NE ZANNEDİYORSUN? Temel ile Dursun Almanya’da bir gün arabayla gezmeye çıkarlar...
Tabi otobandan giderken alışmışlar süratli gitmeye. Dursun tahrik eder:
-“Ula Temel, bas kaza… Nerdeyse at arabası pize yetuşecek.”
Temel bu, durur mu?
Bastıkça basar gaza…
Birden yoldan çıkar ve yokuş aşağı ağaçların arasında paldur-küldür gitmeye başlar.
Dursun korkudan sorar;
-“Ula ne oldi… Eyi giderken pirden sallanmaya paşladuk?”
Temel heyecanla:
-“Ula Dursun, hiç sorma önüme bir tane köpek çiktu da!”
Dursun:
-“Ula uşağum ezseydun oni da geçseydun da!”
Temel:
-“Ula ben neye uğraşiyrum zannedeysun...”
GEVEZE
Adamın biri gazete okurken bir haber ilgisini çeker.
Mutfakta olan hanımına bağırır:
-“Hanım! Hanımm gel! Bak gazetede ne yazıyor?”
Kadın işini yarım bırakır gelir;
-“Ne oldu?”
-“Bak diyor ki; Kadınlar günde on dört bin cümle kuruyorlarmış… Erkekler de yedi bin… Gördün mü? Bilim sizin ne kadar geveze olduğunuzu kanıtlamış…”
Kadın kızgınlıkla kocasına döner;
-“Tabi, sizin gibi beyinsizlere bir lafı iki kere anlatınca, mecburen bir cümleyi iki kere kurmuş oluyoruz…”
HİÇ YOK!
Baloda iki samimi arkadaş bir köşede kafa çekiyorlardı. Biri diğerine havalı havalı;
-“Biliyor musun? Bu baloda nişanlım, kız kardeşim ve senin eşin hariç bütün kadınlarla yattım…”
Diğeri kafasını kaldırıp salonu şöyle bir göz gezdirdikten sonra, kafasını yana sallayarak;
-“Yok!” dedi
-“Ne yok?”
-“Benim yatmadığım hiç yok, hepsiyle yattım…”
AYNI YERDE Mİ?
Temel uzun zamandır görmediği Cemal ile İstanbul'da karşılaşır:
-“Uşağum nasılsun pakayum?
-“İyiyum da”
-“Uşaklar nasuldur?”
-“Onlar da çok iyidur”
-“Ula karin nasildur?”
Der demez, Cemal’in karısının geçen yıl öldüğünü hatırlayıp, soruyu düzeltir.
-“Yani, aynı mezarda mi yatayi?”
GÜMÜŞ ÇORBA KEPÇESİ
Kardinal, genç rahibi akşam yemeğine evine davet etmiş.
Gece boyunca genç rahip, kapalı giysiler içindeki hizmetçinin fevkalade vücudundan gözlerini pek ayıramamış.
Bir ara “Aralarında bir şey olabilir mi?” diye, bir kardinale bakmış, bir de bu güzel hizmetçiye…
Kardinal genç rahibin hareketlerinden, düşüncelerini okumuş tabi...
-“Bu genç ve güzel kızla ilişkimiz tamamıyla profesyonel. Evin işlerini görmek üzere tutulmuş bir hizmetçidir o... Değil bir gece, bir saniye bile benim yatağıma girmedi. Aklına başka şey getirme oğlum” demiş.
Bir hafta kadar sonra, hizmetçi, Kardinalin çalışma odasına gelmiş.
-“Misafirinizin geldiği akşamdan beri, o güzel gümüş çorba kepçesini bulamıyorum. Onun alıp götürdüğünü düşünmezsiniz değil mi?”
-“Ondan asla şüphe etmem. Ama gene de bir mektup yazarım” demiş.
Kardinal oturmuş ve bir mektup bir yazmış…
-“Sevgili Oğlum, evimden bir gümüş çorba kepçesi aldığını söylemiyorum. Almadığını da söylemiyorum. Ama bildiğim bir gerçek var. Sen geldiğin geceden beri, gümüş çorba kepçesini bulamıyoruz.”
