Herkes “Yağmur yağsa” diye havalarda bulur arar, ben ise “Yağmasın” diye.
Sebebi kahvenin damının akması.
.
Yahu her seferinde akar, her seferinde usta gelir bakar, nafile, bir türlü olmaz.
“Yağmur yağınca çağırın beni o zaman bakarız” diyor, yağmur yağarken çağırıyoruz “İşim var gelemem” diyor.
.
Bir gün patrona dedim ki; “Patron hep aynı ustayı çağırıyoruz, bu sefer de başka usta çağıralım.”
Dedi ki; “Olsun o da ekmek yesin… Belki de mahsus yapmıyordur…”
.
Bizim patron zaman gelir en gaddar kişiliğe bürünür, zaman gelir Hz. Mevlana’ya döner.
Sağı, solu belli olmadığından sesim çıkmadı tabi.
“İyi de patron her yağmurda çileyi bir çekiyoruz. Sürekli olarak şıp şıp damlıyor tavan.”
“Altına leğen koyuver gitsin, bizim kahvede ‘Damı akan kahve’ oluverir gider, boş ver takma” dedi.
.
Son yağmurda olacak gibi değil, çıktım dama, elimde fener kaçak yeri arıyorum.
Yağmur şiddetle yağıyor, oraya bak, buraya bak nafile. Yerler ıslak tamam ama nereden geliyor bulamıyorum.
Kiremitlerin altında ısıyı geçirmesin diye camyünü var. Onun da yarısı ıslak, nereden aktığı belli değil ama ben kafaya koydum açıp açıp bakacağım.
Girişten sona doğru bakmaya başladım.
Bir yere geldim daha ıslaktı, dedim “hah burası işte.”
Yavaşça açtım cam yününü evet burasıydı işte. Bir kiremit hafifçe kalkmış ve oradan su geliyordu. Kiremidi düzelttim su kesildi.
“Oh be nihayet kurtulduk galiba” diye sevinirken elime bir kağıt geçti.
Hemen alıp merakla açtım, ıslanmıştı pek bir şeye benzetemedim.
.
Aşağıya indim, ocaktaki yedeğin üzerinde kuruttum. Işığa doğru baktım bu resmen bir haritaydı.
Bazı yerler kalınca işaretlenmişti.
Katladım cebime soktum.
Bizim kahveye sürekli olarak gelen “Defineci Nezir ağabey” var, ona göstereyim dedim içimden. Haritalar konusunda uzman adam.
Bildim bileli define koşturur ama gram bulduğu yok.
.
Nezir ağabey akşam olunca geldi kahveye.
Hemen yanına oturdum ve sessizce; “Ağabey harita buldum, bildiğin gibi değil” dedim.
Bana şöyle bir baktı; “Satın mı aldın yoksa. Kesin dolandırılmışsındır…”
“Yok be ağabey, bir yerden buldum işte şuna bak diyeceğim ama burada olmaz şimdi.”
“Tamam o zaman, sen bana ver şu köşede çaktırmadan bakarım, sen de yanıma gelme kimse uyanmasın.”
.
Anlaştık.
.
Nezir ağabeye haritayı asanın altından verdim.
O da gitti en köşedeki kütüphane kısmına.
Bu saatte kimse olmaz orada zaten.
Ben de uzaktan kesiyorum kendisini.
Açtı baktı, baktı…
Evirdi baktı, çevirdi baktı.
Cebinden telefonu çıkardı, fotoğrafını çekti sonra birisini aradı.
Uzun uzun konuştu kapattı.
Sonra beni çağırdı;
“Rüstem! Bakar mısın?”
.
Heyecanla yanına gittim.
“Hayırdır ağabey?” dedim.
“Oğlum bu harita ya çok önemli, ya da sahte, anlayamadım. Arkadaşa da gönderdim konuştuk neresi olduğunu da çözemedik.”
“Ne yapacağız?”
“Sen bana iki gün müsaade et, ben sana cevap veririm” dedi ve “Al bu sende kalsın, bende nasılsa fotoğrafı var, araştırayım bakalım ne çıkacak” dedi ve gitti.
.
Nezir ağabey iyi insandır,
Aklıma bana kelek yapacağı gelmez ama insanoğlu bu, parayı görünce değişebilir.
.
Olan olmuştu artık, güvenecektim kendisine ben heyecanla ondan gelecek haberleri beklemeye başladım.
Öyle ya, “Define filansa dönmüştük köşeyi.”
.
“Dönmüştük” diyorum zira bir şey çıkarsa yarısı patronundu, ne de olsa onun da hakkı olacaktı.
.
Neyse uzatmamayım, Nezir ağabey iki gün sonra geldi “Rüstem hazırlan oğlum, Bergama’ya gidiyoruz” dedi.
Tabi merakla sordum;
“Ne Bergama’sı ağabey?”
“Oğlum bu harita oraya ait. Arabaya atlayıp gideceğiz, haritanın gösterdiği yere bakıp geleceğiz…”
“Nezir ağabey, ben çalışıyorum gidemem ki…”
“O halde Pazar günü gider, döneriz ne dersin? Ama masraflar ortak ona göre…”
“Tamam ağabey, sen nasıl istersen.” dedim ve pazar sabahı saat 06.00’da kahvenin önünde buluşmaya karar verdik.
