İŞARET Zamanının zariflerinden sayılan ve kibar konaklarını neşelendiren Şirket-i Hayriye kapıçuhadarı Hacı İzzet Efendi’nin bir kaza neticesinde sağ elinin orta parmağı bükülmez olmuştu.

Bir gün bir yerde iftar ederken baklavaları süratle atıştıran açgözlü bir softa, Hacı İzzet Efendi’yi lakırdıya tutup bir iki baklava fazla yemek için:

“Hacı Efendi, sizin orta parmağınız neden öyle dik duruyor?” diye sordu.

Hacı İzzet hemen şu cevabı verdi:

“Sizin gibi açgözlülerle yediğim zaman baklavanın birini alırken ötekine işaret koymak için!”

 

KAÇ YETİM?

Sultan IV. Murad Han’ın damadı Melek Ahmed Paşa Kuzguncuk’ta otururdu.

Bu ailenin her sene tekrarladıkları bir âdetleri vardı.

Konaklarındaki fazla eşyayı Ramazan ayında haraç-mezat satarlardı.

Bu mezadın iştirakçileri de pek sevinirler, aldıkları eşyaya karşı vereceklerini seve seve yerine getirmeye çalışırlardı.

Belli günde münadîmezatçı bağırır:

“Bir altın kaplama sahan!.. Haydi bir kapaklı altın sahan… Yok mu talibi?”

“Kaça? Kaça?” diye merakla sorarlar. Mezatçı:

“Bir yetim okutmaya, bir yetim okutmaya…!”

“Benden iki yetim.”

“Benden üç yetim okutmaya.”

Mezatçı:

“Üç yetim okutmaya satıyorum, satıyorum, saaat, sattım!” der ve bir altın kaplama sahanı üç yetim okutmak karşılığında satarlardı.

Münadî başka bir eşya için:

“Bir murassâ kılıç, beş yetim okutmaya, satıyorum…” diye yeni bir rekabeti açar ve en çok yetimi kim okutmaya söz verirse o eşya da ona verilirdi.

 

HEM SAİM HEM KAİM

Son devir meddahlarından Borazan Tevfik bir yaz Ramazanında Erenköyü’nden trene biner.

Sıcak bir havada oruç başına vurmuş ve şişman olduğu için de sıcaktan bunalmış bir halde kompartımanın birine yerleşir.

Meğer karşısında, eskiden beri tanıdığı biri Sâim (bu isim “Oruç tutan” manasına gelir) diğeri Âbid (bu isim de “İbadet eden” manasına gelir) isimli iki kardeş oturuyormuş.

Bu kardeşlerden biri Borazan Tevfik’e hitaben:

“Tevfik Bey!” der, “Galiba oruç seni fena sarsıyor.”

Borazan Tevfik, hiç düşünmeden şu cevabı verir:

“Ne yapayım? Siz iki kardeş vazifeyi (biriniz orucu, diğeriniz ibadeti) aranızda taksim etmişsiniz. Bana gelince hem sâim (oruçlu), hem kâim olmak (oturmak) mecburiyetindeyim. Eh, bu sıcakta da kolay iş değil.”

 

GÖZÜME Mİ GİRECEKSİN?

Ramazan hilâli, görülmeyince oruç tutmanın caiz olmayacağı meselesini bilen bir tiryaki, hilâli görmemek için evin pencerelerini kapayıp perdeleri sımsıkı örter; geceleri mahalle kahvesine giderken de başını önüne eğermiş.

Nasılsa bir gün yine yolda başı önünde giderken su birikintisi içinde hilâlin aksini görünce ürkerek şöyle demiş:

“Hey mübarek! Gözüme mi gireceksin? Anladık, anladık! Ramazan başlamış!...”

 

BENİ TANIDI

Ramazanlarda davetli davetsiz, tanıdık tanımadık yerlere iftara gitmek adetmiş.

Ancak bu iyi niyetli bir şekilde yapılırken zaman zaman işin münasebetsizliğine varılırmış.

