Memlekette onca sıkıntı yaşanıyor, haberlerde onca anlaşılmaz olaylar dönüyor bizim halk öyle bakıyor.

.

Sosyal medyadan bari sesinizi duyurun kardeşim, yoksa dışarıdan ülkeye bakanlar “Memleketi güllük gülistanlık” zannedecekler.

.

Peki, bağırmanın size ne faydası olacak bir fıkrayla anlatayım;

Yolcular uçağın yanında otobüsten inmişler. Bavullarını gösteriyorlar.

Bir bakmışlar uçak şirketinin minibüsü yanlarında durmuş.

İçinden kaptan pilotla, yardımcı pilot inmiş.

Yolcular fena hâlde şaşırmışlar.

Nasıl şaşırmasınlar.

Kaptan pilotun elinde bir beyaz baston, kolunda üç noktalı bant.

Yardımcı pilotun elinde bir köpek tasması, tasmanın ucunda bir köpek.

Sağa sola çarparak öylece ilerliyorlar uçağa.

Günlerden 1 Nisan değil ama ‘Şaka herhâlde’ demiş yolcular, doluşmuşlar uçağa.

Uçak pistte hızla ilerlemeye başlamış. Yolcuların gözleri camda.

Uçak hızlanmış.

Yolcular endişelenmeye başlamışlar.

Uçak daha hızlanmış.

Pistin sonu hızla yaklaşmaya başlamış.

Uçak iyice hızlanmış.

Bazı yolcular paniklemiş, dua etmeye başlamışlar.

Uçak son hıza ulaşmış.

Bu arada pistin sonuna da ulaşılmış.

100 metre sonra betonun bitip çimlerin başladığını gören yolcular dehşet içinde çığlığı basmışlar.

Tam o anda da kaptan pilot levyeyi sonuna kadar çekmiş.

Uçak tam pist bitecekken tekerleklerini yerden kesmiş, havalanmış.

Kaptan pilot arkasına yaslanmış, derin bir nefes almış ve yardımcı pilota dönmüş:

“Biliyor musun? Bir gün çığlık atmakta gecikecekler ve hep birlikte geberip gideceğiz!”

.

Anladınız mı neden çığlık atmanız gerektiğini?

Yoksa işimiz zor olur haberiniz olsun.

.

Ortalık yangın yerine dönmüş, biz hala “Arda oynasın mı? Oynamasın mı?” tartışması içindeyiz.

.

Bunu size şu fıkrayla anlatabilirim aslında.

Buyurun okuyun;

Yunan hatibi Demostenes, Atina’da bir mecliste insanların yaşamına etki edecek, günlük yaşamlarına dokunacak konulardan bahseder.

Ancak kimsenin kendisini dinlemediğini görür.

Oldukça kızan Demostenes, bunun üzerine: “Yalnız iki kelimecik söyleyeceğim” der ve bir hikâye anlatmaya başlar:

Vaktiyle bir delikanlı Atina’dan Megara’ya gitmek için bir eşek kiralamış.

Eşeğini kiraya veren adam da aynı yere işi düştüğü için beraber yola çıkmışlar.

Konuşa konuşa giderken öğle sıcağı basmış.

Biraz dinlenmek ve öğle yemeklerini yemek için birlikte bir su başına çökmüşler.

Ama ortalıkta gölge edecek bir şey olmadığı için eşeğini kiraya veren sahibi, eşeğin gölgesine sığınmış.

Eşeği kiralayan genç ise buna içerlenerek; “Sen çekil ben oturacağım oraya!” demiş.

Öteki ise “Ne münasebet, eşek benim” deyince kiracı, “İyi ama ben eşeği kiraladım” diye itiraz etmiş.

Diğeri, “Ben eşeği kiraya verdim, gölgesini değil” diye devam etmiş.

Derken aralarında kavga çıkmış.

Demostenes, sözün bu kısmına gelince kürsüden inerek meclisten ayrılmak üzere harekete geçmiş.

Halk: “Be adam söylesene sonra ne olmuş?” diye bağrışmaya başlayınca Demostenes tekrar kürsüye çıkmış:

“Ey ahali! Sizin iyiliğiniz için söylediğim laflar eşeğin gölgesi kadar dikkatinizi çekmedi, kusura bakmayın!” demiş.

.

Demostenes haklı mı?

Haklı.

O halde bizlere akıl veren, gerçekleri anlatmaya çalışanların söylediklerini dinlememiz lazım.

.

