PSİKOPAT Eskiden lokantalarda su, sürahi içinde gelirdi, Yanına da tek bardak konurdu, herkes o bardaktan içerdi.

Sonra modernleştik.
Ortaya 1 sürahi, 4 bardak konmaya başlandı.
Kullanılan bardaklar da, müşteri kalkınca mutfağa götürülüp yıkanmaz, hemen oracıkta masaya ters çevrilirdi.
.
Zaman ilerledikçe 1 sürahi su, müşteri başına da 1 bardak konmaya başlandı.
Müşteriler masadan kalkınca bardaklar yıkanmaya başladı.
.
Belli bir zaman sonra masaya su şişe ile gelmeye başladı.
Ağzı alüminyum kapaklıydı ve paraylaydı.
Suyu ilk defa şişede görünce demiştim ki:
“Yok artık, suya da mı para vereceğiz?”
.
Gel zaman, git zaman küçük pet şişelere geçtik.
Sonra da büyük plastik damacanalara evrildik.
Şimdilerde her evde bunlar kullanılıyor.
.
“Su Cenneti” dediğimiz Türkiye’de bir damacana su 70 lira olmuş.
Hesap kolay.
Haftada 1 tane gitse (ortalama yaz-kış)
Ayda 4X70 eşittir 280 lira.
Aylık içme su gideriniz.
.
Ne demiş atalarımız:
“Ekonomik değil, psikolojik…”
Doğru valla, hepimizin psikolojisi bozuldu.
“Psikopat” olduk…
 
SENİN ADIN BALIK
Bir tren 20 yıldır;
Aynı raylarda,
Aynı güzergâhta,
Aynı yolcularla,
Aynı hızda ve
Aynı makinist ve
Kondüktörlerle yol alırsa:
Her hangi bir kazaya uğrama, geç kalma riski olur mu?
.
Olmaz.
.
Peki bir ülkenin ekonomisi,
Aynı kurallarla,
Aynı kişilerle,
Aynı gelirlerle,
Aynı giderlerle yönetilirse:
Bozulma şansı var mı?
.
Yok.
.
Bu ülkede tren de devrildi,
Ekonomi de battı.
.
Neden?
Çünkü;
Birinde, “Sen hızlı trensin” dediler,
Diğerinde de, “Faiz sebep, enflasyon sonuç” şeklinde kural değiştirilerek faize, “Düşürün” dendiği için.
.
İşte size aklıma gelen bir fıkra:
Bir Hıristiyan misyoner, Afrika sıcağında olanca gücüyle çalışıyor.
Zencileri kendi dinine uydurmaya çalışıyormuş.
Bir gün bir zenciyi kutsal su(!) ile vaftiz ettikten sonra ona dedi ki: “Bundan sonra senin adın Blika değil, John. Dinimiz gereği Cuma günleri kırmızı et yemeyeceksin, sadece balık yiyeceksin. Anladın mı?”
“Evet anladım” diye cevaplamış kara derili adam.
O haftanın cuma günü, misyoner, vaftiz yaptığı zenciyi kulübesinin önünde kızarmış bir koyun budunu kemirirken bulmuş ve bağırmaya başlamış:
“Evladım! Ben sana cuma günleri et değil balık yiyeceksin demedim mi?”
“Evet, dediniz…” diye cevap vermiş zenci.
“Peki neden yiyorsun?”
“Ben bu koyun budunu bir güzel yıkadım ve ona: ‘Bundan sonra senin adın koyun değil, balık olacak!’ dedim.”
.
Sen bizim gariban trene “Sen artık hızlı trensin” dersen,
Gariban ekonomiye, “Sen faizsin ekonomiye bir faydan yok” diyerek “İn aşağı” dersen olacağı bu.
Hem tren, hem de ekonomi allak-bullak olur.
 