.
Anlayacağınız yeni bir macera beni bekliyordu.
Gerisini haftaya anlatayım biraz uzun olacak galiba…
ÖZLENEN ÜNİVERSİTE
Geçenlerde Çanakkale Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırma Vakfı'ının (ESBAV) düzenlediği söyleşideydik.
ÇOMÜ Rektörü Prof. Dr. R. Cüneyt Erenoğlu konuşmacı olarak katıldı ve bizlere üniversiteyi anlattı.
.
Üniversitemizi hiç bu kadar detaylı olarak dinlememiştim.
Her konuda bizlere bilgiler verdi, projelerini anlattı ve en önemlisi Üniversiteyi halkla bütünleştirme projelerinden bahsetti.
.
Bunları yapmak için biz Çanakkalelilere ihtiyacı olduğunu ve her türlü projeye açık olduğunu beyan etti.
.
Kurulduğu günden bu yana geçen sürede hiç böyle bir istekle karşılaşmamıştık, bizi oldukça heyecanlandırdı.
.
Rektör Erenoğlu konuşmasında; “Kentteki konaklama süreleri artacak. Biz Fakülte Dekanlarımıza talimatı verdik. Şuan da 2024 yılında 17 tane sempozyum daha sırada. Her yıl binlerce kişi gelecek ve kentteki 1,7 gecelik konaklama sayısını da 2 üstüne çıkaracağız. Kent kazanacak, alışverişler olacak. Yaptığımız etkinliğin kente de olan etkisini arttırmak istiyoruz. Bu önemli bir nokta” dedi.
.
Rektör doğma büyüme Çanakkaleli olunca böyle güzellikleri görmek da nasip oldu anlaşılan.
İnsan, 32 yıldır pek fazla bir şey görmeyince bunları duydukça içi açılıyor.
.
Erenoğlu, “Çanakkale’de doğduk, büyüdük. Düne kadar normal bir vatandaştık.
Yaşadığım, doğduğum kentte rektör olarak görev yapmak büyük bir onur benim için. Dolayısı ile bu emaneti bizden önceki hocamızdan devraldık.
Bizden sonrakine daha iyi bir noktada vermek için üniversitenin faaliyetleri, eğitim öğretim, araştırma geliştirme ve toplumsal sosyal katkı noktasında elimizden geldiğince ama ekiplerle tüm kadromuzla birlikte motive ve organize bir şekilde kent için yapacağız.
Çünkü yaptığımız her faaliyetin kentimize, şehrimize ve insanlarımıza katkı sağlaması gerektiğini düşünüyorum.
Çünkü üniversite, evrensel olma ve kente katkı sağlama noktasındadır.
Kocaman bir aileyiz.
21 fakülte, 13 meslek yüksek okulu, iki hastane ve 47 araştırma merkezimiz var. Gerçekten büyük bir aileyiz.”
.
Rektör hoca hazır, üniversite hazır.
Özlenen üniversiteye kavuşmak bizim elimizde.
Sıra bizde o halde.
Buyurun, söz sizin…
CESARET!
Üç kişi giyotinle idama mahkûm olur.
Bunlardan biri papaz, biri hâkim, biri de fizikçi...
İdam sehpasına ilk papaz çıkarılır.
Başını giyotinin altına yerleştirir ve sorarlar:
-“Son sözün nedir?”
Der ki:
-“Ben Allah’a inanıyorum, O beni kurtaracaktır. Allah... Allah... Allah...”
Giyotini indirdiklerinde boynuna birkaç santim kala giyotin durur.
Halk şaşırır ve hep bir ağızdan bağırır:
-“Onu serbest bırakın; Allah sözünü söylemiş ve onu korumuştur.”
Böylece papaz idam edilmekten kurtulur...
Sıra hâkime gelir, ona da sorarlar:
-“Demek istediğin en son söz nedir?”
Der ki:
-“Ben papaz gibi Allah’a inanmıyorum. Ama adalete güveniyorum. Adalet... Adalet... Adalet...”
Giyotini indirirler, giyotin hâkimin de boynuna birkaç santim kala durur...
Bunun üzerine insanlar tekrar şaşırır ve bağırırlar:
-“Adalet sözünü söyledi, onu serbest bırakın.”
Böylece hâkim de boynunun kesilmesinden kurtulur...
Sıra fizikçiye gelir.
Ona da
-“Son sözünü söyle” derler
Der ki:
-“Ben ne Allah’a inanan bir papazım, ne de adalete güvenen bir hâkim. Bildiğim tek şey şudur: Giyotinin ipinde bir düğüm var ve o düğüm giyotinin tam inmesine engel oluyor.
Görevliler giyotini kontrol edince gerçekten de bir düğüm olduğunu görürler. Düğümü açıp tekrar bırakırlar, böylece fizikçinin başı bedeninden kopar…”
Toplumdaki “Düğümlere” ve “Sorunlara işaret ederek gerçekleri söylemenin” acı sonuçları olabilir!
Gerçeği söylemeye cesareti olanlar, bedel ödemeyi göze almalıdır…
Alıntı.