Oldukça meşhur olan şu “Kırık cam teorisini” çoğunuz bilirsiniz.
Hikayesi şöyledir;
ABD’li suç psikoloğu Philip Zimbardo 1969 yılında yaptığı çalışmasında toplumun suç oranının yüksek olduğu, “Getto” diye tabir edilen, maddi durumun daha kötü olduğu Bronx bölgesini ve “Yüksek yaşam standartlarına sahip olan”, daha ayrıcalıklı kesimlerin yaşadığı Palo Alto bölgesini esas alır.
.
Bu bölgelere 1959 model, plakasız ve kaputu aralık birer araba bırakır.
Arabaların bırakılmasından üç gün sonra Bronx bölgesindeki arabanın tamamen yağmalandığı ve çok kötü halde olduğu görülürken Palo Alto’daki araca kimse dokunmamıştır bile.
.
Bunun sonucunda Zimbardo ve birkaç yardımcısı sağlam olan aracın yanına gider ve bir alet yardımıyla araca zarar verir. Birkaç darbeden sonra Palo Alto’da yaşayan insanlar da araca zarar vermeye başlar ve bir süre sonra otomobil büyük hasar almış olur.
.
Bütün deneyin neticesinde Philip Zimbardo şu sonuca ulaşır:
“İlk camın kırılmasına ya da çevreyi kirleten ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz.”
.
Kısaca kırık cam teorisinin özeti şudur;
“Taviz, tavizi doğurur.”
.
“Bir kereden bir şey olmaz” demenin neden yanlış olduğunu gösterir.
.
Birçok yerel polis teşkilatı kırık camların önemini keşfedip görmezden gelinen küçük suçlar konusunda daha dikkatli olmaya başlamış.
Örneğin New York polisi;
Önce küçük suçların peşine düşmüştür.
Metroya bilet almadan binenleri, apartman girişlerini tuvalet olarak kullananları ve kamu malına zarar verenleri yakalayıp haklarında işlem yapmış.
.
Kırık cam teorisi özellikle “Rekabetin egemen olduğu iş yerlerinde başarısızlığın ve verimin düşmesinin nedenlerini anlamak için” de kullanılmış.
.
Amerikalı yazar Micheal Levine şöyle örneklendirmiş:
• Büyük bir restoran zincirinin bir şubesinde tuvalet kâğıdı tükendiyse, bu, yönetimin müşteri ihtiyaçlarını önemsemediğini gösterir. Böylelikle, müşteri bu restoranda yemeklerin uygun şekilde hazırlanmadığını da düşündürebilir. Hatta müşteride tüm bu restoran zincirlerinde yemek yemenin sağlığına zarar vereceğini veya restoran zincirlerinin tüketicileriyle ilgilenmediği düşüncesi oluşabilir.
.
• Prestijli bir giyim mağazasındaki kayıtsız bir kasiyer bir “Kırık cam” dır.
.
• Üzerinde agresif bir slogan olan bir tişört ile çalışan bir benzin istasyonu görevlisi bazı müşterilerin başka bir marka benzin kullanmaya başlamasını kolaylaştırabilir ve böylece müşterileri kalıcı olarak bu şirketten uzaklaştırabilir
.
• Kötü sergilenmiş bir ürün “Kırık cam” olabilir.
.
• Müşteri ürünü neden iade edemediğini sorduğunda “Kural bu” denmesi “Kırk cam” olabilir.
• İyi hazırlanmamış bir menü “Kırık cam” olabilir.
• Bir çalışan bir şirkete ne gerekçeyle olursa olsun zarar vermeye başlamışsa bu bir “Kırık cam” dır.
.
“Kırık Cam Teorisi”, suç ve bulunan mekân arasındaki ilişkiyi çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyormuş.
.
“Düzensizlik algısı” ve suç oranının ilişkisini açıklamak isteyen Keizer ve arkadaşları bunun için bir deney yapmış;
“İki farklı çevrede dışarı sarkacak ve içinde görülecek şekilde beş Euroluk banknotlar bulunan zarfları posta kutularına yerleştirmişler ve oradan geçenlerden ne kadarının bu zarfları çalacağını gözlemlemişler.”
.
Yoldan geçenlerden geniş bir gurubunun (%13), bu zarfları aldığı ortaya çıkmış. “Eğer posta kutusu grafitiyle kaplıysa”, yani üzeri yazıyla boyanmışsa hırsızlık yapanların oranı ikiye katlanmış.
Kırık cam teorisinden çıkarılan sonuçlara göre suçla mücadelede, “Kentlerin düzenli ve bakımlı olması, sivil katılımın teşvik edilmesi” oldukça önemli hale gelmiş.
.
Yani, “Bir kentte yaşayanlar, o kentin düzenliliği ölçüsünde toplumsal yaşama uyumlu olmuşlar ve düzgün davranmışlar…”
.
“Temiz ve düzenli bir çevre”, o bölgenin izlendiğini ve yasa dışı davranışlara izin verilmeyeceğini bildirmiş hep.
.
