İktidarımızın yeni yeni icatlar çıkararak uydurduğu, “Taşı sıkıp suyundan vergi alma yöntemi” sayesinde, bundan böyle uçan kuştan bile vergi alınacak anlaşılan.

.

Geçen hafta sonu Gümüşçay’a gittiğimde çeltik tarlalarında gördüğüm leyleklere acımıştım.

Sürekli yurtdışına çıkıp geldiklerinden zavallılar, başlarına geleceklerini de bilmediklerinden masum masum uçup duruyorlardı.

.

150 lira olan yurtdışı çıkış harcını önce 3 bin lira ilan eden, sonra lütfedip 1500 liraya düşüren iktidarımıza dualar ederek, uçan leyleklerimize “Allah yardımcınız olsun” diyorum.

.

Bir başka “Kolay gelsin” diyeceklerim ise vatandaşlar.

.

Hafta sonu, harçlar zamlanmadan “Dünya gözüyle yurtdışına çıkma” hevesiyle Yunanistan, Bulgaristan gibi sınır komşularımıza turlarla ve arabalarla günübirlik hücum eden vatandaşlar, sınır kapılarında uzun kuyruklar oluşturdu.

.

Ama ne kuyruk!

İçlerinde benimde bulunduğum tur otobüsü İpsala sınır kapısından, tam 5 saatte zor geçti.

Zaten 30 Euro verip günübirlik gideceğimiz turun yarısı gümrükte, güme gitmişti.

.

Arabasını alan, çoluğunu çocuğunu kapan, pasaportunu cebine koyan dalmış kuyruğa.

Ben diyeyim “500 araba”, siz deyin “1500 araba.”

.

Yunanlılar vize vermekten, bizimkiler istemekten bıkmıyor.

AB yetkilileri Yunanistan’ı kıskanıp “Artık vize verme kardeşim, ne bu?” diyordur.

.

“Sen niye gittin?” derseniz “Yemek yemeye gittik” arkadaşlarla.

.

“Acayip ucuz” kelimesi bizi oralara götürdü.

O kadar ucuz, o kadar ucuzdu ki;

Anlatayım.

.

Zaten insan başına 30 Euro verip gittiğimiz turumuz Kavala’da başladı, Porto Lagos’tan sonra Dedeağaç’ta bitti.

Öğlen üzeri ancak gidebildiğimizde karnımız acıkmıştı zaten.

.

Kavala’da oturduk bir tavernaya. (Burada restoranlara taverna deniyormuş zaten. Henüz müzik filan yok. O eğlence hafta sonları akşamları oluyormuş.)

Türkçeyi çat-pat Rum aksanıyla konuşan şişman bir adam siparişleri alıyor.

“Hos geldiniz vre, ne alırdınız?” diyerek karşıladı zaten.

Menülerde Türkçe var, siparişte sorun yok.

.

Kalamar, kabak cipsi, Greek salata.

(Bizim Çoban salatanın aynısı ama soğanlar ölmemiş, salata ve domateslerle beraber iri doğramış. İçindeki zeytinyağı güzeldi)

Ekmek ve suya ayrıca para alıyorlar.

(Tahminim bizim milletten biri tek oturuşta iki ekmek yiyince bu adet gelişti. Zira biz tek çorbayla iki ekmek yiyen bir milletiz. Hatta garson böyle birine “Ağabey bizde çorba bedava, sadece ekmek parası alıyoruz” demiş.)

.

Porsiyonları büyük siparişlerden 2 şer tane ısmarladık ve “4 kişi” 47 Euro verip kalktık masadan.

.

İşin ilginci şuydu;

Yine tek kalamar, kabak cipsi, 2 porsiyon ızgara sardalye ve arkadaşın içtiği 20’lik rakıya Dedeağaç’ta da 47 Euro verdik.

Anladığım “Ne yersen 47 Euro” diyorlar.

.

Adamlar saat 19.00’da kapattılar koca caddeyi trafiğe, tavernalar çıkardı masalarını caddenin ortasına.

Millet de dökülüverdi sokağa.

