Geçen hafta düzenlediğimiz Zeytin Ağacı’nı Kurtarma Festivali iyi sonuç vermeye başlamıştı.
Bizim muhtar adayımız Dudu ablanın önderliğinde bu işi sağ-salim bitirdik.
.
Mahallenin ismi tüm ülkeye yayıldı.
Doğa dernekleri artık bizi tanıyordu.
“En küçük bir durum olursa bizi çağırın” bile dediler.
.
Bizim Dudu Abla 60 yaşlarında filan, ama enerjisi maşallah hiç bitmiyor.
Ona yetişmek için epey kondisyonlu olmak lazım.
Zırt orada- pırt burada.
Çat kapı arkasında.
Kadın hiperaktif anlayacağınız.
.
Mahalle olarak Dudu Ablayı muhtar yapmayı aklımıza koyup, çalışıyorken karşısına Ankara’dan gelen emekli tapu memuru Faik Bey çıkıverdi;
“Ben de muhtar olacağım” diyerek…
.
Hoppaaa!
Nereden çıkmıştı bu herif şimdi.
.
Dudu abla “Bu ülkede demokrasi var, herkes aday olabilir” diyor ama biz öyle demiyoruz.
.
Faik Bey emekli olunca dedesinden kalma evlerini kontrol etmek için mahalleye gelmişti.
O zaman beğenmiş buraları.
“Emekli olunca buraya yerleşeceğim” diyerek aklına koymuş.
.
Dedesini hatırlayanlar var, kendisine “Eşekçi Refik” derlermiş.
Sebebi de “Eşek” ticareti ile iştigal etmesiymiş.
Eski zamanlarda vasıta pek yok, ulaşım ve nakliye işleri atlarla ve eşeklerle yapılırmış.
Bu Faik Bey’in dedesi de köylere gidip eşek alır, buralara getirip satarmış.
O sebeple lakabı “Eşekçi” kalmış.
.
Bazıları ise “Ona eşek sattığından değil, eşek gibi inatçı olduğundan böyle derlerdi” diyor.
.
Neyse efendim bu eşekçi Faik Bey’in torunu Ankara’dan gelip yerleşince boşluktan, can sıkıntısından “Ben de muhtar olayım bari” demiş ve o kapı senin, bu kapı benim “Yeni muhtarınız geldi” diyerek kapı kapı dolaşmaya başladı.
.
Aslında mahalleli kendisini pek tanımaz.
Çünkü mahalleye geldiğinden beri ne kokar, ne bulaşırdı.
Nereden estiyse artık “Muhtarlığı” kafasına koymuş.
.
Dudu hanım bize hep şunu diyor; “Demokrasinin güzelliği burada işte, iyi olan kazansın…”
.
İşte sorun burada, “Hep iyi olan kazanmıyor nedense” diyeceğim de moralini bozmamak için susuyorum.
.
Yalnız bu Faik Bey’in bir karanlık tarafı olduğu muhakkak.
Neden mi?
Adam “Seçimi nasılsa alacağım” tavırlarıyla geziyor.
Gençlere “Size seçilince iş bulacağım” diyor.
Kadınlara, “Kooperatifler kurup para kazandıracağım” diyor.
Esnaflara da “Geri ödemesiz krediye boğacağım” diyor.
.
Adamın propaganda malzemesi sadece para, başka bir şey değil.
.
Mahalleli de ona inanmaya başladı.
Epey taraftar topladı yanına.
Yalnız gezdiği zamanlar geride kalmış, artık konvoyla gezmeye başladı.
.
Bu durum karşısında Dudu Abla hiç istifini bozmuyordu;
“Bırakın gelsinler, bırakın geçsinler” diyerek bizi rahatlatıyordu.
“Geldikleri gibi de giderler” diyerek ekliyordu sözlerine.
.
Eh, koskocaman Mimar Dudu Abla bilmeyecek de biz mi bileceğiz?
O ne derse o.
.
Faik Bey seçim propagandalarına erken başlamıştı.
Dediği gibi birkaç delikanlıyı geçici olarak işe sokmuştu. Aileleri ona minnet olsun diye yanında çalışıyor ve onun reklamını yapıyordu; “Bakın daha muhtar olmadan çocuklarımızı işe soktu, bir de muhtar olsaaa…”
.
Dudu Abla “Merak etmeyin daha erken, bu millet 7 ayda yapılanları unutur… Bırakın bana…” diyerek bize moral veriyordu.
.
Biz onun dediğini yaptık, seçim çalışmalarını askıya aldık ve yavaşlattık.
Amacımız olan “Dudu Ablanın muhtar adaylığını mahalleliye duyurmaktı” onu da becerdik.
MAHALLENİN HALLERİ
Bugün 10 kişiden dayak yemiş gibi kalktım yataktan.
Sebebi akşam ki “Sokak düğünü…”
.
Gecenin sessizliğinde kulaklarda patlayan davulun tokmağından çıkan “Zlan zlan zlan…!” şeklindeki sesten,
Sabahleyin beynimin içine tokmak gibi “Takır, tukur, tangır, tungur…!” diyerek vuran alt kattaki marketin palet sesinden bıktık artık…
.
