Harıltısıyla gürültüsüyle bir genel seçimi daha geride bıraktık.

Birkaç istisna dışında genel olarak en fazla para harcayan seçimlerde ipi göğüsledi. Siyaset de adeta ekonomik anlamda yatırım aracı haline geldi birçok yerde. Para harcayamayan, kendini anlatmakta güçlük çekti. İktidar kamu gücünü de maddi ve manevi baskı aracı olarak kullandı ve mecliste çoğunluğu sağladı.

Türkiye’de siyasetin kurumsallaşması oldukça uzak görünüyor. Kişilerin temsili, davranışları elbette bir siyasi misyonu etkiler. Özellikle yönetici pozisyonundakilerin örnek kimlikleri, söylemleri, siyasi çizgileri değiştirebilmektedir. Dün neydi, bugün ne oldu hemen herkes farkındadır. Daha dün kılıç kalkan oynayanlar bugün enseye tokat oynayabiliyor.

Siyasetin Türkiye’de kurumsallaşmasında genel başkanların tutum ve davranışları önem arz etmektedir. Eskiden beri genel başkana bağlı siyasi çizgiler yaşanmıştır siyasette. Türk insanının karakteri de lider odaklıdır zaten. Lider hatip değilse, partinin vizyonunu anlatmanın imkânı yoktur neredeyse. Daha önceki siyasi dönemlerde Ecevitçi, Demirelci, Türkeşçi, Erbakancı gibi siyasi koridorlar oluşmuştu. Günümüzde de benzeri oluşumlar yok değildir. Hatta aynı partinin içinde dahi isim odaklı gruplaşmalar olmaktadır.

Siyasetin kurumsallaşmasında parti içi muhalefetlerin sürekli baskı altında tutulması veya tasfiye edilmesi de önemli rol oynamaktadır. Adalet Partisinde ve Doğru Yol Partisinde Demirel’e hiç kimse muhalefet etmemiştir. Cumhuriyet Halk Partisinde de benzer gelişmeler yaşanmıştır. İsmet İnönü, Bülent Ecevit ve Deniz Baykal, herhangi bir seçim başarısızlığında partiden uzaklaşmamışlar, başarısızlığı seçmenlerine izah etmeye çalışmışlardır. Haliyle günümüzdeki değişimler de zayıf değişimlerden öteye gitmemektedir. Rahmetli Baykal’ın başına çorap örülmeseydi hayatta bırakmazdı genel başkanlığı.

Türk insanının siyasete bakış açısı da kurumsallaşmayı etkilemektedir. Yerel örgütlerde de kişisel çekişmelerin ortaya çıkması, ego savaşlarını güçlendirmekte, demokratik davranışların önünü kesmektedir. Oysa her kim olursa olsun, eğrisiyle doğrusuyla siyasi çizginin taşınmasında görev alabiliyorsa, birilerinin tercihiyle alıyordur. Aynı çizgideki insanların tercihidir bu aslında. Dolayısıyla beğenilmeyen tarafı demokratik tercihlere havale etmekten başka çare yoktur. Demokratik tercihlerde bireylerin sağduyulu olması, eğitim seviyelerinin yüksek olması, kararların alınmasında etkili olmaktadır.

Demokrasinin gelişmesi, bireylerin geniş bakış açısı kazanması siyasette kurumsallaşmayı geliştirebilir. Yoksa gelişmesi imkansızdır. Siyasetin içinde bireylerin kimlikleri zayıfladıkça siyasi misyonun gücü artar. Yoksa ne partiler geldi geçti şu Cumhuriyet tarihinde. Devamı olduklarını söyleyenlerin hangisi taşıyabiliyor eski misyonların aynısını? Bunun cevabı zaman değişti olmamalıdır elbette.

Bir kişiye yüklenen misyonlar neticesinde siyasetin millete hizmet etmesi zor görünmektedir. Kişinin etrafında oluşan şebeke daha fazla hizmet/menfaat koparır.

Bugün cumhuriyetle yaşıt güzide partimiz CHP kongresini yapıyor. İki adayları var. Dışarıdan bakınca gelenekçiler ve değişimden yana olanlar olarak ayrılıyor. Memleketin sosyal demokrat, özgürlükçü partisinin 55 il başkanı genel başkan Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceklerini deklere ettiler. Delegelerinin özgür iradelerine kota koydular. Gerek var mıydı? Elbette yoktu. Ne diyelim hayırlı uğurlu olsun.