“Zeytinyağlı yiyemem aman, Basma da fistan giyemem aman…”

Zeytinyağı olmuş 300 lira, daha da yükselecek 500’leri bulacak deniliyor.

.

Geçen bizim arkadaş aldı 10 kilo.

3000 lira para verdi bana “Alacaksan al, sonra pişman olursun” dedi.

.

Ben umursamadım, “Yok artık 500’müş. Bu zeytin memleketinde hayatta olmaz” dediysem de kendim inanamadım.

Zira fiyatlar oraya gidiyor.

.

Peki neden arttı?

.

Hemen Google amcaya danıştım.

Zira bu konuda uzman değilim.

.

Tarım yazarı Al Ekber Yıldırım, zeytin ve zeytinyağı fiyatlarının Avrupa’daki üretim

krizinden etkilendiğini belirterek, “Hem İtalya’dan hem İspanya’dan Türkiye’ye ciddi bir talep oldu. Onların kendi tüketim için ihracat için yağ ihtiyacı var. Bu açığı kapatmak için Türkiye’den talep edilince bizde de fiyatlar arttı.”

.

“Mesela ihracatta, biz 40 bin ton civarında ihracat yaparken, bu yıl 150 bin tondan fazla ihracat yapıldı. Bu da dışarıdan gelen talebin fiyatlara etkisi olduğunu gösteriyor. Avrupa’da da fiyatlar arttı. Orada üretimle ilgili kriz yaşanıyor” dedi.

.

Bir başka haberde şöyle diyor;

“Küresel zeytinyağı fiyatlarının rekor seviyeye ulaşması sonrası Türkiye'deki perakende fiyatlar da iki ayda yüzde 77,7 zamlandı ve litresi 90 liradan 160 liraya fırladı. “

.

“Kuraklık nedeniyle darboğaza düşen İspanya'ya yapılan zeytinyağı ihracatının ise yılın ilk 6 ayında 26,8 kat birden artması dikkat çekti…”

.

Sonuç olarak Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Mustafa Tan son noktayı koydu:

“İç piyasadaki zeytinyağı fiyatlarında yaşanan artışın sebebi; Artan ihracat ve döviz kurunun etkisiyle yükselen maliyetler…”

.

Böylesi küresel sorun karşısında bizim zeytinyağını 500 liradan yememiz normal olacak demektir.

Kimse fiyatlar düşecek diye beklemesin…

Bu sebeple bir kenara çekilip;

“Zeytinyağlı yiyemem aman,

Basma da fistan giyemem aman…”

Türküsünü söyleyin…

.

Bu türkünün içine hazin bir hikâye var tabi.

Sakın “Aşk mı acaba?” diye düşünmeyin.

Tamamen siyasi bir mesajı var.

Nasıl mı?

Okuyun bakalım…

.

Yalnız okumadan önce bu yazılanların tamamen doğru olduğu söylenemez.

İddia varsa, karşı iddia da var.

.

Önce iddiayı yazayım.

.

Türkü şöyle başlar;

“Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman”

“Senin gibi cahile,

Ben efendim diyemem aman…”

.

Rivayet o ki, türkü Bursa yöresine ait.

2 Kasım 1954’te İhsan Kaplayan kaynak gösterilerek Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmiş.

.

Ama dediğim gibi sıradan bir türkü değil. “Siyasi ve ekonomik nedenleri olan” kendince siyasi bir hikâyesi olduğu iddia ediliyor.

.

Olaylar şöyle gelişir;

“2. Dünya Savaşı sonrası Amerika Marshall Planı isminde bir yardım paketi hazırlar.

.

Bu öneri Türkiye ile birlikte 16 ülke tarafından kabul edilir.

.

Gelelim asıl konuya;

“ABD çok eski yıllardan beri dünyanın en büyük mısır üreticisidir. Haliyle ülkede birikmiş olan mısırı eritmenin yolu da bunu diğer ülkelere satmaktan geçecektir.”

.

Bunu şu şekilde sağladığı iddia ediliyor;

“Amerika elindeki mısır dağını eritmek için Marshall Planı’ndan faydalanmak isteyen ülkelere mısırözü yağı alma ön koşulu koyar.”

.

Kısaca demiş ki;

“Ya mısırözü yağını alırsınız, ya da yardım filan yok!”

.

Türkiye de buna karşılık ilk margarin fabrikasını kurmuş.

Sırf bu yüzden ülkedeki birçok zeytin ağacı yerinden sökülmüş.

Elde kalan zeytinlerden elde edilen yağ da ABD’ye satılmış ve mısırözü yağı olarak bize geri dönmüş...

.

İnsanımızı mısırözü yağına teşvik etmek amacıyla “Isınan zeytinyağının kanser yaptığı bilgisi” kamuoyuna pompalanmış.

.

Oysa zeytinyağı en zor yanan sıvı yağlardan biridir.

Sonuç olarak;

Türk insanı bu tarz haberlerle zeytinyağından uzaklaştırılıp margarine alıştırılmış.

.

Bu da yetmemiş, zeytinyağı hakkında olumsuz imaj oluşturmak için bir de “Türkü siparişi” verilmiş.

Bu türkü bir anda döneminin en popüler türküsü haline gelmiş.

.

Bu da yetmemiş, türkünün devamında olduğu gibi “Basma fistan giyen kadınlar” da zamanla sentetik kıyafetlerle tanıştırılmış.

.

