Suriye’den göçenlerin toplam nüfus içerisindeki payları yarıyı geçmiştir.
Sınırların ve toprak bütünlüğünün sağlanmasında çok önemli sorunların ortaya çıkması söz konusu olamaz. Devlet bütün varlığıyla, bölücü örgütlerin önünü kesebilir. Ancak bölücü örgütlerin politikalarından etkilenen nüfusun memlekete olan aidiyet duygularını zayıflatmamak gerekmektedir.
Aslında Türkiye’nin ekonomik anlamda gelişmiş ülke konumuna gelmesi gerekir. Diğer bir deyişle, kendi teknolojisini kendisinin geliştirmesi gerekir. Yoksa bilgiyi transfer eden, gelişmiş teknolojiyi transfer eden bir ülke hiçbir zaman gelişmiş sayılmaz. Nitekim memleket hemen bütün alanlarda bilgi de dahil olmak üzere kopya eden veya yabancıya yaptıran bir ülke haline gelmektedir.
Tarımda, tohumdan ilaca, traktörden biçerdövere, gübreden sulama teknolojilerine kadar hemen hepsini ithal eden bir ülke, kazandıkça başka ülkelere daha fazla kazandırmaktadır. Enerji kullanımı arttıkça, doğalgaz ve petrol satan ülkeler bizden daha fazla kazanmaktadır.
Hemen bütün illerde gördüğümüz büyük alışveriş merkezlerindeki mağazaların çoğunluğunun yabancı markalar olduğunu unutmamak lazım.
Pamuğu üretiyoruz, kumaşı yapıyoruz ama marka giyen insanımız, ülke içindeki kazancını bir şekilde dışarıya sifonlatmış oluyor. Dağdan akıp gelen sularımızın önemli bir kısmı yabancı sermayenin elinde. Su içtikçe onlar kazanıyor. Otomobil ihracatımız, tekstil ihracatını geçti çok şükür. Teknolojik ürün satıyoruz. Ancak biz sattıkça Lozan ile sınırlarımız dışına attığımız İtalya ve Fransa daha çok kazanıyor.
Bilgi üreten, ürettiği bilgiyle teknolojisini yenileyen ve geliştiren bir ülke olmadıkça Lozan Antlaşmasıyla sadece sınırlarımızı koruyabiliriz. Yoksa ekonomide büyüyen dışa bağımlılık ekonominin geriye gittiğinin bir ispatıdır.