Bugün siyaset günüm aslında ama pek canım istemiyor. Adaylar arasında beni heyecanlandıran bir proje yok. Çanakkale’yi havalara sokacak, uçuracak bir proje yok.

Sürekli bir “Vaat” kalabalığı var.

.

Neyse sonraki, günlerde yazacağım elbet.

Şimdilik şu konudan başlayayım.

.

Bizim arkadaş köy kökenli.

“Biz köyde çobanlık yaparken koyunları ağıldan alıp meraya götürmek için ot kullanırdık” dedi.

“Ne demek o?” diye sordum haliyle, zira “Hiç köy yaşantım olmadı.”

Bu konularda biraz cahilim.

.

“Hayvanlar soğuk havada pek dışarı çıkmak istemezler ama karınları da aç. Onları çıkarıp meraya götürmek gerek. İşte bu yüzden elimize bir parça ot alırdık ve kendilerine gösterirdik. Zaten bir tanesi gelince hepsi arkasından geliyordu.” diye izah etti ve ekledi; “Hayvan aç olmasa, peşinden gelmez…”

.

Bu anlattıklarından anladığım şu;

“Ot taktiği insanda da uyarlanabilir.

Önce aç bırakıp, sonrasında önüne az bir para koyarak istediğimiz şekilde insanı kullanabiliriz.”

.

Sürü etkisi günümüzde insanlar üzerinde birçok alanda kullanılıyor.

.

Misal;

“Çoğunluk etkisi insanların siyasi tercihlerini etkileyebilir.” diyor araştırmacılar.

Örnek veriyorlar;

Seçmenler bazen belirli bir siyasi partiye, (yalnızca o parti son anketlerde iyi sonuçlar aldığı için) daha fazla destek verir. (Bazen çoğunluğa oy verme olarak adlandırılan bir davranış veya “Kazananın etrafında toplanma etkisi” ya da “Kazananı takip etme” olarak adlandırılır.)

.

Aslında bu “Sürü etkisinin” bir başka adı da “Bandwagon” muş.

.

Bulduğum bir yazıda şöyle anlatıyor;

“Bando vagonu (Bandwagon) etkisi ismini, Amerika Birleşik Devletleri’nde reklam yapan bir palyaçodan alıyor.

Bando arabasını süsleyen ve eğlenceli müzikler ile reklamını yapan bu palyaço iyi sonuçlar elde etmiş.

.

Bunun etkili bir yöntem olduğunu gören Amerika Birleşik Devletleri başkan adayları, tren kiralayarak vagonları süslemişler ve kasaba kasaba gezip vagonların üzerinden halka seslenmişler.

İnsanların ilgisini çekmek ve daha fazla kişiyi meydana çekmek için de vagonların üzerindeki bando takımını kullanmışlar, böylece daha çok kişiye seslenme imkânı bulmuşlar.

.

İnsanlar kazanan tarafta olmak ister, seçim konvoyları, anketler ve mitingler de bu yüzden yapılır.

Bu etkinlikler bir gövde gösterisidir.

Halk kazanmaya daha yakın olan partiyi destekler.

Bir parti ilk seçiminden yüzde 2 aldıysa, insanlar o partiyi desteklemez, oyunun boşa gitmesinden korkar.

.

‘Herkes bunu yapıyorsa ben de yapmalıyım’ mantığı ile hareket etmek bizi herkes gibi yapar…”

.

Şunu iyi bilmek gerekiyor;

“Stres çarkı, selfie çubuğu, eldeki kahve bardakları gibi modalar da Bandwagon’a iyi bir örnektir.”

.

Diyeceğim o dur ki;

“Verdiğiniz oya dikkat edin, sürüye düşmeyin…”

 

KAHVENİN SUYU

Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olduğunu hepimiz biliriz.

Ama şimdilerde ne kırk yılı?

“1 hafta sürmüyor.”

İnsan ilişkileri artık öyle bir noktaya geldi ki, eski dostluklar, arkadaşlıklar bitti neredeyse.

.

Maddiyat ve menfaat insanın gözünü kör etti ve kahve filan görmez oldu.

.

Konum aslında kahvenin yanındaki su.

Kahveyi kahve yapan su mudur?

Yanında neden su içeriz?

.

Haydi “İçeceğiz” diyelim.

“Ama önce mi?

Yoksa sonra mı?”

.

Çeşitli kaynaklarda içlen su hakkında birçok tez öne sürülmüş.

.

Güzel bir anlatımı size aktarmak istedim;

“Rivayetler ta ki Osmanlı zamanına dayanıyor.

Eve misafir geldiği zaman ev sahibi konuğuna, bir fincan Türk kahvesiyle birlikte bir bardak su sunarmış.