Bir kaç gün sonra, kardinale, genç rahipten bir mektup gelmiş.
-“Muhterem Peder, hizmetçinizle yattığınızı söylemiyorum. Yatmadığınızı da söylemiyorum. Ama bildiğim bir gerçek var... Eğer geceleri kendi yatağınızda yatıyor olsaydınız, gümüş çorba kepçesini yorganınızın altında çoktan bulmuş olurdunuz…”
ZEYTİNBURNU-SOFYA
İki arkadaş yıllar sonra karşılaşır.
Birinin saç sakalı birbirine karışmış.
Gözlerinin feri sönmüştür.
Bitkin halde.
Arkadaşı sorar;
-“Bu ne hal?”
-“Sorma ya! Uyku sorunum var. Saat sekizde uykum geliyor. Yatağa yatıyorum. Hemen gözlerim kapanıyor. Kapanır kapanmaz da kendimi koca bir TIR'ın direksiyonunda buluyorum. Zeytinburnu’nundan yükü sarıyorum. Bakıyorum Edirne’deyim. Geç oradan Bulgaristan’a. Sofya’da mal indiriyorum. Yeni malı yüklüyorum, aynı hızla, gene Zeytinburnu’na geliyorum ki, sabah olmuş. Turşu gibi kalkıyorum yataktan. Bu, her gece böyle.”
-“Aaaa. Benim bir ruh doktoru arkadaşım var. Kartını vereyim. Bir dene, belki faydası olur.”
Adam doktora gider son bir ümitle.
Doktor uzun uzun dinler. Sonra anlatır:
-“Bu gece Zeytinburnu'ndan çıktığında, Florya’daki benzin istasyonunda seni bekleyeceğim, sorunu da çözeceğim, merak etme!”
Adamın pek aklı basmaz ama uykuya dalar dalmaz malı yükleyip yola çıkınca, Florya benzin istasyonunda doktora sahiden rastlamaz mı?
Durdurur TIR’ı.
Doktor yanına gelerek;
-“Tamam. Senin yolun bu kadar. Bundan ötesi bana ait. Haydi in.”
Adam TIR’dan iner.
Ondan sonra ve o günden sonra, artık rahat rahat uyur ve yeniden, sağlığına kavuşur. Birkaç hafta sonra, zamandır görmediği bir arkadaşına rastlar.
Bakar tıpkı kendi eski hali.
Bitkin ve zavallı arkadaşına sorar;
-“Hayrola” der.
-“Vallahi uyku sorunum var. Gece sekizde uykum geliyor, yatıyorum. Beş tane süper manken. Sharon, Claudia, Cindy, Naomi, Laetitia! Sabaha kadar onu giyip öbürünü çıkartıyorlar. Defile üstüne defile. Üstelik giydirip soymak ta benim işim. Yani keyifli olmasına keyifli de, bittim birader. Çıldırmak üzereyim.”
-“Tesadüfe bak. Benim de benzeri bir sorunum vardı. Bir doktor tavsiye ettiler, gittim. Bir seansta çözdü. İşte kartı, bir de sen dene.”
Bir hafta sonra iki arkadaş tekrar karşılaşır. Bitkin adamın hali eskisinden beterdir.
-“Ne oldu yahu? Gitmedin mi benim doktora?”
-“Gitmez olur muyum? Senin doktor benden mankenleri aldı almasına da. Altıma bir TIR verdi. Her gece Zeytinburnu-Sofya gidip geliyorum…”
ŞANSIM VAR MI?
Boks maçı hayli heyecanlı geçiyor, iki boksör ringde kıyasıya dövüşüyorlardı.
Ama birinin durumu pek kötüydü.
Yumruklarla havayı dövüyor, bir tekini bile rakibine değdiremiyordu.
Raund arasında menajerine sordu:
-“Maçı almam için bir şansım var mı?”
