Sabah kahveyi açmışım, temizliğimi yapmışım.
Çayımı demlemiştim ki kapıda bir araba durdu. “Hayırdır” dedim sabah sabah.
Gittim baktım, bizim patron.,
Normalde çok önemli işi olmadan hayatta gelmez bu saatte.
.
“Günaydın ağabey” dedim, “Günaydın Rüstem, yap bakalım şuradan bir kahve de içelim” dedi, girdi içeri.
.
Çabucak yapıverdim kahvesini, götürdüm ve sordum; “Hayrola patronum, kargalar kahvaltısını etmeden bu saatte?”
Hiç sorma Rüstem geçenlerde burada bir kavga olmuştu ya, beni şahit yazmışlar.
Sabah gittim mahkemeye, duruşma öğleden sonraya alınmış. Eve gitmektense buraya geldim…”
“İyi yapmışsın da o kavgada esas şahit benim, seni niye çağırdılar ki?”
“Tahminim yanlış şahit uygulaması yapılmış. Şu bizim ocakçıyı erken çağıralım da, sen de benimle gel. Şahitlik yaparsın…”
“Olur patron nasıl istersen…”
.
O kavga meselesi de Ali’nin işleri tabi.
Diğer mahalleden bir kıza sarkmış.
Kız da buna tutulmuş fakat ağabeyi durumu öğrenmiş.
Kahveyi basmışlardı 5-6 kişi.
Ali’yi hırpalamaya kalktılar biz varken bu mümkün mü?
Yedirmedik mahalle çocuğunu tabi.
Meğer kızın yaşı küçükmüş, kızın babası Ali’yi mahkemeye vermiş “Küçük kızımı taciz etti” diyerek.
Yahu bizim Ali de 17 yaşında zaten.
O da reşit değil.
.
Neyse biz mahkemenin yolunu tuttuk.
Patron duruşmadaki ifadesinde;
“Hakim bey, benim olayı görmüşlüğüm yok, zaten kahveye saat 5-6 ‘dan önce gelmem. Olay saat 15 civarı olmuş. Sadece kahve sahibi olmam sebebiyle buradayım…” deyince hâkim karşı tarafın avukatına kızmış;
“Yahu ilgisiz adamları getirip zamanımızı alıyorsunuz. Biraz daha dikkat lütfen! Bakın kapıda onlarca insan bekliyor, yazık!” diye sinirlenmiş.
.
Bizim avukat “Efendim bizim bir şahidimiz daha var!” deyince hâkim; “Çağırın gelsin!” demiş.
.
Mahkemenin mübaşiri bizim mahalleden Adem ağabey.
Her akşam olmasa bile, haftada 3 kere gelir kahveye.
Çok mukallit biridir.
Mahkemenin kapısına çıktı ve bağırdı;
“Ayı Rüstem! Ayı Rüstem! Mahkemeye…”
Bütün millet baktı bana doğru utandım.
Kapıdan içeri girerken Adem ağabeyle göz göze geldik, “Yine yaptın yapacağını ağabey” dedim.
.
Hâkim ise dört gözle beni bekliyormuş meğer.
“Merak ettim kimmiş şu Ayı Rüstem!” dedi bana bakarak ve ilave etti “Yahu bir insana iri diye Ayı lakabı konmaz, çok ayıp” dedi.
Ben hemen müdahale ettim;
“Efendim lakabım irilikten değil” dedim.
Hâkim merak edip sordu; “Peki neden?”
“Efendim anlatması uzun sürer” desem de hâkim, “Yahu battı balık yan gider, merak ettim hikâyeni, anlat bakalım dinliyoruz…”
.
“Efendim eskiden yaz tatili olduğu zaman beni dedemin köyüne gönderirlerdi yardım edeyim diye. Akşamları ise köyün delikanlıları ile buluşup eğlenirdik. Bir akşam askere gidecek arkadaşımızı uğurlamak adına kafaları çekelim dedik. Köyden uzak olsun, gürültümüz kimseyi rahatsız etmesin istedik ve doğru dedemin tarlasının yanındaki armut ağacının dibine çöreklendik…”
Hâkim girdi lafa; “Oğlum bırak şimdi o kısmı, çabucak anlat… Bak kapıda insanlar mahkeme bekliyor!” dedi.
“Neyse efendim biz o akşam iyice kafaları bulduk. Saatte epey geç olmuştu. Bir ara homurtu duyduk. Bizim Hüseyin birden fırladı yağa ve koşmaya başladı ‘Kaçın! Kaçın! Ayı bu!’ dedi. Millet birden sağa sola kaçışıverdi. Aslında dolunay vardı, etraf aydınlık gibiydi rahatça koşarak kaçabilirdim ama ben şaşkınlıktan korkup armut ağacına çıktım. Meğer ayı da armut yemeye gelmiş. O da beni fark etmeyip tırmandı ağaca. Ben üstte nefes bile almıyorum, o da homurdanarak aşağıda armut koparıyor ve aya doğru kaldırıp bakıyormuş olmuş mu diye. Fakat uzattığı armut, üst dalda oturan benim ağız hizama geliyor. Ben de zannediyorum ki bana ‘Yer misin?’ diye soruyor. Korkudan sesim çıkmıyor ve kaşlarımı kaldırıp ‘Hayır’ diyorum aklımca. Bu birçok kez tekrar etti, iyice sinirlerim bozulmuştu… Son uzattığı armudu görünce dayanamadım ve ‘İstemem ulan ayı!’ diye bağırdım. Ayı benim sesimden korkup ve ne olduğunu anlayamadan ağaçtan aşağıya atlayıp kaçtı… Ben bu hikâyeyi köyde anlattıktan sonra bana ‘Ayı kaçıran Rüstem’ dediler. Zamanla da ‘Ayı Rüstem’ dediler efendim…”
Hâkim gülmekten konuşamıyordu.