Hafta sonu olduğundan belli ki “Sirtaki” ye, tabak kırmaya hazırlık vardı.

Eğlence sabaha kadarmış, biz o kadarını göremedik tabi.

.

Gelelim genel bilgilere.

Tabi bu yazımı okuyan birçoğunuz belki de defalarca Yunanistan’a veya Bulgaristan’a gittiniz.

Ben döviz bırakmamak adına pek niyetli değildim, ancak eşimin aşırı ısrarı ve harca gelecek yurtdışı zammı yüzünden “Mecburen (!)” gittim.

.

Yunanlılar yeni teknolojilere biraz farklı bakıyorlar.

Kullanmaya niyetleri yok.

Misal, çatılarda hala bizim çok eskiden kullandığımız çatal antenler var.

.

Evler eski, boyasız.

Mahalle araları pis.

Ama bu insanlar turizmden acayip para kazanıyorlar.

Çünkü 6000 tane irili, ufaklı adaları var.

Tembellik ise diz boyu.

Saat 14.00 dedin mi ortada kimse yok.

Hafta sonları ise her yer kapalı.

.

Kavala’daki Pargalı İbrahim Paşa’nın 1537-1538 yılında yaptırdığı cami, kiliseye dönüştürülmüş.

Minare yıkılıp, yerine çan kulesi yapılmış.

Ama bakımsızlıktan dökülüyor.

Baktıkça acıdım doğrusu.

.

Yunanlılar fanatik Ortodoks.

Dinlerine sıkıca bağlılar.

İbadetlerini hiç aksatmıyorlar.

Bayraklarının yanına astıkları “Çift Kartal” sembollü flamalar var.

.

Sebebi ise şuymuş;

Bugün Yunanistan’ın Atina’da bağımsız bir kilisesi olmasına rağmen, Girit, Oniki Adalar, Aynaroz’daki kiliseler ile Selanik ve Kuzey Yunanistan’daki kiliselerin çoğu İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi (ya da onların tabiriyle Kostantiniyye Ekümenik Patrikhanesi) ne bağlıymış.

Bu flamalar da bu bağlılığı gösteriyormuş.

.

Hristiyanlığın Ortodoks mezhebini temsil eden ve Doğu Ortodoks Kilisesi’ni oluşturan 14 otosefal kiliseden biri ve birincisi olan Fener Rum Patrikhanesi günümüzde İstanbul Başpiskoposu ve Ekümenik Patriği (Gökçeada doğumlu) I. Bartholomeos tarafından yönetilmekte.

Bu kilise, dünyadaki 300 milyon Ortodoksu temsil ediyormuş.

.

1453 yılında İstanbul’un Fethi’nden sonra, Fatih Sultan Mehmet’in çıkardığı fermanla Fener Rum Patrikhanesi veya Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin yasal statüsü süreklilik kazanmış.

Ferman şöyleymiş;

“Kimse, Patrik’e tahakküm etmesin. Kim olursa olsun hiçbir kimse kendine ilişmesin.

Kendi ve maiyetinde bulunan papazlar her türlü hizmetten ebediyen muaf olsunlar.

Kiliseleri camiye tahvil edilmeyecektir.

İzdivaç ve defin işleri, sair âdet ve işleri Rum adetlerine göre eskisi gibi yapılacaktır.”

.

Bu Patrikhanenin yan taraftaki kapıdan girişin yapıldığı ve halen kapalı olan “Ana Giriş Kapısının” bir hikâyesi varmış.

Rehberimiz Ali Bey anlatmıştı size aktarayım.

“1821 yılında Yunanistan’da Mora isyanı başlıyor. Devlet aleyhine kalkışan Rumlar, binlerce Müslüman’ı kesmişler ve bu bölge Osmanlı egemenliğinden koparak Yunanistan bağımsızlık elde etmiş. Mücadelenin başını ise her zamanki gibi kilise ve papazlar çekmiş.

