Sürekli olarak size anlatıyorum bizim kahveyi.

Ben, ocakçı, Şennur kızımız ve Salih oğlumuz ile kahveyi çalıştırıyoruz.

Maşallah herkes mutlu, herkes mesut bir şekilde işini yapıyor.

Aksilik yok, kavga yok, gürültü yok.

.

Allah nazarlardan saklasın geçinip gidiyoruz.

.

Günlük olaylar yaşamıyor değiliz tabi.

Her gün bir atraksiyon var.

Geçenlerde bizim üçkâğıtçı Bacak Sefer, eline almış bir çuval çayı, çıktı geldi karşıma oturdu.

-“Ağabey Seylan’dan çay buldum sana, Bir tutam atıyorsun, bardak zenci oluyor. Al bir dene!” dedi.

-“Oğlum Sefer, senden çay isteyen mi oldu? Neden getirdin bu kadar çayı?”

-“Severim seni bilirsin, daha çok para kazan istedim de ondan.”

-“Seferciğim, öncelikle şunu belirteyim, benim müşterim alıştığı çayın dışında bir çay sevmez. Anında tepki gösterir, müşterimi kaybederim. En iyisi sen çuvalını al, git.”

-“Önce bir dene içsinler, beğenmezlerse satmazsın bir daha.”

-“Peki ben bunu neden yapayım acaba?”

-“Çünkü bu ucuz.”

-“Seferciğim haydi kardeşim bak işine. Ben çayımdan, parasından, deminden memnunum. Kusura bakma sen bunu başka kahvelere götür.”

.

Benden yüz bulamayınca çekti gitti tabi.

.

Aradan 2-3 hafta geçti mahallede şöyle bir söylenti yayıldı; “Çamaltı Kahvesinde bir çay yapıyorlarmış, içme de yanında yat…”

.

Geldiler bana söylediler.

“Neymiş bu çay böyle?” diye merak etmedim değil.

Sonradan anlaşıldı ki bizim Bacak Sefer elindeki çayı buraya pazarlamış, millet de beğenmiş mi?

Şimdi herkes bu çayı konuşur olmuş ve “İlle de Çamaltı Çayı” diyormuş.

.

Benim müşteriler de bana baskı yapıyorlar; “Sen de bu çaydan al” diye.

Bense sürekli itiraz ediyorum.

Zaten en başta Sefer’e güvenmediğimden bu işe girmedim.

.

Aradan bir ay geçti, bu kahvenin yaptığı çayın şöhreti şehre yayıldı.

Koskoca şehirde millet bu çayı içmek için akın akın Çamaltı Kahvesine gelir oldu.

Adamlar gece-gündüz, sabah-akşam çay yetiştiremiyorlar.

“Çamaltı çayı” diye marka yaptı herifler resmen.

.

Benim müşterilerin çoğu da buraya gider oldu. Ne de olsa trend olmuş çaydan içeceklerdi.

Sağda solda “Biz Çamaltı Çayından içiyoruz” diyerek hava atıyorlardı.

“Çamaltı Çayı içmek” bizimkilere neredeyse sınıf atlatır olmuştu.

.

“Ah komşum hiç sorma, Çamaltı çayı içmeden dışarı çıkamıyorum”

“Aynen ben de komşum, hatta termos aldım yolda içiyorum artık” şeklinde konuşmalar başladı mahallede.

.

Çamaltı Kahvesinin sahipleri gerçekten çok uyanıktı.

Hemen üzeri baskılı karton bardak icat ederek çayı bardağa koyarak, 10 liralık çayı, 25 liraya satmaya başladılar.

.

Tezgâh kurulmuştu.

Bizim Bacak Sefer bunlara (nereden buluyorsa artık) Seylan Çayını çuvalla getiriyor, onlar da çok büyük fiyatlara pazarlıyorlardı.

.

Kısa sürede çay, sosyetenin de ilgisini çekti.

Son model arabalarla “Seylan Çayı içmeye geldik şekerim” şeklinde konuşarak kahveyi doldurdular.

Mahalle kahvesi olan Çamaltı kahvesi artık sosyetik kahve olmuştu.

.

Bir müddet böyle gittikten sonra bu çay işinden nem kapan, Çamaltı Kahvesini çekemeyen birileri şikâyet etmişler ve “Çayın içinde yabancı maddeler var” demişler.

.

Ani baskınla çay örnekleri alan yetkililer, yaptıkları analizler sonucu bu çayın “Seylan Çayı ile alakası olmadığını ve toz çayın içine karıştırılmış soba kurumu olduğunu” tespit ettiler.

.

Sonrası malum.

“Halkın sağlığına zarar vermek, kaçak iş yapmak, faturasız mal satmak v.s” gibi sebeplerle kahveyi mühürlerdiler.

Bacak Sefer başta olmak üzere kahve sahipleri gözaltına alındılar.

.

Ertesi günü gazetelerde manşet şöyleydi;

“Meşhur Çamaltı Çayında Kurum çıktı”

.