Menajeri bir yandan terini kurularken diğer taraftan:
-“Elbette var. Etrafındaki havayı dönmeye devam et. Böylelikle rakibini zatürreden öldürebilirsin.”
NEDEN RİCA?
Temel fırınından ekmek almak üzere kafasını fırından içeri uzatır:
-“Ha oradan bi ekmek vermeni rica edeyrum!”
-“Ula parasını verecek misun?”
-“Elbette vereceğum.”
-“Ula, parasını vereceksen niye rica edeyisun?”
FİNCAN MESELESİ
Temel Dursun’a demiş ki;
-“Ula Tursun, İstanbul’da çok güzel karular varmuş... Biz de gidelim mi bi’ İstanbul’a?” Dursun;
-“Ula Temel, gitmesine gidelum da, neyle gidelum ki akşama geri gelelum? Yoksa bizim karular tuyarsa kötü olur!”
Temel; -“En hizlu giden uçak var, ama bugün Tirabzon’dan uçak yok!”
-“Ula Temel, gidelum postaneden hızlı göndersin postacı bizu...” demiş ve beraberce postaneye gitmişler.
Postacıya; -“Ula uşağum, bizi İstanbul’a hızlı gönderir misun?”
Postacı “Şunlara bir oyun oynayayım” demiş ve; -“Gönderirim ama... Biraz rahatsız olabilirsiniz giderken. Hiç gözünüzü açmayacaksınız! Açarsanız, yoldan geri dönersiniz!”
Bunlar da “Tamam” demişler.
Postacı bunlara elektrik kablosu bağlamış ve yavaş yavaş voltajı artırmış.
Dursun; -“Ula Temel, bana bir şeyler oluyor! İçim karıncalanıyor!” demiş.
Temel; -“Ula benim de öyle oluyor” diyerek dayanamayıp gözlerini açmışlar.
Bakmışlar ki hala postanedeler...
-“Ula ne oldi?” diye sorunca postacı;
-“Size demiştim. Gözünüzü açtınız, yarı yoldan geri döndünüz!”
İki kafadar, mecburen parayı verip çıkmışlar.
Yolda Dursun tellerdeki fincanları göstermiş ve Temel’e sormuş;
-“Ula Temel... Benim kafam almayi... Bu tellerle gitmesune gittuk de ya bu fincanlardan nasul geçtuk?”
ŞÜPHE
Temel yemek odasının üzerindeki çatının aktığını fark edince hemen bir çatı ustası çağırmış...
Usta gelip şöyle bir bakmış,
-“Çatınızın aktığını ne zaman fark ettiniz?”
-“Dün gece çorbamı içmem iki saat sürünce şüphelendim!”
TORBADA NE VAR?
Ufak tefek yaşlı bir kadın iki plastik torba taşıyarak caddede yürüyormuş.
Torbalardan biri delinmiş ve 20 dolarlıklar havada uçuşmaya başlamış.
Polisin biri kadını durdurup;
-“Hanım efendi torbadan paralarınız dökülüyor.” demiş.
-“Kahretsin! Uyardığınız için sağolun. Ben şimdi dönüp toplarım onları.”
-“Bir durun bakalım! O kadar para nereden geliyor? Çaldınız mı yoksa?”
-“Yok canım! Benim bahçe stadyum parkına bakıyor. Arada sırada oradaki araçlarda parti veriyorlar. O partilerden çıkan adamlar çoğunlukla benim çiçek tarlalarımı tuvalet olarak kullanıyor. Ben de elektrikli kesiciyle çalıların arkasında bekliyorum. Onlar işlerini görmeye hazırlandığı anda benim kesiciyi çalıştırıp; 'Ya 20 dolar verirsin ya da senin ki uçar gider!' diyorum.”
“Vay be!” demiş polis gülerek.
-“İyi fikirmiş. Peki öbür torbada ne var?”
Yaşlı hanım cevap vermiş;
-“Eee, hepsi ödemiyor tabii.”