Haberlerde sürekli olarak trafikte kavga edenler, birbirini bıçaklayanlar ve ne yazık ki öldürenlerle ilgili haberleri duyuyoruz.
İnsan kendi kendine düşünmeden edemiyor; “Neden acaba?” diye.
.
Ehliyetlerin kolay verilir olması mı?
Trafik işaretlerinin yetersizliği mi?
Şoförler yerine, sürücülerin çoğalmasından mı?
Yoksa,
Bilgisizlik mi?
.
Yetkileri muhakkak bir istatistik çıkarmışlardır.
Hatta önlem alma sürecinde de adımları olmuştur.
Ama yeterli olmadığı apaçık ortada.
.
Bunun sadece trafikle ilgisi değil, birazcık ta psikolojik bir vaka olduğunu da hatırlamak gerek.
Yaşadığımız ülkede her dakika yaşanan gerilim sonrası trafikte sakin durmak her babayiğidin harcı da değil.
.
Ancak geçenlerde tek yön olarak bildiğim ve iki yönlü olarak arabaların park ettiği ve tek arabanın zorlukla geçtiği Aziziye Caddesi’nden geçerken karşıdan 34 plakalı bir araba geldi.
Yanyana geçmemiz mümkün değil.
.
Ben adama selektör yaparak “Buranın tek yönlü olduğunu” anlatmaya çalıştım.
Bir boşluk bularak yanyana geldiğimizde “Ağabey girişte böyle bir tabela yok, senin bir yanlışın olmasın?” dedi.
Ben “Tek yön” olduğu konusunda ısrar ettim ve sonunda birkaç arabayla daha karşılıklı zorlanarak geçiştik.
.
Aziziye Caddesi’nden Deniz Sokak’a çıkarken geriye dönüp baktığımda “Girilmez” işareti hakikaten yoktu.
.
O halde şunu sormam gerekmiyor mu;
Madem bu koskocaman cadde tek yön değil, neden karşılıklı olarak arabalar park etmişler?
Neden o cadde tek şeride düşmüş?
Neden kimse buna müdahale etmiyor?
.
Kendi kendime söylenip yoluma devam ederken Bir an için şöyle düşündüm;
“Karşıdan gelen sürücü bana daha kaba bir kelam etseydi sonuç ne olurdu acaba?”
MAVİ BAYRAK
Eşimle beraber sabahın köründe aldık simitleri.
Dedik, “Gidelim şu sahildeki plajlara he kahvaltı ederiz hem de denize gireriz…”
.
Önce eski belediye plajının olduğu yerdeki tesislere gittik.
Elimizde simitler, çay içeceğiz ve kahvaltı edeceğiz.
Garson, “Dışarıdan yiyecek getirmek yasaktır” tabelasını gösterdi.
“Ama biz denize de gireceğiz” desek te pek umursamadı.
.
Bindik arabaya.
Orası senin, burası benim Güzelyalı’daki Belediye plajına kadar gittik.
Oturup çay içecektik simitlerimizi yiyerek.
Ama ne mümkün!
“Dışarıdan yiyecek getirmek yasaktır” yazıyor tabelada.
.
Bir önceki tesisi anlarım zira özel sektör, amacı bir şeyler satıp kar elde etmek.
Peki belediyeye ne oluyordu?
.
Tesadüfe bakın ki o gün de plaja “Mavi Bayrak” veriliyormuş.
Tören bitmiş, belediyede görev yapan bir çok Müdür de oradaydı.
.
Eşimle dedik ki:
“Biz en iyisi denize girelim, simitleri daha sonra başka yerde yeriz…”
.
İndik sahile.
Kumsalın tamamı şezlonglarla ve şemsiyelerle dolu.
Çantamızı, yanyana ve aralarında şemsiye duran şezlongun bir tanesine koyduk ki bir görevli geldi elinde makbuzla.
“150 lira rica edeyim” dedi.
“Tanesi 150 lira mı?” diye hayretle sordum.
“Hayır” dedi, “İkisi 150 lira” diye cevapladı sorumu.
