Geçenlerde hilafetin kaldırılması ve laikliğin kabul edilmesiyle ilgili olarak yine söz düelloları vardı ama malum seçimler yaklaşırken bir taraf sessiz kalıverdi.
Seçmeninin cumhuriyete bağlı olduğunu anlayınca işler değişiverdi. Yine de arka bahçedekiler aldıkları yobaz eğitime dayalı olarak sağda solda laiklik karşıtı mırıldanıverdiler.
Okuduğunu anlamada güçlük çeken zihniyetler yobazların elinde oyuncak olup gidiyor. Azıcık akılları olsa dini siyasete alet edenlerin dini ellerinde esir ettiklerinin de farkına varır. Siyasi dinciler iktidar olduktan sonra memlekette dindar sayısı yarı yarıya azaldı. Dini her yerde kendilerine maske edenler adaletin, hukukun, insan haklarının içine edince memlekette oruç tutar sayısı üçte bire düştü. Dini esir alan bu zihniyet ne yazık ki dine zarar vermekten öte bir şey yapmıyor.
Lâiklik, Ziya Gökalp’in Lâ-dinî-dinsel olmayan, Ahmet İzzet Paşa’nın la-ruhbanî ve Ubeydullah Efendi’nin İş Hükümeti kavramlarıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde kilise adamları için klerikoi, bunların dışında kalanlara laikoi isimleri kullanılmıştır. Yeniçağda laik terimi, felsefi ve hukuki, siyasal bir anlamla genişlemiş, devlet ile din kavramları ayrı kullanılmaya başlamıştır. Laisizm kavramı ise ilk defa Fransa’da dile getirilmiştir.
Laiklik, liberal ekonomilerin de temelini oluşturmaktadır. Kamu aynı zamanda ticari faaliyetlere müdahale etmemektedir. Teokratik sistemlerden demokrasiye geçerken devlet otoritesi üzerindeki din otoritesi sınırlandırılmış, laiklik klasik demokrasinin gerekliliğinin bir icabı haline gelmiştir. Geçmiş sistemlere göre insan hak ve hukukunun daha iyi korunduğu bir yapı haline getirilmiştir.
Laik sistemlerde devlet, bir dine inanıp inanmama meselesini kişinin özeli sayar, bir yerde devletin ait olduğu bir din de yoktur. Devlet hiçbir dini ibadet ve diğer dini vecibelere iştirak etmez. Bununla birlikte, vatandaşlarının dini vecibelerini yerine getirmelerinde serbest hareket etmelerine destek olur. Aynı zamanda devlet, din adına devlet düzenini bozacak davranışları önlemekle de yükümlüdür.
Laiklik Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk'e göre, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması yanında, tüm vatandaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti demektir.
Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması yolunda hukuk alanında yapılan yenilikler, Cumhuriyet döneminin en önemli çağdaşlaşma eylemleri olarak kabul edilmektedir. Kadın veya erkek, kişisel kanaatlerine bağlı olmaksızın tüm vatandaşların eşit yasal haklara sahip olmaları ve hukuk birliğinin tesis edilmesi bu alanlardaki düzenlemeler ile gerçekleştirilmiştir. Hem hukuk hem de eğitim alanlarında Tanzimat dönemiyle oluşturulan ikili yapılara son verilmiştir.
Çoğu din alimi de din işlerinin devlet yönetiminden ayrı tutulmasında yarar bulunduğuna dair görüşler dile getirmektedirler. Bununla birlikte, devletin yapısı içerisinde görev alanların yanlı, liyakatten uzat, adil olmayan tutumlarına şahit olunabilmektedir. Oysa adil olmayan hiçbir uygulama dine de uygun değildir zaten. Dinin siyasete alet edilmesi de zaten dinen haramdır. Nitekim din siyasi irade tarafından oy ve benzeri amaçlarla kullanıldığı için memlekette dine olan samimiyet de azalmaktadır.