Geçtiğimiz Salı günü Necdet Kurt Abi, ebedi yolculuğuna çıktı.
Allah Rahmet eylesin. Nur içinde yatsın. Kendisiyle dericilik konusunda televizyon programı da yapmıştık. Bir ara derlemelerini bu köşede paylaşmıştık. Onlardan biri de Ezine Köselesi idi. Olduğu gibi paylaşmakta yarar var.
Dün burada paylaştığımız gibi Necdet KURT’un hatıralarını derlediği önemli noktaları burada paylaşmaya devam edeceğiz. Bir zamanlar Türkiye’de marka olan, ancak günümüzde kaybolan bir zanaatı ve kısa geçmişini anlatıyor Necdet Abi.
Dericiliğin en güçlü olduğu yıllar. Ezine’nin içinden geçen, yaz kış akan dere boyuna dizilmiştir dericiler. Dere şaldır şıldır akarken, etrafındaki söğüt ağaçları da serinlik vermekte, sıcaklığı yaz aylarında 4-5 derece düşürmektedir. Doğal klima vazifesi görmektedirler. Derenin içinde sazan balıkları, yılan balıkları yaşamaktadır. 1956 yılında içine setler yapılmıştır.
Ezine’de yüzden fazla kalfası ustası yirmiden fazla tabakhane vardır. Koyun derilerinden meşin, keçi derilerinden eşek semerlerine satiyan (eyerlere kolan), sığır derilerinden kösele ve koşu takımları, vaketa yapılırdı. İstanbul kapalı çarşıda biri Rum biri Yahudi biri Ermeni üç tüccar vardı. Derileri onlar alırdı. Ezine köselesi Türkiye markasıydı. Bu tüccarların Ezine’den kösele gelmeyince dükkânlarını açmadıkları söylenirdi. Kösele gelmeyince Akhisar ve Yalvaç köselelerinin satışını yaparlarmış.
1950 yıllarında ilçelerde orta okullar açılmıştı. 1951 yılında Uzunköprü’de orta okula başladım. Numaram 36 idi. İkinci sınıfta resim öğretmenim Selma Hanım resimli bir ata sözü yapın dedi. Bende bir kabartının üzerinde bir horoz resmi yapıp, “her horoz kendi bokluğun da öter” atasözünü yazdım. Selma Hanım hemen değiştir “bokluk” olmaz her horoz kendi çöplüğünde öter yaz dedi. Ben de itiraz ettim. O zaman çöplük diye bir şey yoktu duymadım. Her evde sığır vardı. Avlu ortasında da gübrelerin toplandığı yer vardı ve bokluk denirdi.
Ortaokula başladıktan bir sene sonra babam Ezine, Bayramiç, Ayvacık bölgelerindeki kurban derilerini almıştı. O sene Ezine tabakhanelerinden birini işletmeye başlamıştı.
Ben de 1953 yılının yaz tatilinde Ezine’ye ziyarete gittim. Ezine’de her şey bolluk. Babama annemleri de buraya getirsek ya dedim. Oradan hemen bir ev kiraladık. Bana 20 lira verdi git getir dedi. Bende biraz kap kaçak ev eşyası ile birlikte annemleri Ezine’ye getirdim.
Ortaokulun üçüncü sınıfını 63 numara ile 1954 yılında bitirdim. Bütün okullar açıktı. İmtihansız öğrenci kabul ediyordu.
Tarımda işler çok güzeldi. 1951-54 yılları arasında dört yılda %46’ların üzerinde bir büyüme tespit edildi. İşlerde çok büyük bir gelişme vardı. Ben babamın yanına kalfalığa başladım. 12 yıl boyunca bedenen hizmet ettim. Çok güzel paralar kazandık. Sonra teknolojinin gelişmesiyle birçok sanatlar teknolojiye yenik düştü.
1966 yılında İmroz Sağlık Merkezine Ayniyat Saymanı alınacaktı. Ortaokul mezunu bulunmadığı takdirde ilkokul mezunu alınacaktı. Ben de ortaokul mezunu olarak müracaat ettim. O zamanlar ortaokul mezunu pek yoktu. Hemen işe alındım.
Sonuç: öğretmenimle yaptığım bokluk mu çöplük mü münakaşasının sonunda kendimi boklu bir sanatın içinde buldum. Allah tarafından mükâfat mı cezalandırma mı olduğu hususunu hala çözemedim. Ama şu an debbağlık sanatının son temsilcisiyim. İnanıyorum ki benim için mükafatlandırma olmuştur.