Enver ağabey soluk soluğa girdi kahveye, “Yürü Rüstem! Çabuk gidiyoruz!” dedi.
Ben daha ne olduğunu anlamadan bindim arabasına.
Sadece arkamdan Hüsamettin Amca’ya “Ben gelene kadar kahveye bakar mısın?” diyebildim.
.
Bazen oluyordu böyle şeyler.
Yan mahalledekilerle kavgaya veya mahallelinin karıştığı bir kavgaya dahil olmak için böylesine hızlıca gelip alınırdım.
Yabancı değilim yani.
O sebepten dolayı pek itiraz etmedim, hatta sormadım bile “Nereye?” diye.
.
Hızlıca gidiyoruz arabada 4 kişiyiz.
“Kimi döveceğiz?” dedim Enver’e.
Bana “Bu sefer dövme filan yok. Hak aramaya gidiyoruz” dedi.
“Ne hakkı lan Enver ağabey! Benim kimsede hakkım yok ki?”
“Senin olmasa bile toplumun hakları var, sesini çıkarma sen!” dedi.
.
Sustuk tabi.
Ne de olsa bir hak mevzu bahis.
.
Arabayla Saraçhane’ye gittik.
Polislere denk geldik.
“Girmezsiniz!” dediler nazikçe.
“Ancak yürüyerek gidebilirsiniz” dediler ve sokmadılar bizi.
Barikatlar filan kurmuşlar.
Dedim; “Bulgar hududuna mı geldik acaba?”
Biz indik arabadan, şoför devam etti.
Ben daha “Ne oluyor? Bu polisler nedir?” diye soramadan üst-baş arandı.
Polis bana aşağıdan bakarak “Geç!” dedi.
Girdik barikatlardan içeri.
Millet bağırıyor;
“Hak-hukuk-adalet!”
Ellerdeki pankartın birinde şöyle yazıyordu;
“1 Mayıs Engellenemez!”
.
“Kim, Ne için 1 Mayıs’ı engelliyormuş?” anlayamadım.
Enver’e de soramıyorum, zira gürültüden birbirimizi duyamıyoruz.
Kalabalığın içine daldık.
Beni ceketimin kolundan tutuyordu, çekiştiriyordu ve ilerliyorduk.
Bir ara baktım kolumda Enver yok.
“Enver ağabey neredesin?” desem de duyan yok.
Kaybettim herifi.
.
Ulan kimi dövecektik bari onu söyleseydi.
Veya kimin hakkını arayacaktık, hiç ipucu vermedi, ortadan kayboldu herif.
.
Ben kalabalık arasında o yana, bu yana savrulurken birisi “Yürüyün Taksim’e gidiyoruz!” diye sert bir şekilde megafondan bağırdı.
“Tamam kardeşim gideriz, ne diye bağırıyorsun ki?” dedim içimden ve takıldım peşlerine.
Bir ara yanımdakine sordum; “Hak aramaya gidiyoruz değil mi?” dedim,
Bana cevap verdi;
“Hak verilmez alınır. Söke söke alırız!” dedi.
Anladım ki ben doğru yoldayım.
“Zaten gittiğimiz yerde Enver ağabeyi de de görürüm nasılsa” dedim.
.
Hareket etmemizden bir müddet sonra bir slogan atıldı;
“Polis bizi engelleyemez. Taksim bizimdir, bizim kalacak!” diye.
Anladım ki polis Taksim’e yürüyerek gitmeyi engelliyor madem “O halde” dedim içimden, “Bu kadar yürümeye ne gerek vardı. Binerdik şuradan bir otobüse 5 dakikada giderdik Taksim’e.”
.
Kargaşa içinde geriye doğru bir yüklenme oldu.
“Polis bizi engelleyemez” sloganları atılırken bir koşturma, bir kovalamaca başladı.
Bir baktım ki, “Polis milleti copluyor…”
.
“Yapmayın kardeşim, din kardeşiyiz. Birbirimiz böyle vurmayalım, ele güne karşı ayıp oluyor” diyecektim ki, arkadan kafama fena halde bir cop yedim.
Gözümde yıldızlar resmigeçit yaptı.
.
Dizimin üzerine çöktüm.
Arada sırada sırtıma bir cop yiyorum.
Ben daha “Ah!” demeden, bir cop, bu sefer Ah’tan vazgeçip, “Uh!” diyorum.
.
Anlayacağınız iyi bir sopa yedim polisten.