Mahkemedeki herkes gülüyordu aslında.
Hâkim saatine baktı, “Ohooo saat epey geç olmuş. Haydi bakalım bir an önce anlat şu gördüklerini de davayı bitirelim” dedi ve mahkeme kaldığı yerden devam etti.
İLERİ TEKNOLOJİ
Teknoloji ilerledikçe daha neler gelecek başımıza bilmem.
Bazen hikâyesi günümüzden 100 sene sonrasında geçen filmler izliyoruz.
İleri teknolojiler bize güzel gözükse de sanki özgürlüklerimiz kısıtlanacak gibi.
Sürekli olarak izlenmek insanı gerer gibime geliyor.
.
Günümüzde buna benzer bir uygulama Çin’de hayata geçmiş.
.
Bir süper marketteki kameralar, yaptığınız alışverişi takip ederek hesabı çıkarıyor ve yüz tanıma sistemi ile bankanızla irtibata geçerek faturayı hesabınızdan o anda tahsil ediyor.
Siz hiç ödemeyle filan uğraşmıyorsunuz.
.
Fikir güzel.
Kolaylık.
Zamandan tasarruf.
Kuyruklarda beklemek yok.
Ama…
Üçkâğıtçıları ne yapacağız?
.
Mağazanın her yeri yüz tanıma sistemleri ile donatıldığından bu tip soygunculara karşı muhakkak bir önlem alınmıştır.
.
Geçenlerde bizim medyada, “Kesinleşmiş birkaç cezası bulunan kişi yakalandı” haberi vardı.
Bu tiplere basacaksın çipi, attığı her adımı takip edeceksin.
Hüküm giydiği andan itibaren gözetim altında olacak; “Nereye gitti, ne yaptı?” bileceksin.
Böylece yüz tanıma ve takip sistemleri ile sabıkalı birinin kaçarı olmayacak.
.
Kullanıma sunulan teknolojik market sisteminin bazı sakıncaları olabilir;
Misal;
Bankadaki mevduatınız veya kredi kartınızın limitini aşan bir alışveriş yaptığınızda, sistem size market hoparlöründen bir uyarı gönderirse işte o zaman çok kötü olabilir;
“Lan Mahmut, elleme o muzları, paran bitti oğlum!”
.
Böylesi bir teknolojide başkasının yerine de alışveriş imkânı yok.
Komşu teyzenin size alması için rica ettiği soğanı alamayacaksınız.
Belki teyzenin resmini kameralara gösterip yüz tanımayla kandırabilirsiniz ama onu da önleyecek bir çözümü vardır elbet.
.
Belki de markete girerken seçenekler bölümünden, “Ben manuel alışveriş yapacağım, bana karışma” da diyebileceksiniz.
.
Market sistemi, alışverişe gelen yaşlılara yardımcı olmak adına birkaç görevli robot da görevlendirebilir.
Yaşlı kadının market arabasını süren robot, sürekli olarak kadına karışabilir ve:
“O yağdan almayın kolesterolünüzü yükseltebilir. Bu etin size faydası yok. 1 kilo üzüm şekerinizi yükseltebilir. Fazla dolaştık tansiyonunuz yükseliyor, bir kenara oturmanız lazım…” şeklinde çeşitli uyarılara maruz bırakabilir.
.
Teknoloji işte.
İyisi de var, kötüsü de…
.
Şimdilerde pek revaçta olan “Online alışveriş” kısmını bence reyonları kameralarla gezerek yapsak daha hoş olur.
Online girdiğiniz bir markette canlı hissi ile reyon, reyon gezerek sanal alışveriş yapabilmeli insan.
Fena olmaz hani.
Bunu giyim mağazaları, ayakkabı, kasap, manav, tuhafiye, güzellik, bakım marketleri, kozmetik mağazaları da takip etmeli.
Millet oturduğu yerden reyon gezerek alışverişini yapmalı.
Girişimcilere duyurulur…
BYTYQİ
Dün akşam (Perşembe akşamı) Antalyaspor Beşiktaş kupa maçını izliyorum.
“Bu sene şampiyonluk yolunda geride kaldık ama umudumuz kupa” diyerek oturduk televizyon başına.
.
Fenerbahçe ve Galatasaray’ın kadrolarına bakınca bizimki aşk hikâyesinden öte gitmeyecek aslında.
Kısaca kupa da hayal gibi.
Neyse, çıkmadık candan umut kesilmezmiş.
.
Daha biz nefes alamadan Antalyaspor çaktı bir tane.
Golü atan oyuncunun adı “Zymer Bytyqi…”
Spiker adını telaffuz etmese okumak için kril alfabesi kurslarına gitmem lazım galiba.
.
Yahu birader nasıl isim bu?
Futbolcunun babası isim ararken sesli harfleri yolda mı düşürdü nedir?
.
11 harfli isimde 2 tane sesli harf olur mu?
Ayıp.
.
“Zimer Bituçi” şeklinde okunuyormuş meğer. Kırk yıl okusam şu okunuşa denk getiremem yahu…
.
“Zymer” deki “y” yi, “i” olarak okurken, soyadındaki “y” nin, ilkini “i” olarak, sondakini de “u” olarak okuyor. “q” harfini de “ç” okuyor.
Nasıl bir dil kardeşim bu?
Onlar da bir türlü karar veremiyorlar demek ki?
.
Bu maçı anlatan spiker olsam, Kosovalı olan bu başarılı futbolcunun “İsmini doğru telaffuz edemem” diye gol atmasını istemem ve maç öncesi bol bol dua ederim.