Bunun tersine, “Bakımsız bir çevre, terkedilmiş binalar, duvar yazıları, çöp yığınları” bölgenin izlenmediği ve orada yaşayanların sorumsuz davrandıkları sinyalini vermektedir.
Önemli olan “Kırık camlar” değil, ilettikleri mesajdır diyor alıntı yaptığım bu yazıda.
.
Şehrimizin sessiz, sakin ve huzurlu olmasının sebeplerinden biri de bu olmalı.
Yazıda sözü edilen isteklerin sadece belediyeden, emniyetten beklenmemesi bu şehirde yaşayan bizlerin de daha doğru davranmasını gerektiriyor.
.
Her alanda kafamızdaki “Adam sendeciliği, boşverciliği” kanıksayıp, “Bir kereden bir şey olmaz” dememek için çabalamalıyız.
.
Siyasi seçimlerimizde yaptığımız hatalardan ders alarak, önümüzdeki yerel seçimlerde kapımızın önünü süpürmüş bir halk olarak “Kırık cam” teorisinin bize verdiği derse uygun davranmak, en büyük emelimiz olmalıdır…
.
Dün su kartıma kontör yüklemek için gittiğim belediyede karşılaştığım durumu yazmıştım.
Öğle tatilinde tahsilat yapan görevli memurun izin alması sebebiyle verilemeyen bu 1 günlük hizmet de bir “Cam kırığı vakasıydı.”
.
Bu yazım üzerine belediyeden ilgili birim yetkilisi aradı ve “Görevli personelin rahatsızlanması dolayısı ile o güne mahsus öğle arası hizmet veremediklerini” anlattı.
.
Ancak “Belediyenin her zaman olduğu gibi öğle arası ve mesai saatleri dışında belirli süre hizmet verdiğini” de ilave etti.
.
Ben ikna oldum.
Ya o gün öğle arası gelip su alamayanlar?
BİR PAVYON MASALI
İncir Taneleri…
Piarı oldukça yüksek olan dizi şu anda gündemde.
Ama konusuyla mı?
Hayır, Dilber ile.
.
Kim bu Dilber, ne iş yapar?
.
Fazla dizi seyretmediğimden gündemi takip ederken takılıyorum mecburen.
.
Yılmaz Erdoğan’ın yazdığı ve oynadığı dizi olarak reklamları yapıldı.
Ama dizinin tanıtımında öne çıkan, “Dilber” karakteri ile bir pavyon dansçısını canlandıran “Hazar Ergüçlü” oldu.
Zaten tüm tartışmalar onun üzerine.
.
Yılmaz Erdoğan yazdığı dizi ve film senaryolarında içimizden birilerini karakter olarak ön plana çıkarıp, seyredenleri ekrana bağlayan biri.
.
“Bir Demet Tiyatro” nun yıllarca reytinglerde birinci olmasının sebebi yarattığı karakterlerin içimizden biri olmasından kaynaklanıyor.
.
Bu diziyi yazarken sıradışı bir karakter planlamış belli.
Daha ilk günden insanları ekranlara kilitledi bile, ama tartışmalar sürüyor.
.
Bu ülkede pavyonlar sanki bu diziyle başlamış gibi bir hava estirildi.
Yıllardan beri özellikle Ankara pavyonları efsane olarak dolaşıyor dillerde.
Sosyal medyada yayınlanan video görüntüleri ile daha da bilinir hale geldi.
.
Tarlasını satmış köylü dayıların bütün paralarını yediği, birbirine racon kesen kabadayıların başrol aldığı, yeni yetme delikanlıların paye almak üzere sahneden inmediği, efkar dağıtma bahanesi ile gece yarılarına kadar eğlenceye dahil olan grupların boy gösterdiği bir mekan.
.
Saz sanatçılarının kendilerine özgü besteleri ile bazen eleştirel, bazen küfürlü, bazen de aşağılayıcı güftelerle oynamaya çalışan pavyon dansçıları da mekânın bir parçası.
.
Yılmaz Erdoğan “Dilber” karakteri ile belki de bu sosyal yaraya el atılmasını istedi.
“Belki de kendisine böylesi bir sipariş verildi.”
Yakında pavyonlara yapılacak operasyonlar gündeme gelirse şaşırmam.
.
Zaten bu ülkede neye şaşırmıyoruz ki artık?
.
İşin başka yanında yayınlanan haber şöyleydi;
“Haftalardır gündemde olan ‘İnci Taneleri’ dizisi nihayet izleyici ile buluştu. Yıllar sonra cezaevinden çıkan Azem Yücedağ’ın hikâyesini konu alan Kanal D’nin iddialı dizisinin günler önce yayınlanan fragmanından sonra pavyonlara rağbet olduğu iddia edilirken pavyon dansı kursu dahi açılmış!
İşte pavyon kültürü böyle normalleştirildi!
Bu işe en çok Ankaralı Seymenler kızdı!”
.
Haber-yorum iç içe verilirken, bu diziden pek memnun olunmadığı yönünde dokundurmalar var.
.
Ne diyelim?
Bir pavyon masalı böylece başlamış oldu.
Finali nasıl olacak, yaşayıp göreceğiz.