Türkiye'de, önceki gün gece yarısından sonra 12 saatte 7 kadın daha birlikte oldukları ya da boşanma aşamasındaki erkekler tarafından öldürüldü.
Her gün en az bir kadın, iki günde üç kadın ne yazık ki cinayete kurban gidiyor bu memlekette.
Bir kadının büyüttüğü insan bir kadını nasıl öldürür? Öldürdüyse hata kimdedir? Elbette öldürendedir. Temelinde kimdedir diye sorduğumuzda elbette yetiştirende diye bir cevap çıkar. Yetiştirenlerin başında da yine kadın gelir.
Televizyon kanallarında sıklıkla gördüğümüz, yürekleri burkan kadın cinayetleri her geçen gün artıyor. Gün geçmiyor ki bir kadın eski kocası, sevgilisi veya başka bir erkek tarafından bıçaklanmasın, dövülmesin veya başka türlü tacizlere maruz kalmasın.
Yapılan istatistiklerde de son yıllarda kadına yönelik saldırı ve cinayet olayları 15 kat artmış durumda. İnsan meraklanmadan edemiyor. Kadının yetiştirdiği erkekler nasıl olur da kadınları gözünü kırpmadan öldürür. Üstelik işkence yaparak öldürür. Annelerinden öğrendikleri mi, yoksa toplumun öğrettikleri mi bu canileri ortaya çıkarır belli değil.
Genellikle evlilik, boşanma, şiddetli geçimsizlik ve ekonomik sebeplerle gelişen cinayet olgusunun artmasında elbette toplumsal değişimin önemli rolü bulunmaktadır. Türkiye tam bir geçiş sürecini yaşamaktadır. Değişenler ve değişemeyenleri beraberinde taşıyan toplumun değerleri de değişenlerde ve değişmeyenlerde farklı boyutlar kazanmaktadır. Geçmişe ait edinimlerle günümüzde değişen değerleri bir araya getirmek elbette çok zor. Töre ve benzeri, hiçbir hukukta bulunmayan yargıların hala taşınıyor olması, toplumun gelişmişlik düzeyi nereye giderse gitsin bazı konuların kabullenilmesinde insanımızı zorlamaktadır.
Törelere göre güya namusu kirlenen erkekler cinayet işlemek suretiyle temizlik yapmakta, geride kalanları, özellikle çocukları iki kere öksüz bırakmaktadır. Anne babadan biri mezara giderken diğeri hapse gitmektedir. Bu duruma sevinen bir Allahın kulu yoktur.
Kırsal kesimden göçün yoğun olarak yaşandığı günümüzde insanımız çelişkilerle yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Köyde yaşadığı değerlerin önemli bir kısmının şehirde olmadığını fark etmektedir. Kimi değişime ayak uydurabilmekte, kimi uyduramamakta, iki arada bir derede çelişkiler içinde yaşam savaşı sürdürülmeye çalışılmaktadır. Hal böyle olunca bireyler birbirlerini taşımakta güçlük çekmektedir. Özellikle egonun güçlü olduğu durumlarda tahammül ve özveri ortadan kalkmakta ve tartışmalar ne yazık ki kişilik haklarına saldırı şekline dönüşmektedir.
Toplumu derinden üzen bu gelişmelerin önüne geçmek elbette mümkündür. Ancak şehir hayatında insanlar artık daha çok içine kapanmaktadır.
Kadın cinayetleriyle ilgili bütün hükümetler çok ciddi çalışmalar yapmışlardır. Cezalar artırılmış, kadının statüsü güçlendirilmeye, dayanakları artırılmaya çalışılmıştır. Gelinen noktada ne yazık ki artan cinayetler vardır. Toplumun bu konuda gelişimi geriye gitmiştir.
Dinen en büyük günahlardan sayılan ve affı olmayan bir eylemin kendini Müslüman sayan toplum tarafından gerçekleştirilmesi de son derece gariptir.
Cezalar yüksektir ama caydırıcılığı yoktur. Kadın cinayetlerinin önüne geçmenin bir tek çözümü vardır. Canileri yetiştiren annelerin eğitilmesidir. Ancak o zaman toplum huzur bulur.