Bugün size ekonomideki gelişmeleri, yeni vergileri filan anlatacağım da öncelikle bir fıkra ile başlamak istiyorum.
.
Adamın çiftliğindeki kümesinde yaşayan horozu gün gelmiş ölmüş.
Horozu ölünce adam yeni bir horoz almış.
Yeni horoz çok azgın bir şeymiş.
Kümesteki tavukları hallettikten sonra çiftlikte ki diğer hayvanların peşinde koşar dururmuş.
Horozun bu halini gören adam içinden “Bu azgınlığın uğruna genç öleceksin” falan diyormuş.
Bir gün bakmış, bu azgın horoz ayaklarını dikmiş, dili bir karış dışarıda hareketsiz yatıyor.
Başında da bir tane akbaba dolanıyor.
Adam horoza bakıp, “Senin sonunun böyle olacağı belliydi” diyerek öldüğünü zannettiği horozu kürekle kaldırmak istemiş.
O anda horoz tek gözünü açarak adama; “Sessiz ol, akbabayı kaçıracaksın” demiş.
.
Şimdi efendim konu şu;
Bizim maliye bakanı gözünü bize dikti.
Onca vergi alması gereken kalem varken, geldi, gitti emeklinin, memurun, dul ve yetimiz asgari geçim şartlarına gözünü dikti.
.
Vergi paketi hazırlanırken neler geçmiş aklından neler?
Hani duysanız “Vay halimize!” dersiniz.
.
Ülkemizde tarım bitti diye bas bas bağırırken gittiler çiftçinin yeminden, gübresinden fahiş vergi almaya kalktılar.
“Nasılsa bitti, son darbeyi bir vuralım” şeklinde düşündüler sanırım.
Allah’tan paketten çıktı.
.
Düşünün ne hale gelmişiz ki, akllarına gelen vergi şuydu;
“Motokurye kazancı ve garson bahşişlerine vergi…”
Ne istediniz adamın bahşişinden.
Müteahhitlerin milyonlarca liralık vergi borcunu sileceksiniz, sonra da gelip garip garsonun bahşişine göz dikeceksiniz.
Ayıp yahu, resmen ayıp!
.
Tüm bunların altında maden şirketlerine KDV muafiyeti gelmiş.
Haber şöyle;
“Mevzuata göre, altın, gümüş, platin arama, işletme, zenginleştirme ve petrol arama faaliyetlerine ilişkin olmak üzere, bu faaliyetleri yürütenlere yapılan teslim ve hizmetler ile boru hattıyla taşımacılık yapanlara bu hatların inşa ve modernizasyonuna ilişkin yapılan teslim ve hizmetler de KDV’den istisna tutulacak…”
.
Sonuç olarak 3-4 maaş alanlara bir şey yok, marka saat takanlara, karides yiyenlere, devletin uçaklarını özel olarak kullananlara, makam arabalarına tasarruf yok,
Lojmana, fazla mesaiye, servise, öğle yemeğine var.
.
Fıkra nasıl bitiyordu?
Horoz, gözünü akbabaya dikmişti…
TÜRK MÜ?
TÜRKİYELİ Mİ?
OSMANLI MI?
ATAMAN MI?
Hatırlarsanız Ünlü oyuncu Oktay Kaynarca, katıldığı bir programda “Ben Türkiyeliyim. Türkiye milliyetçisiyim” demişti.
Bunun üzerine ortalık ayağa kalktı.
.
Daha sonra yaptığı açıklamada bu sefer; “Görüyorum ki geçmişte yaptığım bir röportajdaki ‘Ben Türkiyeliyim’ sözüm eğrilip bükülüp tuhaf yerlere çekilmeye çalışılmakta. Bizim memleket vatan sevdamızı sorgulamak kimsenin haddi değildir. ‘Türkiyelim’ demek bana göre ben bu memleketin çocuğuyum demektir.” dedi.
.
Bu kelimeler üzerine tartışmalar başladı.
.