Hulûskârın biri, refakatinde hane sahibinin tanımadığı bir adam bulunduğu halde bir zata iftara giderken, yolda biri bunlara rast gelmiş.

Yanındaki arkadaşını tanıması sebebiyle yanlarına sokularak nereye gittiklerini sormuş, onlar da:

“Filan zata gidiyoruz” demişler.

Bu adam iftara gidilen zatı hiç tanımadığı halde “Ben de giderim” diyerek bunlara katılmış.

Derken öteden biri daha çıkagelip yine içlerinden bazılarıyla tanışıklığından faydalanarak “Nereye gidiyorsunuz?” diye sormuş ve “Beni de götürünüz” demiş.

Hulûskârlar demiş ki:

“Öyle ama zaten yanımızda bir tufeylî (asalak), bir de tufeylinin tufeylisi var. O zata seni ne sıfatla takdim edelim.”

Adam, “Sizin takdiminize hacet yok. O beni pekiyi tanır.” diyerek peşlerine takılmış.

Hane sahibi ise oldukça hasis (cimri) bir adammış.

Böyle üç dört kişinin, bilhassa bilmediği adamların geldiğini görünce pek ziyade canı sıkılmış.

Hulûskâra ilk refiki için sorar:

“Bu efendi kimdir?”

“Efendim, ahbaptan filan efendi. Zât-ı âlinize gıyaben hulûsu vardır.”

Hane sahibi ikinciyi göstererek:

“Ya bu adam kimdir?”

“Efendim, o da bu zatın bildiği imiş!”

Hiddetle üçüncüsünü sormuş:

“Ya bu teres kimdir?”

En son peşlerine takılan bu adam arkadaşına demiş ki:

“Gördünüz mü? Beni nasıl tanıdı…”

 

YÜRÜ! YÜRÜ!

İki kafadar Ramazanda kadı kıyafetine girip köy köy dolaşmaya ve birkaç basit soru sorup, cevap veremeyen köylüleri falakaya yatırarak para kazanmaya başlamışlar.

Kadı efendinin bu durumdan haberi olunca bunları yakalatmış ve;

“Bu sabah namazının, bu öğle namazının, bu ikindi namazının, bu akşam namazının, bu yatsı namazının…” diyerek kırk sopa attırıp salıvermiş.

İki kafadar köyden uzaklaşınca birisi:

“Tabanlarım sızlıyor, şurada oturup biraz dinlenelim” deyince diğeri:

“Yürü, yürü! Dinlenmenin sırası mı şimdi? Kadı efendi Teravih namazını unuttu. Eğer hatırlarsa vay halimize.”

 

NASIL YETİŞECEKSİN?

Sultan II. Mahmud Han asr-ı ricalinden bir zât, Ramazanda bazı ahbaP ve tanıdıklarını iftara davet etmiş.

Meşhur şair İzzet Molla da davetliler arasındaymış.

Yatsı ezanı okunmuş, cemaatle namaza başlamışlar.

İmamlık eden zât, namazı neredeyse iki secdeyi bir edecek kadar acele kıldırıyormuş.

Çok kısa zamanda sonuncu rekâtın tahhiyatına gelmişler.

O aralık dışarıdan bir adam gelip namaz kıldıklarını görünce:

“Hazır abdestim varken ben de cemaate yetişeyim” diye düşünüp safa dâhil olacağı sırada cemaat selam vermiş.

İzzet Molla dönüp adama şöyle demiş:

“Be adam! Biz içinde iken yetişemiyoruz, sen dışarıdan gelip nasıl yetişeceksin?”

 

ARAN NASIL?

Bektaşîye sormuşlar:

“Ramazanla nasılsın?”

Cevap vermiş:

“Pek iyiyiz erenler; ne fakir mübareği incitiyorum, ne de o fakire dokunuyor”

 

SECDE!

