İnsani, vicdani, hatta ahlaki olmayan dünya kadar atasözümüz ve deyimimiz olmaya başladı.

Ne hallere düşüyoruz farkına varmadan. Adalet sistemi, kamu vicdanı da çöktükçe atasözleri sanki haklı çıkıyor. Üstelik daha da kullanılır hale geliyorlar.
Önceleri devlet malı deniz yemeyen domuz gibi memuriyette hırsızlığı adeta teşvik eden ifadeden başka dilimizde çok fazla ifade yoktu. Kamu görevi icrasında, kamu kaynaklarının kullanımında yolsuzluk, rüşvet, iltimas gibi konular şiddetle eleştirilir, kınanır, tüyü bitmemiş yetimin hakkının gasp edildiği dillendirilirdi. Yine de kanı bozuk veya sütü bozuk gibi deyimlerle, kamu görevini icra edenler hakir görülürdü. Günümüzde ne yazık ki, kardeşi olsa kolu koparılacak nidaları arasında, mahkemeye bile çıkmıyor, kanı bozuk veya sütü bozukların aklanması için yargı organlarına siyasi baskı yapılabiliyor.
Bize ait olmaması gereken atasözleri ve deyimler o kadar çoğaldı ki, bazıları neredeyse Türk Dil Kurumunun sözlüğüne girmeye başladı. İnternette birçoğu argo atasözleri ve deyimler olarak geçiyor.
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın ifadesiyle insanın egosu mu gelişiyor, yoksa çevresel olgulara gerçekten duyarsız mı kalmak gerekiyor belli değil. Hırsızlık ve yolsuzluk şüphesiyle zan altında olanlar toplumun önemli bir kısmı tarafından hoş görülüyor. Hoş görülmeye çalışılıyor. İş yapıyormuş da yiyormuş. Böyle bir mantıkla hırsızlık veya yolsuzluğun savunması olamaz. Tüyü bitmemiş yetimin hakkının yenmesine seyirci kalmak bir yana, yiyeni haklı görmek kadar aşağılık bir tutum olamaz.
Toplumun belirli değer yargıları olmalıdır. Bunlar netleşmedikçe, hırsızlığı yapan da sessiz kalanlar da işlenen suça ortaktır. Yanlış olanı düzeltmek, en azından yanlış olduğunu ifade etmek sosyal sorumluluğudur insanın. Bu yılanlı ifadeye suya sabuna dokunmamak da eklendi ki ikisi bir bütün oluşturuyor. Doğru söyleyen de dokuz köyden kovulunca toplumsal değerler zayıflıyor. Neticede hırsızlığı veya yolsuzluğu yapanın yanında kar kalıyor.
Dilimize yerleşmiş atasözlerini tek tek saymaya gerek yok elbette. Doğruların radikal sayılmaya başladığı yere geldik neredeyse. Özveriyi, iyiliği neredeyse kerizlik olarak tanımlamaya başladı toplumun önemli bir kısmı. Çocuklar adeta hayatı öğrenirken olması gerekenle olanı ayırmakta güçlük çekiyor. Alemin iyisi sen mi olacaksın şeklindeki yaklaşımlarla yaptıkları ve mutlu oldukları davranışların doğru mu yanlış mı olduğunu netleştiremiyorlar.
Atalarımız iyilik yap denize at demişler ama ardından iyilikten maraz doğar ifadesini üretmişiz. Oysa insanı sevindirmenin güzelliğini, mutluluğunu herkes yaşamalıdır.
Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır atasözüne okullarda kompozisyon yazdıran öğretmenlerimiz azalmış olmalı ki, yüzünün yumuşaklığından donunun astarı kurumuyor diye deyim üretiverdik. Oysa nazik olmak haksız da olsanız haklı olmak kadar önemlidir.
Toplumda binlerce yılın deneyimiyle gelişmiş, bireyin davranışlarında, bireysel gelişiminde adeta hayat felsefesi olacak atasözlerinin yerini, nahoş ifadelerin almaya başlaması, güzel değerlerin, düzenli kültürün erozyona uğradığını da göstermektedir. Geldiğimiz noktada insani değerlerin ne kadar zayıfladığına hep birlikte şahit oluyoruz.
Kelime anlamı itibariyle atasözlerini tarif ederken sözlükler, törelere, geleneklere, akla ve gerçeğe dayandığını, halkın ortak inancını, düşüncesini, ahlak anlayışını, kültürünü yansıttığını ifade eder. Eğer gerçekten böyle ise, dilimize soktuğumuz bu aşağılık atasözleri günümüzdeki kendi gerçeğimizi mi ifade ediyor ne yazık ki.