Bir haber kanalı, “Kurban bayramı öncesi 3000 lira bayram ikramiyesi alan emekliler, parayı yiye yiye bitiremediler. Öyle ki 15 bin liradan başlayan kurban fiyatlarına yaklaşamasalar bile şükür edip durdular.”

.

Evcut durumdan habersiz haber kanalları ortalığı güllük gülistan göstererek insanlara bu dünyada cenneti göstermeyi amaçlıyor.

.

Ama aslen öyle mi?

Zengin komşularından gelen kurban etini gören emekliler yüzünü unuttukları eti görünce bayramı yaptılar. Ve kurbanlık eti kavurup bir güzel yedikten sonra, bu nimetleri vererek bayram yaşatan iktidara şükrettiler.

.

Kapılarına bayram harçlığı istemek üzere gelen komşu çocukları ile sadece ellerini öptürerek bayramlaştılar.

Çocuklar kapıdan ayrılırken, “Bu kaçıncı kapı yahu, daha para veren olmadı” diyerek hüzünlendiler.

.

Bayram gezmesi için İstanbul’da oturan çocuklarına gitmeye kalkan emekli aile, otobüs fiyatlarının 850 lira olduğunu görünce bu sene evlerinde oturmaya karar verip şükrettiler.

.

Zaten bayramlık almak için gittikleri konfeksiyoncuda gördükleri fiyatlar karşısında 20 sene önce aldıkları elbiseleri giymeye karar vermişlerdi.

En azından bunlar var diyerek şükrettiler.

.

Onlar televizyon karşısına geçerek bayramı yaşamak istediler ama nafile.

O eski bayram programları yoktu artık.

Mustafa Kandıralı’nın bayram sabahı seslendirdiği şarkılardan eser yoktu ekranda.

Ne bayramın geldiği belliydi, ne de gittiği…

Onlara sadece şükretmek kaldı…

 

BUĞDAY-MAZOT HESABI

Rahmetli Demirel yaptığı mitinglerde sürekli olarak “Buğday-Mazot” hesabı yapardı.

Çünkü köylü seçmen bu hesaptan anlardı.

Cari açık filan bilmezdi.

.

Geçmişi hatırlamakta azıcık problemli olduğumuzdan, ya da işimize geleni hatırladığımızdan ya da bize geçmiş unutturulduğundan dolayı Demirel'in 1975’te yaptığı ünlü buğday-mazot hesabını unutmuşuzdur.

.

O hesap şöyleydi:

“Çiftçi, 1 kilo buğdayla 1.07 litre mazot alıyordu…”

.

Peki şimdi ne olmuş?

Yıl 2024:

Mazot: 40 lira

Buğday: 10 lira

4 kilo buğday ile 1 litre mazot alır hale gelmişiz.

.

“Ekonomi uçuyor, kaçıyor, kıskananlar çatlasın, dış güçler” diyenler hele bir ortaya çıkıp cevap verin.

.

22 senedir tek başına iktidarla yönetilen ülke ne hale gelmiş?

Hani koalisyonlar kötüydü?

Bir farkı yok demek ki…

.

Rahmetli Demirel “Ülkeyi koalisyonlar yöneteceğim” diye çalışıp dururdu.

22 sene tek başına iktidarda kalsa neler olurdu kim bilir?

 

KAUÇUK

İngiliz kimyager “Joseph Priestley” 1770 yılında kauçuğun kâğıt üzerindeki kalem izlerinin silindiğini fark etmişti.

.

1840’ta “Charles Goodyear”, İngiliz Thomas Hancock’la aynı zamanda, kauçuğu yumuşatan ve ısı değişimlerine dayanıklı kılan kükürtle sertleştirme (vulkanizasyon) yöntemini keşfetti.

.

1850’den itibaren araba tekerlekleri kauçukla kaplanmaya başladı…

Yüzyılın sonunda, ABD ve Avrupa'da otomobil endüstrisi ortaya çıktı ve bu da lastiğe olan talebi hızla artırdı…

.

1890'da kauçuk ağacı Brezilya’da ihracat gelirinin onda birini sağlıyordu.

Yirmi yıl sonra bu oran yüzde 40’a çıktı. Satışlar, 1910’da gelişiminin doruğunda olan kahve satışlarının düzeyine ulaşmıştı neredeyse.

.

Kauçuk üretiminin büyük bölümü, Brezilya’nın amansız bir savaşın sonucu Bolivya’dan kopardığı “Acre bölgesinde” yapılıyordu.

.

(NOT: Bolivya’nın elinden alınan 200 bin kilometrekare dolayındaki bu topraklar için 1902’de 2 milyon sterlin tazminat ile Madeira ve Amazon ırmaklarına ulaşımı sağlayacak bir demiryolu verildi.)

.

Brezilya, Acre bölgesini ele geçirmekle dünya kauçuk rezervlerinin neredeyse tamamına sahip olmuştu.

Uluslararası piyasada fiyatlar en yüksek düzeyindeydi ve gelişme çağı hiç sona ermeyecekmiş gibi görünüyordu.

İşçiler bundan yararlanamıyordu tabii.

Oysa her gün şafakla birlikte kalkıp sırtlarına kayışlarla bağlı kaplarla dev kauçuk ağaçlarına tırmananlar onlardı.

Ağacın gövdesiyle dallarında açılan yarıklardan, iki saatte kapları dolduran beyaz ve yapışkan bir süt olan “Lateks” akardı.

Yassı kauçuk levhaları geceleri pişirilir ve bunlar yönetim merkezinde birikirdi.