Yılmaz Özdil yayınladığı videoda konuya şöyle bir yorum getirdi;
“Türk alerjisi olan çok insan var bu ülkede. O yüzden ‘Türkiyeli’ diyenlerin ayrı bir müşterisi var.” dedikten sonra devam ediyor;
“Alman diyor, Japon diyor, Rus diyor, Fransız diyor, sadece Türk demiyor. Ne mutlu Türküm deyince mesela ırkçılık oluyormuş. Türkiyeli dememiz gerekiyormuş” dedi.
.
Özdil, “Türkiyeli” diyenlere göre fıkraların bile revize edilmesi gerektiğini vurgulayarak, fıkraları esprili bir şekilde yorumladı.
Özdil, “Bir Alman, bir Fransız, bir İngiliz, bir Türk ıssız bir adaya düşmüşler. Türk demiş ki, ‘Arkadaşlar lütfen, bundan sonra bana fıkralarınızda Türk demeyin, Türkiyeli deyin’ demiş” şeklinde konuştu.
.
Özdil konuyu daha da derinleştirerek örnekler vermeye devam ediyor;
“Alman malı diyor, Fransız devrimi diyor, İtalyan tasarımı diyor, Yunan adası diyor, Rus salatası diyor, Japon balığı diyor, İngiliz futbolu diyor, Bulgar kaşarı diyor, Rum kesimi diyor, Türk diyemiyor kardeşim.”
.
“Arap atı, diyor, Arap sabunu diyor, Türk diyemiyor.”
.
Irkçılık kavramına vurgu yaparak anlatmaya devam ediyor;
“Türkiyeli bayrağı diyeceğiz mesela bunlara göre. Bu zihniyete göre Türk Bayrağı dersek ırkçılık oluyor. Türkiyeli bayrağı diyeceğiz. Türkiye silahlı kuvvetleri diyeceğiz; Türk Hava Yollardı dersen faşistlik oluyor. Türkiyeli hava yolları diyeceğiz. Türkiyeli milli takımı diyeceğiz, Türkiyeli lirası diyeceğiz. Fıkraları revize ettiğimiz gibi tarihi de komple baştan yazmamız gerekiyor. Jön Türkiyeliler mesela…”
.
Atatürk’ün yaptığı “Türklük” tanımına vurgu yapan Özdil, Türklüğün etnik bir tanım olmadığını dile getirerek “Türkiyeliyim demek hayatın olağan akışına aykırıdır” şeklinde konuşuyor.
.
Ortalığı karıştırıp bizleri dağıtma peşinde olanların kaos yarattığı ülkemizde, buna benzer bir tartışma daha yaşanıyor aslında.
Nasıl mı?
Sosyal medyadan bulduğum “Osmanlı imparatorluğu mu? Yoksa Ataman imparatorluğu mu?” başlıklı bir yazı paylaşmak istedim sizlerle.
.
Yazı şöyle:
“Türk kimliğiyle Türk ismiyle kurulan devletler, Türklükten uzaklaştıkça nasıl adım adım erimiş bu tesadüf mü?
Şimdi kurucu ailedeki isimlere bakalım
.
“Sungur Tekin, Gündoğdu, Dündar ve Ertuğrul.”
Ertuğrul Gazi, Osman Bey’'in babası.
Onun da üç oğlu oldu.
Osman, Gündüzalp ve Savcı.
Osman Bey'in oğlu Orhan Bey, onun oğlu I. Murat.
Şimdi isimlere bir daha bakalım.
Sungur Tekin, Gündoğdu, Dündar, Ertuğrul, Gündüzalp, Savcı, Orhan, Murat ve Osman. Bu isimlerin hepsi Orta Asya'dan beri Türkler’in çocuklarına koydukları Türkçe isimler.
Sadece Osman hariç.
Osman Arapça bir isim.
Bu durum insanın gözüne tuhaf görünüyor çünkü böyle isimler koyma geleneği olmayan, sonrasında çocuklarına, torunlarına da Türkçe isim koymaya devam eden bir aile neden arada bir tane oğluna Arapça isim koysun ve o kişi de bir imparatorluğun kurucusu olsun?
Bu tuhaf değil mi?
O dönem Osmanlı henüz beylik olduğundan ve ileride koca bir imparatorluk olacağı öngörülemeyeceğinden tarih yazıcılığı henüz ciddi olarak yok.
