Dünyada gelir adaletsizliği sürekli artıyor. Doğadan yararlanma alanında da büyük bir adaletsizlik var.
Açlıkla savaşan toplumların küresel ısınmada hiçbir baskısı bulunmazken zenginler iklim krizinin ana faktörü konumunda bulunuyor.
Uluslararası bir bilim insanları ekibi, daha sürdürülebilir ve eşitlikçi bir dünya sağlamak için siyasi iradeyi, ekonomik kaynakları ve toplumsal değerleri uyumlu hale getirmenin acil ihtiyacını vurgulayan bir çalışma yayınladı. İnceleme, gezegenin karşı karşıya olduğu ciddi tehditleri özetliyor ancak 'kıyamet ve kasvet' felsefesini reddediyor. Doğayla akrabalığı ve toplumsal refahı yükselten, Dünya'nın sınırlı kaynaklarının ve üzerinde yaşayanların birbirine bağlılığının tanınmasıyla desteklenen küresel bir kültürel değişimi savunuyorlar.
Yazarlar, yüzyıllardır süren emperyalizmin, sömürücü kapitalizmin ve nüfus artışının Dünya'nın ekosistemlerini sınırlarının ötesine ittiğini ve giderek genişleyen bir toplumsal eşitsizlik modeli yarattığını öne sürüyorlar.
Yazarlara göre, gerçek sürdürülebilirlik yerine servet birikimi ve kâra odaklanan küresel bir ekonomik model, karbondan arınmanın, doğal kaynakların korunmasının ve sosyal eşitliğin sağlanmasının önünde büyük bir engel teşkil ediyor. Bu nedenle yazarlar, hükümetlerin fosil yakıt kullanımında radikal ve acil kesintileri uygulaması, çevreye zararlı sübvansiyonları ortadan kaldırması ve kirliliğe veya sürdürülemez tüketime neden olan ticareti kısıtlaması gerektiğini savunuyorlar.
En savunmasız insan toplulukları, en az sorumluluğa sahip olanlar, bu iç içe geçmiş küresel krizlerin sonuçlarına orantısız bir şekilde katlanıyorlar. Bu eşitsizliğin giderek genişleyen modeli yerinden edilmeyi, hastalıkları, hayal kırıklıklarını ve tatminsizliği besliyor ve sonuçta sosyal uyumu aşındırıyor.
Büyük ölçüde eşitsiz bir servet dağılımı, yükselen küresel orta sınıfın artan tüketim kalıplarıyla birleşerek ekolojik yıkımı artırdı. Araştırmalar, küresel nüfusun en yoksul yarısının toplam küresel servetin ancak yüzde 2'sine sahip olduğunu, en zengin yüzde 10'un ise tüm servetin yüzde 76'sına sahip olduğunu gösteriyor. Küresel nüfusun en yoksul yüzde 50'si emisyonların yalnızca yüzde 10'una katkıda bulunurken, en zengin yüzde 10'luk kesim toplam karbon emisyonunun yüzde 50'sinden fazlasını salıyor. İklim değişikliği, ekonomik eşitsizlik ve artan tüketim seviyeleri iç içe geçerek ekolojik yıkımı artırıyor.
Denizel ve karasal yaşam kuşakları kritik taşma noktalarıyla karşı karşıya kalırken, gıda ve suya erişimde artan zorluklar küresel güvenlik açısından kasvetli bir tablonun habercisi olarak görünüyor.
Yazarlar, insanlığın, gerçek sürdürülebilirliğe giden en iyi yol olarak gördükleri, insan toplumları içinde ve insanlarla doğal manzaralar ve ekosistemler arasındaki adalet ve karşılıklılığa öncelik verecek şekilde değer sistemini değiştirmeye ilgi duyduğuna dair işaretleri memnuniyetle karşılıyorlar.
Yazarlar, eğitim, sağlam politika, ekonomik teşvikler, sektörler arası ortaklıklar, toplumun güçlendirilmesi, kurumsal sorumluluk, teknolojik yenilik, liderlik ve sanat ve medya aracılığıyla sunulan kültürel anlatıların yardımıyla değerlerde küresel bir kültürel değişim çağrısında bulunuyorlar.
Yazarlar haklı. Dünyayı sömürenler, dünyayı daha çok kirletiyorlar. Bu nedenle çevreye yaptıkları zararın bedelini bir şekilde ödemeliler.