Memlekette;

Altın almış başını gitmiş,

Döviz tavan yapmış,

Emekli sürünüyor,

İşçi bitmiş,

Göçmenler ülkeye dolmuş,

Pahalılık diz boyu olmuş,

Borçlar boğaza dayanmış,

Enflasyon rekor kırmış,

Benzin almış başını gitmiş,

Üretim yerlerde,

Tarım yok olmuş,

Biz ise;

“Arda neden oynamadı?” onun peşindeyiz…

.

Bu dünyada güçlü olmazsan, ülkenin kaynaklarını verimli kullanmayıp, sana bırakılan mirasa sahip çıkmayıp, yolsuzlukları önlemeyip, kanun kural bilmeyip uyanıklık yapmaya kalkarsan başına gelmeyen kalmaz.

.

Derdimi daha iyi anlatmak için şu fıkrayı da yazmak istedim.

.

Bir zamanlar Kayseri’ye Moiz adında bir Yahudi gelmiş.

Ticaret yapmak için çarşıda bir dükkân tutmuş.

Komşularına sormuş;

“Bu çarşıda en çok kimden çekinmeliyim?” diye.

Tüccarlardan biri, bir kaç dükkân ötesini göstererek;

“Bak, orada bir İhsan Ağa var, ona git. Lakin onun yanına desturla yanaş” demiş.

Moiz, İhsan Ağa’nın yanına gitmiş.

Bakmış ki İhsan Ağa’nın dükkânı bomboş…

-“Ne iş yaparsın İhsan Ağa?”

-“Her şeyi alıp satarım.”

-“O da ne demek İhsan Ağa?”

-“Mesela, kabul edersen senin dişlerini satın alırım.”

-“Olur mu hiç öyle şey!”

-“Neden olmasın? Dişlerine 10 altın veririm. Ömrünün sonuna kadar ağzında kalsın, öldükten sonra da benim olsun”

Moiz içinden; “Bu saf adama mı kurnaz diyorlar?” diye düşünerek gülmüş.

“İyi ki Kayseri'ye gelmişim. Çok güzel paralar kazanacağım demek ki” diye içinden geçirmiş.

İhsan Ağa’nın teklifini de, “Ver 10 altını, dişler senin olsun” diyerek kabul etmiş.

Aradan bir kaç gün geçmiş.

İhsan Ağa yanında iki üç kişiyle Moiz’in dükkânına gelerek, “Dişlerine müşteri çıktı. Malı görmek istiyorlar. Aç ağzını da görsünler malı” demiş.

Moiz, “Hani dişlerim ölünceye kadar benimdi?” diye söylenmiş...

İhsan Ağa; “Merak etme, anlaştığımız gibi ölümünden sonra teslim etmek üzere satacağım” demiş.

Müşteriler Moiz’in dişlerine 12 altın vermişler.

İhsan Ağa teklifi az bulup reddetmiş.

Ertesi gün İhsan Ağa bir başka müşteri grubuyla yine Moiz’in dükkânına damlamış.

Yine dişleri muayene, yine pazarlık, müşteriler teklifi 15 altına çıkarmış.

İhsan Ağa yine teklifi reddetmiş.

Üçüncü gün başka müşteri, dördüncü, beşinci gün, derken; sonunda Moiz patlatmış;

“Beni hayvan pazarında dişleri kontrol edilen eşek durumuna düşürdün! Al şu 10 altınını, ben vaz geçtim bu işten!” demiş.

İhsan Ağa gülmüş, “Olur mu? Bu dişler 20 altını gördü. 30 altından aşağısına geri vermem”

Moiz çaresiz, her gün ağzını kontrol ettirmektense 30 altın vermeyi kabul etmiş.

İhsan Ağa gülmüş;

“Gördün mü?” demiş, “Ben sana her şeyi alıp satarım dediğimde, bana inanmamıştın…”

.

Ülkede muhalefet partisi “Hak, hukuk, adalet!” diyerek yolları aşındırmıştı.

Ne oldu?

Ne değişti?

Koskocaman hiçbir şey.

Neden?

Çünkü kimse adaletin peşine düşmedi ve bu iktidara sürekli “Yürü!” dedi.

.

“Peki, ne olacak?” diye soracak olursanız, size şu fıkra ile karşılık verebilirim.

.

Avcının biri, avladığı ördeği yolmuş, temizlemiş fırıncıya pişirmek üzere vermiş. “Akşamüzeri alırım” diyerek gitmiş.