O yüzden başvuru kaynaklarının ilki Bizans Kronikleri; Georges Pachymeres Osmanlı'nın ilk dönemi hakkında oldukça fazla bilgi veren ve tarihte Osman (!) Bey’den ilk bahseden kişi.
Gelin görün ki bahsettiği kişi Atman veya Otman diye bahsettiği Ataman Bey.
Yani bizim Osman Bey.
Hatta günümüz İngilizcesinde de Osmanlı İmparatorluğu ‘Ottoman Empire’ diye geçer.
‘Ottoman’ kelimesi ‘Ataman’ın İngilizce çevirisi olarak kullanılmış.
Zira Osman olsaydı ‘Othman’ diye geçmesi gerekirdi ki öyle kullanılmamış.
Aynı kaynaklar ileride Genç Osman’dan bahsederken ‘Othman’ diye yazmışlar.”
.
Bütün bu anlatılanların ne önemi var?
Asude Havuzlu, şunları yazdı:
“Diyelim ki Bizanslı tarihçi yazarken hata yaptı -ki niye yapsın- ünlü Arap Seyyah Şihabeddin b. Fazlullah El-Ömerî’nin ‘Mesâliku’l Ebsar fî memâlik’il-emsar’ isimli eserinin 3. cildinde -Türkçeye de ‘Türkler Hakkında Gördüklerim ve Duyduklarım’ adıyla çevrilmiştir- Osman Bey’den ‘Utman’ veya ‘Tuman’ diye bahsetmektedir.
Kendisi Arap olan, anadili Arapça olan bir yazarın adı ‘Osman’ olan birini yanlışlıkla ‘Tuman’ diye yazdığını düşünmek herhalde mantıklı olmaz.
Aslında Osmanlı adı devlet ilk kurulduğundan Yavuz Sultan Selim dönemine kadar yaygın olarak ‘Devlet-i Aliyye’ diye kullanılıyor.
‘Osmanlı’ sözü Yavuz’dan sonra gündeme girmiş.
.
Hatta bununla ilgili bir rivayet de var. Halifeliği ele geçiren Yavuz’'un Arap âlemine halifeliğini kabul ettirmek için Hicaz bölgesinden sayıları binlerle ifade edilen Arap âlimlerini -Ebû Suud bunlardan biridir- Anadolu’ya getirttiğini biliyoruz.
Aynı dönemde Devlet-i Aliyye, ‘Osmanlı’ diye de anılmaya başlanıyor.
Yavuz, bunu kendi doğu stratejisi gereği özellikle yapmış da olabilir.
Sonuçta o dönem Anadolu Bektaşi idi ve Emevi Abbasileri de himayesine almak ve halifeliğini kabul ettirmek isteyen bir padişahtı Yavuz Sultan Selim.
.
Rivayet o ki sahabeden Osman bin Talha’nın kılıcı Hoca Ahmet Yesevi’ye hediye edilir.
O da bu kılıcı Şeyh Edebali’ye hediye eder ve o da damadı Ataman Bey’e hediye eder ve der ki: ‘Senin adın bundan sonra Osman olsun.’
Kılıcın elden ele Şeyh Edebali’ye kadar geldiği hikâyesi birçok kaynakta geçmekle birlikte Şeyh Edebali’nin bu kılıcı damadına hediye ettiği ve ismini değiştirdiği ile ilgili ciddi bir kaynak yok.
Ağızdan ağıza anlatılan hikâyeler.
Doğru da olabilir, sonradan strateji gereği ilave edilmiş de
Kısaca Bizim ‘Doğru’ diye bildiğimiz, peşinden ‘İdeal’ diye takılıp gittiğimiz birçok şeyin içinde bizden saklanan, istenildiği gibi değiştirilip kayıtlara geçirilen birçok bilgi var.
Ayrıca ‘Osmanlı’ kendine hiç ‘Osmanlı’ demedi... ‘Devlet-i Ali’ derdi...
Emperyalizm seni, senden daha iyi bildiği tarihini tekerrür ettirerek yıkar.
Bu gün yaptığı gibi.”