Gerek Prof. Dr. Kenan Demirkol, gerek Prof. Dr. Canan Karatay bu yönde açıklamalar yapmış;

“Türkiye’de 1952’de margarin üretimine başlandı. O tarihe kadar insanlar tereyağı ve zeytinyağı yiyorlardı. Margarin satılabilmesi için her yol denendi.”

“Zeytinyağlı yemenin, pamuklu kumaş giymenin aşağılanmış bir davranış olduğu algısı yaratılmak üzere bir halka ilişkiler mucizesi gerçekleştirildi.”

“1954’te ‘Zeytinyağlı Yiyemem Aman’ türküsü derletildi.”

.

Prof. Dr. Karatay bu türkünün sözlerini yeniden yazdı.

Zeytinyağlı yerim de aman,

Basma da fistan giyerim aman,

Margarinleri yiyenlere,

Ben akıllı diyemem aman…

.

Kaldım dumanaltı yerlerde,

Tertemiz havamız nerelerde,

Kaldım dumanaltı yerlerde,

Ah şekersiz çayım nerelerde…

.

Zeytinleri yerim de aman,

Basma da fistan giyerim aman,

Çocuklara şeker verene,

Ben akıllı diyemem aman,

Çocuğuma zarar verme derim de aman…

.

Kaldım trans yağlar içinde,

Faydalı yağlar nerelerde,

Sağlıklı yaşıyoruz biz artık,

Ekmek şeker yiyenlere çok yazık…

.

Anlaşılan o ki;

“Biz mısırözü yağını yemek için zeytinyağından soğutulduk ve pamuk üretiminden de vazgeçmek için sentetik kıyafetlere özendirildik…”

.

Peki bu iddianın karşıtı ne?

Bir de ona bakmak lazım.

.

“Tarihler uyumsuz” diye başlıyor anlatan Yazar Tevfik Uyar;

“Marshall planının uygulandığı tarih aralığı 1947-1951.

Türkünün derlenme tarihi ise 2 Kasım 1954. (TRT THM repertuar numarası 1133).”

.

“ABD türküyü 3 sene geç mi sipariş etmiş yani? Pek öyle süper komplo planına benzemiyor bu haliyle.”

.

“Hadi 3 senelik gecikmeyi önemsemeyelim…

Türkünün “tüketiciler” üzerindeki olası etkisi bugünün bakış açısıyla yorumlanmış. 1954’te Youtube filan mı var sanılıyor acaba?

Tamam; o zaman yegâne yayın devlet radyosu tarafından yapılıyor ama yenice derlenmiş bir türkü ne ara çalınacak, yayımlanacak, milyonların sevgisini kazanacak ve insanların tüketim alışkanlıklarını değiştirecek kadar etkili olacak yahu!

Üstelik radyo kullanımı hâlâ sınırlıdır ve 1950–1964 yılları arası tek bir radyo vericisi bile kurulmamıştır Türkiye’de.”

.

“Hem zeytinyağı tüketimini azaltmak için türküye ne hacet?

İddiaya göre hükümet üzerinde (sözde) zeytin ağaçlarını kestirecek kadar etkili olan güç, zeytinyağına vergi koydurmak yerine türkü mü sipariş etmiş?”

.

“Zeytinyağının o dönemde Türkiye’deki yaygınlığı ne kadar ki?

Karadeniz’de, İç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bile zeytinyağı mı kullanılıyordu ki, zeytinyağı bir hedef seçilmiş olsun?”

.

“Zaten margarin zeytinyağının değil, tereyağının alternatifidir!

Hayvansal yağ yerine ucuz bitkisel yağ sayesinde hem katı hem de süt katkılı bir yağ eldesi ve bu sayede tereyağın taklit edilmesi amacıyla icat edilmiştir.

Ucuzdur!

İnsanlar zeytinyağı yerine margarine yöneldiyse bile türkü etkisiyle değil, doğal olarak ‘UCUZ’ olduğu içindir.”

.

“Peki bugün niye margarin satılıyor hâlâ? Türkünün etkisi geçmedi mi?”

.

Türküye gelirsek şöyle açıklanıyor;

“Türkü, gurbete gelin giden bir kızın oranın yaşam şartlarına alışamamasını anlatıyor. ‘Zeytinyağlı’ yiyemiyor ablamız, çünkü tereyağına (ya da kendi yöresinin yağı neyse ona) alışmış. Basma fistan giyemiyor, çünkü geldiği yerde başka türlü giyiniliyor.

“Zalime efendim diyemiyor, beyinden pek memnun değil. Kalmış duman içi dağlarda, sevgili (esas) yâri nerelerde? Burçak tarlasında burçak yolan ya da Yüksek yüksek tepelere gelin giden ablamızla derdi aynı.

O da derdini böyle ifade etmiş.”

.

“Sonuçta kültürümüzden çıkmış, böyle tatlış bir türkü işte…

Bence komplo teorileriyle uğraşmak yerine Marshall Planı ve DP dönemindeki bu politikaların, Türkiye’ye neler kaybettirdiğini rasyonel tez ve verilerle tartışsak daha yararlı olur.”

.

Yazar böylece “Karşı tez” koymuş ortaya.

.

Kim ne derse desin kardeşim.

Nihayetinde zaten zeytinyağı yiyemiyoruz.

Ama margarinden, ama pahalılıktan…

.

Hökümetimiz bir yol bulamazsa bu sene 700-800 lirayı bulacak gibi.

Ancak, emekli maaşımız 7500 lira olduğundan düşünmüyoruz zaten.

Hökümetimiz sağolsun…