Şu düğüncüler işi öylesine azıttı ki, “Davula bile mikrofon tutar hale” geldiler.
Amaçları, sesi diğer mahallelere duyurmak;
“Bakın biz burada düğün yapıyoruz…” demek.
.
Bütün gece beynime işleyen davul-zurna sesi beni kemirdi durdu.
Saat 24.00’ü geçmesine rağmen kimsenin umurunda da değildi zaten.
Çal babam çal!
Nasılsa elleyen yok,
Müdahale eden yok.
Ali Babanın çiftliği mübarek.
Mahalle inim inim inliyor.
.
Gecenin bir yarısında, sabahın köründe kapının önünden geçen egzozu patlak motorlara ne demeli?
Adam inadına basıyor,
“Bağım, bağım bağırtıyor motoru”
Tam bir üçüncü dünya ülkesindeyiz.
Adamda kask yok, egzoz patlak, iki kişi binmişler, bir de arabaların arasından makas yapıyorlar.
.
Hey yavrum hey!
Gel de hatırlama o eski günleri.
Bir emniyet müdürü vardı zamanında, bu motosikletlilere terör estirirdi.
Motorcu ceza korkusundan başına kask yerine inşaat bareti takmıştı da resimlenmişti.
Hey gidi günler hey!
Şimdi Cennet Cennet…!
Ne arayan var, ne soran?
“Bas gaza…”
.
Bizim 23 Nisan köprüsü motosiklet köprüsü oldu.
Girişinde yazan “Motosiklet giremez” yasağına uyan bir tane motor yok.
Buraya bir kamera koyup motorlara ceza yazılsa yemin ederim Türkiye bütçesine para akar, ekonomi düzelir ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “Artık benim işim bitti” diyerek istifa edip gider.
.
Bu motosikletler kendilerine yasak olan bu köprüden geçerken yayalara da “Kenara çekilin” diye utanmadan düdük çalıyorlar.
.
İnsanlar artık nefret etme noktasında ama kime şikayet edecekler ki?
Hep eski tas, eski hamam...
.
Sitenin altındaki zincir marketin pisliğini ben yazmaktan bıktım, ilgilisi kulak ardı etmekten bıkmadı...
Dışarıya koydukları soğanların kabukları caddeyi kaplıyor.
Uçuşan bu kabuklar, kasa fişleri, ambalaj naylonları mazgalları dolduruyor, sonra da yağmur yağdığında “Neden taştı?” diye söylenip duruyoruz.
Caddenin görüntüsü ise berbat, Çanakkale’ye hiç yakışmıyor…
.
Mahallede bir çöp konteynırı var.
Aman tanrım!
“Tam bir kaos…”
Balkonda kahvaltı ederken görüyorum çöp atanları.
Hele geçen gün resmen balkondan atlayıp kavga edecektim.
Hani işi olmayan emekliler vardır, ellerinde telefon sürekli sağa sola şikâyet yağdırırlar ya.
Aynı onlar gibi oldum.
“Tak!” çekiyorum fotoyu, gönderiyorum zabıtaya.
.
Gayet iyi giyimli bir kadın.
Elindeki poşeti çöp konteynırının yanından geçerken yere bıraktı ve kırıta kırıta hızlıca gitti.
Ne yapacağımı şaşırdım.
“Yuh!” dedim.
.
Balkondan bakıyorum gelene geçene.
Kadın temizlikçi geliyor yanımızdaki komşuya, onu görüyorum...
İyi güzel.
Ama ilginç olan tarafı şu;
“Kadın kendi arabası ile geliyor…”
Olamaz mı?
Olabilir tabi.
İnsana ilginç geliyor sadece, pek alışık olmadığımızdan.
Aslında bakınca bizim ne kadar zengin bir ülke olduğumuz görülüyor.
İtirazcılara duyurulur.
.
Bizim sitede biri var, ama yakalayamadım.
Sıcaktan bunalıp çıktığı balkonda sigarasını içiyor içmesine de, bilin bakalım izmaritini nereye atıyor?
.
a: çöpe
b: kültablasına
c: sokağa
d: bahçeye
.
Doğru cevap “d” şıkkı idi.
.
Ben sabahtan beri mahalleden bahsediyorum ya!
Sokağa bakarken gördüğüm en hoş manzara şuydu;
Bizim sokakta annesinin elinden tutup yürüyen 4 yaşlarında bir çocuk bağırıyor;
“Simiiittt! Simit var simiiit!” diyerek gidiyor.
Ama ne bağırma…
Annesi de bir şey demiyor.
Sanırım bir şey demekten bıkıp pes etmişti.
Çağırdım eşimi gösterdim gülüştük.
.
Bizler de aynı o çocuğun annesini bıktırdığı gibi bu ülkede, hiç susmadan sürekli bağırıp duracağız.
İnadına bağıracağız aynı o çocuk gibi;
“Simit var simit!”