Akşama doğru fırıncı nar gibi kızarmış ördeği fırından çıkardığı esnada, fırından ekmek almaya gelen “Kadı Efendi” ördeği görünce canı çekmiş ve ördeği fırıncıdan isteyince, fırıncı, “Sahibi var veremem Kadı Efendi” demesine rağmen, Kadı “Sen sahibine bir şeyler söylersin” demiş ve ördeği alıp gitmiş.

Fırıncı kara kara düşünürken ördeğin sahibi avcı gelmiş ve ördeğini isteyince fırıncı; “Senin ördek uçtu” demiş.

Avcı, “Anlamadım?” diye sorunca fırıncı, “Senin ördek uçtu gitti” diye tekrar etmiş.

Ördeğinin üzerine çöküldüğünü anlayan avcı, “Ulan içi boşalmış, tüyü yolunmuş ördek nasıl uçar?” demiş ve odunu kaptığı gibi fırıncının üstüne yürümüş.

Fırıncı da fırın küreğini kapmış, başlamışlar kavgaya...

Yoldan geçen Musevi bir vatandaş kavgayı görünce ayırmak istemiş ama fırıncının küreği adamın gözüne gelmiş ve Musevi’nin bir gözü çıkmış.

Bu defa acıyla Musevi vatandaş ta fırıncıya saldırınca, fırıncı çareyi kaçmakta bulmuş.

Fırıncı bahçelerden, duvarlardan atlayıp kaçarken, duvar dibinde oturmakta olan hamile bir kadının üzerine düşmüş.

Kadıncağız korkudan çocuğunu kaybetmiş.

Bunu gören kocası da düşmüş fırıncının peşine.

Fırıncı önde can havliyle koşarken, avcı arkasında sinirle, onun arkasında bir gözünü kaybeden Musevi acıyla, onun da arkasında çocuğunu kaybeden adam intikam hırsıyla kovalamaya başlamışlar.

Bu arada fırıncı, önüne çıkan bir eşeği kaçma fırsatı olarak görmüş, kuyruğundan yakalamak isterken eşeğin kuyruğu elinde kalmış. Bu defa kovalamacaya eşeğin sahibi de katılmış...

Neticede artık bitkin düşen fırıncı yorulup yakalanmış ve hep beraber Kadı efendinin huzuruna çıkmışlar.

Kadı, önce avcıya ne olduğunu sormuş,

Avcı, “Muhterem Kadı Efendi, ben bir ördek avladım, yoldum, temizledim, fırıncıya verdim, ama akşam almaya gittiğim de bana uçtuğunu söyledi.”

Kadı biraz düşünmüş “Şu kara kaplı kitaba bir bakalım ne diyor?” demiş, başlamış sayfaları karıştırmaya.

“Hımm, ördek... Ördek… Hah buldum!” demiş.

Ördeğin karşısında tayyar (uçar) yazıyor, demek ki uçmuş.

Avcı itiraz edecek olmuş.

Kadı hiddetle yerinden kalkmış; “ Bana bak zındık”, demiş, “kitaba karşı mı geliyorsun yoksa? Yatırırım seni falakaya!” deyince avcı sesini çıkarmadan oradan ayrılmış.

Kadı, Musevi vatandaşın fırıncıdan olan şikâyetini dinlemiş, yine kitabı karıştırmış, “Hah buldum!” demiş ve okumuş; “Her kim ki bir Müslüman, bir gayrimüslimin iki gözünü çıkara, gayrimüslim de Müslümanın bir gözünü çıkara.”

Musevi’nin kafası karışmış, “Yani?” demiş kekeleyerek.

Kadı cevaplamış; “Yanisi şu… Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, sen de onun bir gözünü çıkaracaksın.”

Zaten bir gözü kalmış olan Musevi, “Şikâyetimden vazgeçtim” diyerek gitmiş.

Kadı efendi çocuğunu düşüren kadının kocasını dinlemiş ve kitaba hiç bakmadan, “Yasalara göre her kim ki bir kişinin malını zayi ede, derhal onun yerine yenisini koya. Bu sebeple; Ona karını vereceksin, o da sana yeni çocuk yapacak” demiş.

Adam bakmış karısı elden gidiyor, arkasına bile bakmadan çıkmış, gitmiş…

Kadı eşeğin sahibine dönerek sormuş;

-“Senin şikâyetin ne?”

 Eşeğin sahibi korkarak cevaplamış;

-“Aman efendim, benim ne şikâyetim olur? Ben yüce adaletinizi izlemek için gelmiştim…”

.

İşte sözün sonu:

“İzlemeye devam edin…”