İstanbul’daki Patrik Gregorius’un bu isyanda önemli rolü olduğu, isyanı kışkırtıp büyük destek verdiği belgelerle ortaya çıkınca Padişah 2. Mahmud, ferman çıkartarak yargılatmış ve Gregorius, Patrikhane’nin bu ana giriş kapısında idam edilmiş.”

.

İşte bu ana giriş kapısı o günden beri kapalı. İdam yeri hem dışarıdan, hem de bahçenin içinden tahta perdelerle çevrili halde duruyor.

Ortodokslar yaşanan olaydan ötürü bu kapıya “Kin Kapısı” demişler.

.

Söylentiye göre;

Rumlar şu şekilde yemin etmiş;

“İstanbul ele geçirilene (!) ve aynı kapı önünde bir Türk büyüğü asılıncaya kadar (!) kapı açılmayacak…”

Hatta İstanbul’un tekrar ele geçirilişinde (!) “Kral Konstantin” in de dirileceğine inanıyorlarmış.

Nasıl bir inanışsa artık…

.

Yunanistan’da yol kenarlarında küçük küçük kiliseler gördük, şaşırdık tabi.

“Nedir bunlar?” diye merak ettik.

.

Rehber bilgilendirdi bizi.

Yunanca “Eklisaki” denilen bu minyatür yapıların içinde genelde “Mumlar, haçlar, su ve yağla dolu bardaklar, kutsal resimlerin olduğu tablolar, çiçekler ve dilek kâğıtları” varmış.

.

Eklisakiler; trafik kazası gibi beklenmedik ve erken ölümler için olayın gerçekleştiği yerlere yerleştirilen minyatür türbelere verilen isimmiş.

.

O kadar çok ki?

İnanılmaz.

Hatta bu konuda bir sanayi gelişmiş, yollarda bunları üretip satan bir dolu işletme var.

.

Velhasıl gözümüze çarpan bunlardı.

Giderseniz bu anlattıklarım size rehberlik edebilir.

.

Porto Lagos’ta Ortodokslardan çok Müslümanların ziyaret ettiği iki kiliseye uğradık.

Gölün içine yapılan kiliselere dikkat çekmek için Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği ahşaptan alındığına inanılan bir parça, ikonların arasına yerleştirilmiş.

Her yer tertemiz.

Tuvaletler inanılmaz temiz.

Sifonun markası gözüme çarptı “Türk arkası olan Tukuaz” dı.

Son günlerde bana gelen “Yalı Cami’nin tuvaletlerinin pisliği” konusundaki şikâyetleri hatırlayınca, “Temizliğin Müslümanlıkla bir ilgisi olamayacağını” bunun tamamen “İnsanlıkla” bir ilgisi olduğunu anladım.

.

Yunanistan’da tuvaletler genelde temizdi.

Ama hilafsız hepsinde gözüme çarpan bir ikaz yazısı vardı:

“Lütfen kâğıt atmayın!”

.

Bizim sitede “Her ay” rögarları açmak üzere vidanjör ve kanal açıcı geliyor.

Ve her seferinde yönetici bizi uyarıyor;

“Lütfen ıslak mendil atmayın…”

.

Bu “Garip davranış şekli” sadece bizim değil, sanırım dünyanın sorunu.

Klozetin yanında duran çöp kovasına bu mendil, kağıt havlu, kâğıt mendil ve çocuk bezini atamayan medeniyetsizlerin oldukça fazla olduğu aşikar.

Videoda görmüştüm, “Bir karga yerde bulduğu kâğıt tabaktaki pilavı yedikten sonra tabağı alıp çöp kutusuna atıyordu.”

Bir karga kadar beyni olmayan insanlarla aynı oksijeni solumak, bana koyuyor resmen.

.

Kısaca, yurtdışı harcının yükseleceğini duyan vatandaş, soluğu komşu ülkelerde alıyor.

Belki de yüzbinlere ulaşan bu çıkışlarda harcanan dövizler sebebiyle iktidarımız, enflasyonu önlemek adına çareyi harçları yükseltmekte bulmuş olabilir.

Dedim ya, “Sıra Leyleklerde…”