Bir Ramazan akşamı Bedestenli Ahmet Ağa’nın evine çok misafir gelmiş.

İftar anında ev çatırdamaya başlayınca misafirlerden biri; “Aman Ağa! Galiba çatıda bir sakatlık var. Sakın bir kaza olmasın!” der.

Ahmet Ağa:

“Efendim, çatı mübarek günü tesbih ediyor!” cevabını verince misafir şöyle der:

“Aman Ağa! Tesbih ederken cezbeye gelip de secdeye kapanmaz inşallah.”

 

MÜBAREK

Keçecizâde İzzet Molla, bir iftarda obur bir adamın yanına düşmüştü.

Adam kıtlıktan çıkmış gibi yemeklere saldırdıkça, İzzet Molla'yı sıkıntılar basıyor, midesi bulanıyordu.

Obur adam bir ara elmasiye tatlısına öyle bir kaşık salladı ki koca bir parça sıçrayıp İzzet Molla'nın kucağına kondu ve titremeye başladı.

İzzet Molla dayanamadı:

“Mübarek tatlı, şu obur adamın hışmından bana değil, Allah’a sığın!”

 

ZORLA DEĞİL YA!

Şair Kerimi, Ramazanda Fatih Camii avlusunda sergi açarmış.

Tatlı dilli, zarif, latife sever bir adam olduğundan devrin rical ve kibarı, şairleri oraya gelirlermiş.

Kerimi tarih düşürmede mahir olduğundan, bir gün bir zat ona bir vefat tarihi ısmarlar. Şair bugün, yarın diyerek uzatır.

Adamın mezar taşı hazırlanır, ama tarih meydanda yok.

Tarihi ısmarlayan zat bir gün hiddetlenerek:

“Be adam! Söyleyeceğin topu topu bir tarih. Bunu bu kadar uzatmanın manası ne? Bari yapmayacağım de de başkasına yaptırayım” der.

Kerimi ise şu cevabı verir:

“Canım ne yapayım? Uğraşıyorum, uğraşıyorum bir türlü herifi cennete sokamıyorum? Zorla değil ya girmiyor!”

 

DARÜLACEZE

Bir Ramazan gecesi Meşrutiyet devrinin şöhretli simalarından Kör Kadri, Topal Faik ve Çolak Aziz, Şehzadebaşı’nda bir çayhanede buluşarak o geceyi nasıl geçireceklerini konuşmaya başlarlar.

Topal Faik der ki:

“Arkadaşlar, haydi bu gece Darulelhan’a gidelim, doya doya saz ü söz dinleyelim.”

Çolak Aziz itiraz eder:

“Yok canım, bu gecemiz biraz neşeli geçsin; Darülbedayi’ye gidelim de komedi seyredelim.”

Bunlar aralarında yok Darulelhan, yok Darülbedayi diye münakaşa edip dururken Kör Kadri:

“Yahu mademki bir alay sakat bir araya geldik, kalkın Darülaceze’ye gidelim!” der.

 

CEMAZİYELEVVEL

Recâizâde Ekrem'in büyük kardeşi Celal Bey nüktedan ve aynı zamanda önüne geleni hicvetmekten hoşlanan bir zattı.

Bir gün Bab-ı Ali’de, ileri gelen bazı devlet adamları bir araya gelmişler, sohbet ediyorlardı.

Mevzu bir aralık servet ve ihtişamıyla meşhur olup fakat aynı zamanda ahlak ve seciyesi pek de mazbut olmayan zamane vezirlerinden birinin emsalsiz denecek derecedeki iftarlarına intikal etti.

Sadaret müsteşarı Rauf Bey (Paşa) bu esnada Celal Bey'e dönerek:

“Siz, Paşa Hazretlerinin Ramazanlarını bilmezsiniz değil mi?” diye sordu.

Celal Bey kinayeli cevapladı:

“Değil yalnız Ramazanını, ben onun Cemaziyelevvelini (kişini kötü geçmişini) de bilirim!”