Kauçuğun keskin ve bulantı verici kokusu, dünya kauçuk ticaretinin merkezi olan “Manaus” kentinin her yanına sinerdi…

1849’da beş bin olan Manaus’un nüfusu, elli yıl sonra yetmiş bine ulaştı…

.

Kauçuk krallarının şatafatlı sarayları doğudan gelen değerli kerestelerle, Portekiz mozaikleriyle, Carrara mermeriyle yapılıp Fransız mobilyasıyla döşendi.

.

Ormanın sonradan görme zenginleri, Rio de Janeiro’dan en pahalı yiyecekleri getirtiyor, Avrupa’nın en pahalı terzilerinden giyiniyor, çocuklarını İngiliz kolejlerinde okutuyorlardı…

.

Barok stilde zevksiz bir anıt olan “Teatro Amazonas”, yüzyılın başındaki servet sarhoşluğunun en iyi örneğidir.

Tiyatro/ Operanın açılış gecesinde (31 Aralık 1896) Manauslular astronomik bir meblağ karşılığında “Tenor Enrico Caruso”yu dinlediler. 

.

Felaket, Brezilya kauçuğunun üzerine 1913'te, bir anda çöktü.

Üç yıl önce 12 Şilin olan dünya kauçuk fiyatı 3 Şiline düştü.

1900’de doğunun kauçuk ihracatı dört tonu geçmiyordu.

1914’te Seylan ve Malezya plantasyonları dünya pazarına yetmiş bin tondan fazla kauçuk sundular.

Beş yıl sonra ihracatları 400 bin tona yaklaşıyordu.

Daha önceleri kauçuk tekelini elinde tutan Brezilya 1919’da dünya tüketiminin ancak sekizde birini karşılıyordu.

Elli yıl sonra bugün, Brezilya ihtiyacı olan kauçuğun yarıdan fazlasını dışarıdan alıyor…

.

Ne olmuştu peki?

1873’te, “Tapajos Irmağı” kıyısında kauçuk ormanlarına sahip bir İngiliz, “Henry Wickham”, botaniğe tutku derecesinde düşkün olduğundan Londra’daki “Kew Parkı” müdürüne bazı krokiler ve yapraklar göndermişti.

Kendisine, kauçuk ağacının sarı renkli meyvesinde bulunan tohumlardan bol miktarda toplaması emredildi.

Bunları İngiltere’ye kaçak olarak götürmek gerekiyordu.

Çünkü Brezilya, tohumların ülke dışına çıkarılmasını ağır biçimde cezalandırıyordu.

Gemiler tepeden tırnağa aranıyordu.

Tam bu sırada, “Inman Line”a ait bir gemi gökten inmişçesine Brezilya’nın içlerine, genellikle kullanılan iskelenin iki bin kilometre uzağına yanaştı.

Dönüşte Henry Wickham da gemide bulunuyordu.

En iyi tohumları seçmiş ve bir yerli köyünde bunları kuruttuktan sonra muz ağacı yapraklarına sarmıştı.

Tohumlar kapalı bir kamarada, farelerin saldırısından korunmak üzere iplerle asılı olarak taşınıyordu.

Gemide tohumlardan başka hiçbir şey yoktu…

.

Irmağın ağzındaki “Belem do Para”da, Wickham, yetkilileri büyük bir şölene davet etti.

İngiliz’e hafif çatlak gözüyle bakılıyordu ve Amazon’da yaşayan herkes onun orkide koleksiyonu yaptığını biliyordu.

Wickham, İngiltere Kralı’nın isteği üzerine, Kew Parkı’na nadir orkide soğanları götürdüğünü söyledi yetkililere.

Çok nazik çiçekler olduğunu, bu yüzden de onları çok sıkı kapatılmış, belirli bir ısıda tutulan bir kamarada taşıdığını açıkladı.

Kamara açılırsa çiçekler kesinlikle ölürdü…

Böylece tohumlar el değmeden Liverpool’a geldi.

.

Kırk yıl sonra, İngiliz Malezya’sının kauçuğu dünya piyasasını kapladı.

Kew Parkı’nın filizleriyle yola çıkarak rasyonel bir biçimde düzenlenen Asya plantasyonları kısa sürede Brezilya’nın pabucunu dama attırdı…

.

Amazon'daki refahlık birden sona erdi.

Servet avcıları başka bölgelere gittiler.

Lüks içinde yaşayan sömürge sosyetesi dağıldı.

Tanrı’nın yardımıyla sağ kalabilen, çok uzaklardan getirilmiş ve yabancı maceracıların eline teslim edilmiş işçiler kaldı geriye.

Aslında Brezilya, yalnızca dünya piyasasındaki ham madde talebine karşılık vermiş, kauçuğun gerçek ticaretine, yani maliyesine, endüstrisine, dağıtımına katılmamıştı…

.

Ve bir süre sonra talep durdu.

II. Dünya Savaşı Brezilya kauçuğunu geçici olarak diriltti.

Japonlar Malezya’yı işgal ediyordu ve müttefikler nereden olursa gereksinimlerini karşılamak zorundaydılar.

.

Talep 1940’larda Peru ormanlarını da sarstı.

Brezilya’da “Kauçuk savaşı” kuzeydoğu köylülerini yeniden seferber etti.

Kongre’de yapılan açıklamalara göre, “Savaş” bittiğinde, açlığa ve hastalıklara yenilen elli bin ölü plantasyonlarda çürümekteydi…

(*Eduardo Galeano, “Latin Amerika’nın Kesik Damarları”, SEL Yayınları, 2014)