Çamaltı Kahvesine giden müşterilerim geri döndüklerinde aralarında şöyle konuşuyorlardı; “Ben aslında anlamıştım çayın bozuk olduğunu. Ama herkes içince ben de bir bozukluk var sanmıştım…”

“Herkes içince bir şey diyemedim…”

.

Velhasıl kelam, ben çayımı bozmadan satışıma devam ettim.

Şimdilerde herkes bana geliyor, “Rüstem’in meşhur ‘Ayı’ kahvesi” diye.

Onu da siz sonra anlatırım.

 

DOKTOR YOK

Sürekli olarak “Hastanelerde randevu bulamıyoruz”, “Doktor bulamıyoruz” diye şikâyet ediyoruz ya.

Biz etmeye devam edelim.

Zira memlekette meğerse doktor kalmamış.

Yok işte.

Gitmişler.

.

Doktorlar kendileri hakkında bir takım isteklerde bulunup da yapılmayınca; “Gideriz” şeklinde açıklama yapmışlardı.

.

İktidardakiler de doktorların taleplerini getirmek yerine “Giderlerse gitsinler!” şeklinde karşılık verince olan oldu.

.

Yurtdışı taleplerine olumlu cevap veren doktorların çoğu ülkeyi terk etmişti.

.

Hepimiz “Acaba ne kadar doktor yurtdışına gitti?” şeklinde merak içindeyken bu soruya cevap İYİ Parti Grup Başkanvekili Turhan Çömez’den geldi.

Çömez; “Yurt dışına giden hekim sayısının 15 bine ulaştığını, tıp fakültesi öğrencilerinin de yurt dışı hayali kurduğunu” söyledi.

.

15 bin!

Dile kolay.

.

Ama giden gitmiş.

Biz mi?

Kuyruklarda beklemeye devam ediyoruz.

 

EN CİMRİ KADIN

Cimrilik insanın ruhunda var desek yalan olmaz.

Ama bazılarında çok, bazılarında az.

.

Dünya’da İskoçların cimri olduğuna dair oldukça fazla yazı ve fıkra vardır.

.

Misal;

Seyahate giden bir İskoçyalı otele gider. Arabasını, üzerinde “Garaj parasızdır” yazan garaja bırakır.

Koşarak yanına gelen otel görevlisi; “Efendim, valizleri odanıza çıkarayım mı?” diye sorunca cevaplar;

-“Gerek yok, otomobilde yatmaya karar verdim…”

.

İnsana “Yok artık, bu kadar da olmaz” dedirtecek fıkralar da mevcuttur.

.

Misal;

İskoçyalı bir baba iş gezisine çıktığında oğluna nasihat dolu bir mektup gönderir:

“Oğlum Mc Alan… Gözlüğünü eskitmemeye çok dikkat et. Hiçbir şeye bakmadığın zaman lütfen onları çıkartmayı unutma!”

.

Cimrilikten söz açılışken “Dünyanın en cimri kişisi kimdir?” diye merak ederseniz, onu da geçenlerde araştırırken buldum.

.

Bir kadınmış meğer.

.

İşte o yazı;

Tarihin en cimri kadını olarak kaydedilen “Hetty Green” in servetinin 2,3 milyar dolardan fazla olduğu tahmin ediliyor.

.

Greene, 1835’te Amerika’da, zengin bir iş adamının tek çocuğu olarak doğdu.

Babasından “7 buçuk milyon dolar” olduğu tahmin edilen bir servet miras aldı.

.

Yirmi bir yaşındayken parasını Wall Street’e yatırmak amacıyla New York’a taşındı ve Wall Street’in “Kötü Cadısı” olarak anılır oldu.

.

Kendisi gibi bir milyonerle evlendi ama yine de marketlerde kalan kekler ve bisküvi kırıntılarını yediği görülüyordu.

Köpeği için her gün bedava kemik almak üzere kasap reyonuyla tartıştığı görülürdü.

.

Hetty Greene, kötü giyimi ile de tanınırdı.

“16 yaşındayken bir iç çamaşırı dikmiş ve onu ölene kadar ne değiştirmiş, ne de başka bir şey satın almıştı.”

.

“Tek kuruş bile harcamamak için hiç sıcak su kullanmadığı”,

“Kirliliği görülmesin diye siyah bir elbise giydiği”,

“Tamamen eskiyinceye kadar onu değiştirmediği” de aktarılanlardan.

.

Hetty aynı zamanda oğlunun bacağının kesilmesine neden oldu çünkü bacağı kırıldığında “Ücretsiz tedavi bulmak için tedaviyi ertelemişti.”

.

H. Greene, 1916’da 81 yaşında New York’ta öldü ve Guinness Dünya Rekorları Kitabı’na “Dünyanın en cimri insanı” olarak girdi.

.

Ölümünün nedeni, hizmetçinin yetersiz maaşına artış istemesi nedeniyle onunla yaşadığı tartışma idi.

Bu nedenle felç oldu.

Öldüğünde arkasında büyük bir servet bıraktı.

Çocukları ise onun aşırı cimriliğini miras almadılar, aksine onun parasıyla halk için bir hastane inşa edecek kadar cömert davrandılar.