Eğer misafir suyu ‘Kahveden önce içerse’ bu karnının aç olduğuna işaretmiş, ev sahibi bunun üzerine hemen sofra hazırlamaya başlarmış.

Ama eğer suyu ‘Kahve bittikten sonra içerse’ tok olduğuna, sadece tatlı muhabbet için geldiğine işaretmiş.

Kısacası misafir ‘Açım’ demez, kahve içme şekliyle niyetini belli edermiş.”

.

Vay be ne incelik ama.

.

Bir diğer rivayet ise Osmanlı sarayından geliyormuş.

“Padişahın yiyeceği yemeklerin zehirli olup olmadığını anlamak için önceden tadan görevliler (Çeşnicibaşı) Türk kahvesini de tatmak zorundalarmış.

Türk kahvesi ancak tek kişilik cezvede yapılıp sunulunca padişahın ağzına layık bir lezzette olduğu için tadamıyorlarmış.

Bu yüzden sarayda yeni bir yöntem geliştirilmiş.

Padişah kahveyi içmeden önce parmağını önce kahveye sonra suya bandırırmış.

Kahvenin suda dağılımından ise kahvenin zehirlenip zehirlenmediği anlaşılırmış.

Ancak bundan sonra padişah köpüklü kahvesini gönül rahatlığıyla içebilirmiş.”

Yani yanında su gelmesinin sebebi;

Bir nevi tahlil içinmiş yani…

.

Rivayetler bir yana, bir de olayın bilimsel boyutu var.

“Zira kahvenin içinde yüksek yoğunlukta ‘Oksalat’ bulunuyor.

Oksalat ise böbrek taşı oluşumuna sebep oluyor.

Öyle ki böbrek taşlarının %75’inin oksalattan oluştuğu biliniyor.

Kahvenin yanında içilen su ise oksalatın böbreklerden atılmasına yardımcı oluyor.

Bu yüzden Türk kahvesiyle birlikte su içmek sağlığımız için de oldukça önemliymiş…”

.

Bir diğer sebep ise tamamen tat dokularımız ile ilgiliymiş.

“Kahveden önce içilen birkaç yudum su ağzın içini temizliyor, diğer tatlardan arınmasını sağlıyor ve böylelikle kahvenin tadı daha saf bir şekilde alınabiliyor. Kahvenin üzerine su içmek ise acı kahvenin tadını hafifletmek ve ağzı telvelerden arındırmak içinmiş…”

.

Anlaşıldığı üzere kahve yanında su içmenin bir dolu sebebi var.

Benim için fark etmiyor suyu, ha önce içmişim, ha sonra.

Birisi davet eder de kahve ısmarlarsa “Sade olsun” der geçerim.

Suyunu pek aramam…

 

VİRÜS

Adama soruyorlar;

“Küresel ısınma neden var?” diye.

.

“Anlatayım” diyor ve kolları sıvıyor;

“Bak şimdi canım kardeşim, beni iyi dinle…

Bir insanın vücuduna virüs girerse ne olur? Yani vücut nasıl bir tepki koyar?

Haydi ben söyleyeyim de düşünüp durma; Yavaş yavaş vücudu ısıtır. Çünkü artık virüs ile savaşa girmiştir. Onu öldürmek veya defetmek zorundadır. Virüsün üzerine gönderdiği askerlerden bir sonuç alamayınca yapacağı son işi yapar ve vücut ısısını yükseltmeye başlar. Çünkü bilir ki virüsler belli bir sıcaklıkta yaşayamazlar.”

.

“Tamam güzel anladık ta, bunu küresel ısınmayla ne lakası var?”

.

“Ben de oraya geleceğim.

Bak!

İnsanoğlu dünyanın başına gelmiş en büyük virüstür.

Bu virüs dünyayı parçalamak, mahvetmek, kirletip çöplük haline getirmek için vardır.

İşte bu sebeplerle bunalan dünya ne yapacak?

Bizimle savaşacak!

Seller oluşturacak, yangınlar çıkaracak, fırtınalar, dolular, depremler yaratacak.

Baktı olmuyor;

Bizlerin yaşayamayacağı bir sıcaklığa ulaşmaya çalışacak.

Yani?

Küresel ısınma başlatacak…”

.

“Yani dünya bizimle savaşıyor mu?”.

“Ne zannettin ya? Kendisini koruma adına her şeyi yapıyor. Tek derdi vücudundaki virüsü dışarı atmak…”

.

“Becerebilecek mi?”

.

“Biz komple Mars’a gittiğimizde başarmış olacak…”

.

Zavallı dünya.

.

En büyük talihsizliği insanoğlu ile tanışmak olmuş, bizler olmasak sonsuza kadar yaşayıp gidecekti.

Yazık olmuş…