“Ama ben sadece birini eşyalarımı koymak için kullanacağım ve hiç oturmadan girip çıkacağım” desem de görevli, “Biz tek şezlonga ücret alamıyoruz” dedi.
Ben “Paşa paşa”; Asgari ücretin yetmediğini bağıra bağıra mitinglerde haykıran muhalefet partisinin yönettiği belediyeye 150 lira verdim.
Eşim görevli gittikten sonra bana dedi ki; “Buraya tek başına gelen insanlar ne yapıyor?”
Ne cevap vereceğimi bilemedim ve ağzımdan şu kelimeler çıktı;
“Bence kimse tek gelmeye cesaret edemiyor…”
.
Yapacak bir şey yoktu.
Halkçı belediyenin emirleri keskindi.
Sahilleri halka açık şehrimizde, tek şezlonga 150 lira vererek “Mavi Bayraklı Plajda” denize girdik ve çıkıp gittik.
.
Bu arada aktivist kardeşim Bülent Özüren ise Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı’na ait Kabatepe Orman Kampı’na girişlerin ücretsiz olmasını gerektiğini, “Bütün sahiller halkındır” sloganı ile protesto etmek için eylem yaptı.
Anlayan anlamıştır…
.
Şimdi size diyeceğim odur ki;
Siz siz olun, simidinizi alıp “Dışarıda kahvaltı ederiz, hem de denize gireriz” düşüncesi ile sakın dışarı çıkmayın.
“Yedirmiyorlar…
ABARTMA
Bizim milletin abartma huyu başkadır.
Kimsenin aklına gelmeyecek işler yaparlar da donup kalırsınız.
.
Geçenlerde bir tanıdık düğününe gittik.
Polis Evi’nde açık havadaydı.
Gayet güzel organizasyon, müzik güzel.
Eğlendik.
.
“İşin abartması nerede?” diye soracak olursanız sıkı durun yazıyorum;
“Birileri düğüne köpek getirmişti.”
.
İlk defa gördüm ve içimden; “Bu dünya tarihi için bir başlangıç olsa gerek” dedim.
.
Zaten yapsa yapsa bizim milletten biri yapardı bunu.
.
Köpeğin başlarda sesi çıkmıyordu ama müziğin sesi “Kulakları sağır dercesine” abartılı bir şekilde açılınca başladı havlamaya.
Belli eşlik ediyordu sanatçılara.
.
“Hav hav da, hav hav…”
Köpek resmen vokalistlik yapıyor.
.
Köpek o kadar alıştı ki havlamaya, müzik kesildiği halde bu sefer de gelene geçene havlamaya başladı.
.
“Hav hav da, hav hav…”
.
Sahibi kendisine “Sus oğlum yeter artık bak insanlar rahatsız oluyor” şeklinde masum ikazlarda bulunsa bile onun umurunda değil;
“Hav hav da, hav hav…”
.
Yahu ablacığım düğünün sonu geldi neredeyse senin köpek hala havlıyor.
.
Başka düğüne gideceğimizden biraz erken kalktık.
O sırada sahnede kına töreni vardı, müzisyenler;
“Yüksek yüksek, tepelere ev kurmasınlar” adlı şarkıyı söylerken minnacık köpek hala havlıyordu;
“Hav hav da, hav hav…”
.
Anladım ki bundan böyle düğünlerde oldukça sık göreceğiz köpekleri.
.
Otellerde, “Evcil hayvan kabul edilmez” şeklindeki ikaz yazılarına, düğün davetiyelerine yazılacak, “Evcil hayvan getirmeyiniz” şeklindeki yazıların da ekleneceği muhakkak.
.
Ne diyelim?
“Abartma” konusunda biraz ileri gittik galiba…
SURİYELİ
Son günlerde Suriyelilerle yaşanan olayla herkesin olduğu gibi benim de canımı sıkıyor.
.
Kışkırtıcı bir yazı yazmamak için zor tutuyorum kendimi kendi kendime sansür uyguluyorum.
.
Kayseri’de yaşanan gerginlikler sonraı hudut kapılarında TIR’larımız yapılan saldırılar sonrası ortalık gerildi.