Ama neden yediğimi bilmiyorum.
Kendimden geçmişim.
Gözümü açtığımda hafif hafif koşuşturmalar haricinde kimse kalmamış etrafta.
Sürünerek bir kaldırım kenarına ulaştım, oturdum.
Bir polis geldi, “Hastanelik bir durumun var mı?” dedi.
“Yok kardeş, sağol” dedim, “Tamam” dedi ve koşarak uzaklaştı.
.
Ortalık sakinledi.
Bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum.
Gözlerim kararıyordu.
Bir taksi tutup kahveye gittim.
.
Baktım Enver Ağabey beni bekliyor.
“Ne oldu Rüstem! Neredesin!” dedi.
“Merak etme Enver ağabey, toplumun bütün haklarını 5 cop yiyerek aldım” dedim ve oracıkta yığıldım.
POSTANE
“Siz hiç Bozcaada’ya gittiniz mi?” diye sorsam “Yok artık!” diye cevap verirsiniz.
.
Ama “Bozcaada’da Postaneye gittiniz mi?” diye sorsam!
.
“Dünyayı kadınlar değiştirecek” dediğimde erkekler bana biraz bozuluyorlar.
“Bizden ne istiyorsun?”
“Ne eksiğimizi gördün?” diyerek sitem ediyorlar.
.
“Yahu biz erkekler eksik filan değiliz ancak kadınlar bizden fazla düşünüyor, bizden fazla çalışıyor. Dünyanın geleceği için bizden daha çok kaygılanıyor” diye cevaplıyorum.
.
Düşünün bir postane;
Kupkuru beton yerine çiçeklerle donatılmış.
Her köşesi bir “Botanik Bahçesi” kıvamında ve her yer yemyeşil.
.
Kapıdan içeri girince insanın içi açılıyor.
Ruhu genişliyor.
Huzur buluyorsunuz.
Hatta bu postanede “İşiniz bitmesin” diye neredeyse “Dua” ediyorsunuz.
.
Peki, bu güzel postanenin böyle güzel olmasının sebebi kim?
Postanenin Müdürü Nilgün Kıyar elbette.
Çünkü o bir kadın.
Görev aşkının yanı sıra çalıştığı iş yerini çiçeklerle donatan ve postaneyi huzurlu bir ortama çeviren örnek bir Müdür hanım.
.
Çalışanlar memnun,
Vatandaş memnun.
Daha ne olsun ki?
.
Sağolun Müdürüm, bu güzelliklerle donattığınız iş yerinizde sizlere kolay gelsin.
.
Eğer yolunuz Bozcaada’ya düşerse muhakkak postaneye uğrayın, içiniz açılsın…
ÇAT KAPI YUNANİSTAN
Bu aralar kimi sorsam “Yunanistan’da” deniyor.
Ne meraklısı varmış meğer.
Moda olmuş anlayacağınız.
.
Yeşil pasaportu alan, vizeyi kapan “Hoop” Yunanistan.
.
O kadar çok talep var ki;
Adamlar iki Ada için başlattıkları kapı vizesine, şimdilerde nicelerini daha eklediler.
Akın akın gidiyoruz.
Takır takır döviz bırakıyoruz.
Birileri de “Döviz düşecek” diye bekliyor.
.
Millet te para çok anladım.
Kimse bağırmasın,
Kimse ağlamasın.
.
Şu sınır kapısına durup bakın bakalım kim dışarı çıkıyor?
İktidarı körü körüne savunanlar mı?
Yoksa “Para yok!” diyerek sert muhalefet edenler mi?
.
Sorunca da şu cevabı veriyorlar;
“Orası daha ucuz!”
.
Eee! Ne var ucuzsa?
Şöyle diyorlar;
“Kadıköy, Suadiye’de çok arada bir kafede kahve 160 lira yani 4.65 Euro.
Mykonos, Monaco gibi jetset yerler daha ucuz.
Misal; San Remo’da 2Euro.
Bu serbest piyasa ekonomisi değil resmen adam kazıklamak.
Tamam ekonomi kötü de, esnafımız full fırsatçı.”
.
Ne diyeceğimi de bilemedim.
Kahve içmeye Yunanistan ha!
İyi vallahi…
.
Birisi de bu söyleme karşılık cafe fiyatlarını yayınlamış.
Bazılarının, gayet uygun olan bu fiyatlara bakınca Yunanistan işi yatabilir.
Bakalım başka bahane bulabilecekler mi?