Her yıl Çerkez Sürgünü ülkemizde 21 Mayıs’ta anılır. Bu sene biraz erken 19 Mayıs’ta Çanakkale Polis Evinde düzenlenen etkinlikle anıldı.

Hemen herkes biliyor ama hatırlamakta yarar var. 1864 yılına kadar, Ruslara karşı büyük mücadeleler veren Çerkezler vatanlarından edilmişlerdir. Uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu ile ittifak halinde olan, ancak hiçbir zaman Osmanlı Toprağı olmayan yurtlarında bağımsız halde yaşamlarını sürdürürlerken, Osmanlı ile Ruslar arasında imzalanan Edirne Antlaşmasına dayanarak Ruslar, işgale başlamışlardır. Ruslara karşı dik duruş sergilenmiş, ancak güçlü Rus ordusu karşısında dayanılamamıştır. Çerkez ileri gelenleri neslin tükenmesi tehlikesini görmüşler ve direnişin bitirilmesine karar vermişlerdir.

Sürgünü irdeleyecek olursak, yaşananlar çok hazindir. Bugünkü Soçi limanından çürük çarık gemilere bindirilen 1.5 milyonun üzerinde Çerkez, bir kara bulabilmek için baharın deli günlerinde Karadeniz’e açılırlar. Kardeşler, akrabalar kesinlikle aynı gemilere bindirilmez. Her aile bir çekirdek misali gemilerde günlerce yol alır. Fırtınalı Karadeniz’de gemilerin kimi Trabzon’a, kimileri Samsun’a, Ordu’ya, İstanbul’a, Burgaz’a gelir. Salgın hastalık gemilerde ikinci bir soykırıma neden olur. Yüz binlerce Çerkez, Rus askerleri tarafından katledilirken, yaşlı ve çocukların önemli bir kısmı da gemilerde hastalıktan vefat eder. Vefat edenler mecburen denize atılır. Bu yüzden Çerkezler Karadeniz’den tutulan balıkları yemezler. Burgaz limanından Yugoslavya içlerine doğru göçen Çerkezler, ikinci bir Rus işgaliyle tekrar tehcire maruz kalır ve Osmanlı’ya sığınırlar. Osmanlı, Anadolu’dan Mısır’a kadar olan coğrafyada yurt tahsis eder. Genellikle kullanılamayan sazlık sulak alanlara yerleşen, tarımı ve özellikle hayvancılığı iyi bilen Çerkezler, bulundukları yörelerde Türklerle çok iyi geçinir, mensubu olduğu ülkeye aidiyetin bütün gereklerini yerine getirir. Hatta vatan savunmasında, özellikle Kurtuluş Savaşında olağanüstü kahramanlıklar gösterirler. Çünkü vatanını kaybedenler kadar vatanın kıymetini kimse bilemez.

Soykırımı çözümleyebilmek için şu soruları sormak belki de daha doğru olacaktır: Bu kasten yapılan bir eylem midir? İdeolojik bir düşüncenin ürünü müdür? 19. yüzyıldaki Orta Doğu’nun söz konusu fethi, Hıristiyan koloniliği ve Müslümanların Avrupa’dan atılması sadece Almanlar tarafından değil, birçok Avrupalı tarafından da yerine getirilmesi gereken tarihi bir zorunluluk olarak görülmüştür. Rusya, Kırım ve Kafkasya’daki katliamları ve sınır dışı etmeleriyle, “Etnik temizliği” sağlamıştır. Kafkasya ve Balkanlar arasında acımasız ölüm çemberi oluşturulmuş, Balkanlara yerleştirilen Çerkez mülteciler, Ermeniler tarafından da kışkırtılan “Bulgar zulmüne” maruz kalmışlardır.

Günümüzde Çerkezler, Biga, Gönen, Bandırma, İvrindi, Düzce, Samsun, Kayseri, Göksun gibi yörelerde yoğunlaşmışlardır. Gelenek ve göreneklerini uzun süre korumalarına rağmen, yaşadıkları ortamların kültürlerinden etkilenmişler, kendilerine uygun olanları benimsemişlerdir. Modern yaşam şekilleriyle yerleştikleri alanlarda örnek olmuşlardır.

Zaman çok şeyi unutturuyor. Üstelik ülkemizde tarihi bellek de zayıflıyor. Ancak ölümün acısı başkadır, vatan ve namusu için kurbanlar vermek başkadır. Soykırımın acısını yüreklerine gömerek bu topraklara güzelliklerini sunan insanlarımızı onurlandırmak, Karadeniz’in sularına gömülen insanlarımıza Allah’tan rahmet dilemek boynumuzun borcudur. Mekanları Cennet olsun.