Türk olarak bizlerin kırmızı çizgisi olan Bayrağımıza yapılan saldırı ise son nokta oldu.
.
İnsani yönden bakarsak, “Savaştan kaçmışsınız, sığınacak tek dalınız yok ike bu ülke onca tepkiye rağmen size kapılarını açtı. Ekmek verdi, su verdi, sağlık hizmeti verdi, barınacak yer verdi.
.
Seçimleri kaybetme uğruna size sahip çıkan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bile sonunda “Erdoğan İstifa” sloganları attınız ya!
Artık size ne diyeyim?
.
Bu hareketin karşılığı var.
Ama ben demeyeceğiz.
Sadece size yakıştığını söylemekle yetineceğim.
.
Yahu, “Tavuk bile su içer Allah’a bakar.”
Nasıl bir nankörlüktür bu?
.
Uzmanlar, yıllarca “ÖSO” yu destekleyen ülkemizin bu politikasından vazgeçip “Esed” e yanaşmasını istemeyenlerin provokasyonu olduğunu savunuyorlar.
.
Ümit Özdağ diyor ki: “Suriye’nin kuzeyinde Türk ordusunun kontrolündeki bölgelerde başlayan olayların sebebi Kayseri’de yaşanan olay değildir. Olaylar Kayseri olaylarından önce başladı. Sebebi Türkiye ve Esad arasında başlayan görüşme ve ticaret ile buna Rusya’nın da destek vermesidir. Geçen hafta El Bab’ı Halep’e bağlayan yol üzerinde rejimle görüşmeler ve anlaşmalar sonucu ticaret ve ulaşım amaçlı Ebu El Zendin kapısının açılmasından ÖSO ve yerel halk son derece rahatsız oldu. Sonrasında Azez yerel meclisi de Azez-Halep yolunu açmak için girişimde bulundu. Suriye’nin kuzeyinde bulunan yabancı güçlerin tahriklerde bulundukları düşünülüyor. Özetle olayların çıkma nedeni Türkiye’nin Beşar Esad ile yapmaya başladığı görüşmelerin önünü kesmek ve PYD devleti projesini devam ettirmektir.”
.
Bu durumda biz ne yapacağız?
Şu soru işi özetliyor:
“AKP iktidarı zor durumda. Suriye’de normalleşse karşısına ÖSO çıkıyor, içeride normalleşmeye çalışsa bu kez ortağı MHP ile geriliyor. Filmi başa sarmak AKP için artık çok mu zor?”
VAR MISINIZ? VARIZ!
Türk Milli Takımı “Olmaz, yapılamaz” denileni yaptı.
Biz bile maç öncesi pek umutlu değildik.
.
Fatih Terim olsa soyunma odasında şöyle bir konuşma yapardı sanırım:
“Arkadaşlar…! Bu maçta favori olan rakibimizdir. Sizler de biliyorsunuz. Bizim kazanacağımıza inananlar pek fazla değil. Sonuç aleyhimize olduğundan kimse bundan fazlaca bahsetmeyecek ve manşetler şöyle olacak;
‘Beklenen oldu…’
Ancak bizler birlik olursak, birbirimizin arkasını kollarsak, topa sahip olursak ve savunmada birbirimize yardım ederek dikkatli olursak bu maçı alabiliriz. (O sırada malzemeci telefonundan Mehter Takımının aldığı Hücum Marşını açar. Terim sesini yükselterek) Yenilirsek hiçbir şey kaybetmeyiz ama galip gelirsek tarih yazarız! Haydi aslanlarım! Önünüzde 90 dakika var, çıkın oynayın ve o galibiyeti alıp gelin! Siz Türk Milli Takımısınız. Arkanızda tam 85 milyon var. Onları sevindirin, gururlandırın! (Daha da bağırarak) Galibiyete var mısınız? (cevap bütün takımdan tek bir ağızdan gelir) Varız!
Haydi şimdi sahaya çıkın ve gücümüzü gösterin…”
.
Bu konuşma bana yapılsa bu yaşımda sahaya çıkıp oynarım.
Bizimkiler de oynadılar zaten.
Ve kazandılar.
Hepsine helal olsun…