Müdahaleler ne yazık ki üretici fiyatlarını aşağıya çekmekten başka işe yaramıyor. Tarla ile raf arasındaki farkın kapatılması için başka yollara ihtiyaç var.

Et ve süt fiyatlarında yaşananları hep birlikte izliyoruz. Ülkemizde 1 kg etin maliyeti meraların verimli olduğu Doğu Anadolu bölgesinde, kapalı sistem besiciliğe göre oldukça düşüktür. Yine yem satın alan bir işletme ile yemini kendi üreten bir işletme arasında da maliyet farkları vardır. Gelişme çağındaki bir besi danasının günlük canlı ağırlık artışı ülkemiz şartlarında 1400 gram civarındadır. Bunun % 50-60’ı karkastır. Diğer bir deyişle bir besi danası günde yaklaşık 700-750 gram kemikli et üretir. Üretim tabanında düşünüldüğünde, önemli olan günlük diyeti düzenli oluşturmak, yem tedarik maliyetlerini düşük tutabilmektir. Diğer bir deyişle, yemin ete dönüşümünde en yüksek faydayı sağlayıp birim et üretim bedelini daha da aşağıya çekebilmektir.

Sebze, meyve ve tarla bitkilerinde de benzer üretim maliyeti farkları oluşmaktadır. Hem yöresel hem de yetiştirme teknikleri yönünden girdi kullanımına bağlı farklar artmaktadır. Üretim alanı ve pazar arasında oluşan farklar ise nakliye ve aracı sayısındaki artışa bağlı kalmaktadır.

Domatesin, biberin, patatesin fiyatları nerdeyse her hafta değişmektedir. Soğan çoğu zaman toplama parasını çıkarmazken zincir marketlerde 5.5 TL’yi gördü. Yine Çin’den sarımsak ithalatının yapıldığı yıllarda üretim düşmüş ve sarımsak taneyle satılır olmuştu. Diğer yandan yaz aylarında çoğu zaman kavun, karpuz, sanayi domatesi toplama parasını çıkaramazken, tarlada bırakılırken, pazarlarda tüketiciye pahalı gelebiliyor.

Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Hemen bütün üretim ve tüketim kalemlerinde, mal darlığı yaşanmazken, diğer bir deyişle tezgâhlarda her zaman mal bulunurken fiyatlar neden sürekli inip çıkıyor? Eskiden olsa mal fazla veya ürün az deyip geçerdik.

Devlete ait kısa adı KİT olan sektörler var. Toprak Mahsulleri Ofisi, Tarım Kredi Kooperatifleri, Et-Süt Kurumu gibi kamu iktisadi teşebbüsleri pazar fiyatlarını ayarlayan, üretim politikalarını destekleyen kurumlardır. Elbette liberal veya kapitalist ekonomilerde bunların yeri yok. Devlet piyasalara çok fazla müdahil olmamalıdır. Ancak gıda güvenliğini tesis etmek ülkenin öncelikli görevidir.

Son yıllarda uygulanan politikalar üretimi maymuna çevirdi. Buğday üretimi düştü ithale izin, şeker azaldı ithale izin, et yükseldi ithale izin. Patates fazla ihracat yasağı. Bu şekilde piyasalara müdahaleler, hemen her üründe belli dönemlerde yapılıyor. Özellikle üretici fiyatlarının düşmesiyle sonuçlanan uygulamalar, üreticiyi sosyal ve ekonomik yönden sıkıntıya sokuyor ve sonuçta düzenli üretim politikaları geliştirilemiyor.

Çin’de bütün tarımsal ürünlerde üretim maliyetleri çok düşük. Fiyatlar da haliyle düşük. Hatta AB ülkelerinde de düşük. İthalatla İstanbul’da çok ucuza karnımızı doyurabiliriz. Oysa tarım bütün üretim kalemleriyle stratejik bir sektördür. Üretimin ana unsuru üretici, dünya piyasaları ne olursa olsun korunmak zorundadır. Et fiyatlarının yükselmesiyle ithal izninin çıkması ve özel sektöre de ithal izninin verilmesi üreticinin varlığını sürdürmesini riske sokacak bir uygulamadır. Türkiye’de her ürünün üretim maliyetleri ve üretim potansiyelleri bellidir. Üretemediğimiz malın ithali elbette gereklidir. Ancak üretimi koruyamadığımız, üreticiyi üretimden uzaklaştıran ithalat uygulamaları gıdada bağımlı bir ülke haline gelmemize neden olmuştur.

Mısır, pamuk, domates, hatta kışlık hububat ve bakliyat üreticileri bu sene ne yazık ki ekmeseydim daha iyiydi demeye başladı. Girdi fiyatları iki katına çıkarken ürün fiyatları yerinde saydı. Bu da fiyatların yarı yarıya düşmesi anlamına gelir.