AYI RÜSTEM
Bizim İsmail eniştenin hikâyesini anlatmıştım size geçen hafta.
Kırk yılda bir sahip olduğu altını “Çalacaklar” diye evin içinde gezdirip duruyordu.
Sonunda gidip bozdurdu ve döviz alıp bankaya yatırdı da kurtuldu.
.
Hoş bu sefer de gece gece kalkıp “Döviz kaç para oldu?” diye televizyona bakıyormuş.
Bir âlem bizim İsmail enişte.
.
Hatta buna benzer bir olay geçenlerde olmuş, haberlerde gördüm.
Bir firma halka açılıp hisse satınca, hissedarlar mağazaya gelip denetlemeye başlamışlar.
Çalışanlara karışıyorlarmış, rafları düzeltiyorlarmış filan.
.
Çok komik değil mi?
Ama oluyor işte.
“Olmaz olmaz” demeyin.
.
Bizim mahallede ekşın hiç bitmediğinden hangisini anlatayım bilemedim.
Birini yazarken, diğeri başlıyor zira.
.
Geçen gün işler hafifledi kahvenin önünde oturuyorum, bir velet geldi.
“Kolay gelsin ağabey” dedi.
Çocuk çok sempatikti.
Mavi gözleri, kıvırcık esmer saçları vardı.
“Buyur evladım” dedim.
Kapıda cam dolabın içinde duran simitleri göstererek:
-“Abi bu simitleri satamayınca ne yapıyorsun?”
-“Nasıl yani?”
-“Yani satılmamış simitleri çöpe mi atıyorsun?”
-“Ertesi güne kalan simitleri yarı fiyatına satmaya çalışıyorum. Onlar da satılmazsa diğer gün götürüp denizdeki martılara atıyorum… Hayırdır, ne yapacaksın sen bayat simidi? Gel bakayım otur şuraya da anlat. Ben sana bir paşa çayı da yapayım.”
-“İstemem abi. Aç karnıma içemem midem yanıyor sonra.”
-“O halde simit vereyim, beraber içersin.”
-“Ama benim o kadar param yok.”
-“Olsun benden ikram olsun.”
-“Ama annem kimseden bir şey alıp, yeme-içme dedi.”
-“Ben kimse miyim lan! Bu mahallenin kahvecisiyim. Annen bunu söylerken beni kastetmemiştir.”
.
Neyse ben çocuğu ikna ettim.
Önüne bir simit, bir de çay koydum ve sordum:
-“Anlat bakalım çocuk, derdin ne?”
Çocuk simitten büyük bir parça kopardı sanki elinden alacakmışım gibi yemeye başladı çabuk, çabuk.
Peşinden de hemen çayı çekti.
Ağzı doluyken konuşmaya başladı:
-“Benim hem benim derdim, hem de arkadaşların derdi.”
-“De bakayım hele?”
-“Bizim oradaki caminin Kuran kursuna gidiyorum. Hocamız bize dedi ki: ‘Etrafındaki insanlara yardım edenleri Allah çok sever. Bu yardımlarının karşılığını verir, onların dualarını kabul eder…”
-“Eee!”
-“Ben de bizim mahalledeki garibanlara yardım etmeye karar verdim. Ama biz de para yok. Birgün bize Ankara’dan misafirliğe gelen bir akrabamız simitçideki satılmayan simitleri ucuz paraya alıp, gariban mahallesindeki çocuklara dağıtıyormuş. Ben de öyle yapacağım…”
-“Sonra?”
-“Sonra da Allah’a dua edeceğim.”
-“Peki ne dileyeceksin Allah’tan!”
Çocuk simidi yemeyi bıraktı, bana baktı.
Gözleri dolmuştu, sesi biraz titrer gibi oldu ve sorumu cevapladı:
-“Hasta olan kardeşime şifa vermesini…”
-“Kardeşin hasta mı?”
-“Evet.
-“İyileşmiyor mu?”
-“İyileşecek ama ilaç bulunursa.”
-“Ne ilacıymış bu?”
-“Zolgensma denilen bir ilaç.”
-“E haydi gidip alalım eczaneden, ben veririm parasını.”
-“O ilaç 3 milyon dolar…”
Önce çocuk benimle kafa buluyor sandım.
Zira o parayla hastane kurulurdu.
-“Ne diyorsun oğlum?”
-“Evet, kardeşim SMA hastası. İyileşmesi için tek şansı bu ilaç…”
-“Oğlum devlet var!”
-“Bir ilaç var ama o fayda etmedi… Bu ilacı da vermiyor …”
.
Bir an ne yapacağımı şaşırdım.
İlk defa duymuştum böyle bir şey.
Çocuk devam etti konuşmasına:
-“Hani o sokaklarda çocuğu için yardım isteyen anneler var ya… İşte onlar bu parayı toplamak için gece-gündüz çalışıyorlar…”
Şok oldum…
Devam etti konuşmasına:
-“Şimdi sen bu bayat simitleri bana verirsen ama ücretsiz tabi, ben bunları mahalledeki gariban çocuklara dağıtacağım ve sonra dua edeceğim…”
-“Ne demek, hepsini al git. Taze bayat ne varsa… Hatta şu kahve girişine bir yardım kutusu koyalım kardeşin için, akmasa da damlar belki…”
.
O günden sonra her sabah bayat simitleri almaya geldi. Kutuya koyarak mahalleye götürüp dağıtıyordu.
.
Her gün geldi.
Her gün geldi bayat simitleri aldı…
.
Bir gün gelmedi.
.
Merak ettim tabi,
“Hasta filan olmuştur” dedim.
Ertesi günü de gelmedi.
Sonraki gün de…
.
Sonra araştırdım ki;
“Kardeşi vefat etmiş…”
Çok üzüldüm tabi.
Çocuğu da bir daha görmedim…