Sosyal medyanın günlük hayatımıza etkileri elbette büyük.

Elinden telefon düşürmeyenlerin uğrak yeri burası.

Burada her çeşit var, ne istiyorsan, canın ne çekiyorsa var.

.

Daha çok bilinmeyen tarih ilgimi çekiyor, hoşuma gidiyor işte.

Bu konuda bulduğum yazıları kopyalayıp arşivime atıyorum.

Benden sonrası nesil bulup okursa bir faydası olsun isterim.

.

Aynı şekilde sizlerle de paylaşmak istiyorum, diyorum ki herkes okusun neler olmuş öğrensin.

Bize dayatılanı değil, gerçeği bilerek hareket etmek daha mantıklı olacaktır.

.

Para, pul, makam, mevki insanoğlu için bir hedef. Bazıları akılla, bazıları mirasla bazıları da yasadışı yollarla bunlara ulaşabiliyor.

Zira ömür boyu memur olarak çalışıp, maaşı ile zengin olanı görmedim henüz.

.

Kendi tarihimizi biliriz de sanki yanlış biliyormuşuz gibi geliyordu bana.

Anlatılanlara göre öyle şahane yönetilmişiz ki hep şaşaa içinde yaşamış atalarımız.

Ama elin adamı geçmişte ata topraklarımızı gezip yazmış, bize kadar gelen anılarında hiç de öyle değil.

.

Şu yazıyı paylaşmak istedim.

Anadolu toprakları 1700’lü yıllarda nasılmış?

Yabancı gözünle ortaya bir serelim.

.

“Montesquieu (1689-1755)” bilmeyeniniz yoktur sanırım.

En azından ismini duymuşsunuzdur.

.

Aydınlanma döneminin önemli düşünürlerinden biri olarak bilinir.

“Kanunların Ruhu” isimli eseri başta olmak üzere siyaset kuramına büyük katkılar yapmıştır.

“Devlet tanımları, devletin işleyişi, despotizm, toplumsal katmanlar, kölelik vs.” gibi konularda geçerliliğini asla yitirmemiş temel önermelerin sahibidir. Bunların başında günümüz anayasalarını da şekillendiren “Kuvvetler ayrılığı” ilkesi gelmektedir.

.

Montesquieu’nün 1721 yılında ilk basımı Amsterdam'da gerçekleşen “İran Mektupları” adlı romanında bir bölüm var.

Bizim ülkemizden bahsediyor.

.

“Tokat’da ancak sekiz gün kaldık. Otuz beş günlük bir yürüyüşten sonra İzmir'e geldik... Tokat’tan İzmir’e kadar, bütün bu saha içinde kayda değer başkaca bir şehir yoktur.”

.

“Osmanlı İmparatorluğu’nun zaafını büyük bir hayretle görmüş oldum.

Bu hasta gövde, kendini tatlı ve mutedil rejimle ayakta tutmuyor; bilakis gittikçe varlığını yıpratan ve devamlı surette içini kemiren şiddet tedbirlerine başvuruyor.”

.

“Paşalar ancak para kuvveti sayesinde bu mevkilere tayin ediliyorlar. Bütün servetlerini bu uğurda harcamış ve çırılçıplak hale düşmüş olduklarından, tayin edildikleri vilayetlere, işgal mıntıkasına giren birer fatih edasıyla geliyor ve işin başına geçer geçmez her tarafı soyup sömürmekten başka bir şey düşünmüyorlar.”

.

“Askerler mütecaviz ve küstah; keyif ve heveslerinden başka emir ve kumanda tanımıyorlar.”

.

“Her taraf yıkık dökük; köylüler meyus (üzgün, karamsar), toprak ekimi ve ticari hayat tamamıyla felç olmuş halde.”

.

“Bu serlik ve şiddet rejiminde, ne gariptir ki, cezasız kalmak ümidi her tarafta hâkim!

Toprak mülkiyeti emniyeti yok; bu sebeple de toprağı işleme gayreti de son derece yavaş.”

.

“Hükümeti icra edenlerin keyfi muamelelerine karşı koyabilecek ne bir sıfat ne de bir hak mana taşıyabiliyor!”

.

“Vahşet halinde sömürülen bu diyarda her türlü zanaat ve ince sanat ihmal edilmiş.

O kadar ki, bu milletim mümtaz vasfı olan askerlik sanatı bile ihmal edilmiş bir halde.”

.

“Beri tarafta Avrupalılar, her gün büyük bir gayret ve ihtimamla nurlanıp yükselirken bunlar, eski cehalet devrinden bir türlü çıkmak istemiyorlar; hatta garbın ilmi ve fenni keşiflerini, ancak kendi aleyhlerine binlerce defa kullanmalarından sonra, benimsemek zahmetine katlanmaya razı olabiliyorlar.”

.

“Bu yer insanlarının ne deniz hakkında esaslı bir bilgileri, ne de deniz seyr-ü seferi üzerinde bir maharetleri kalmış.”

.

“Ticarete ise hiç akıl erdiremiyorlar.

Bütün temennileri, çalışkan ve becerikli Avrupalıların yurtlarına gelip yerleşmeleri ve kendilerine yardımda bulunmalarıdır. Bunlara tanıyacakları imtiyazlar sayesinde kendi keselerini de dolduracaklarını umuyorlar!”

.

“Bu derece geniş bir memleket sathı üzerinden geçtiğim halde, zengin ve müreffeh denebilecek bir şehir olarak yalnız İzmir'i bulabildim. Onu da Avrupalılar bu hale getirebilmişler.”

.

“Bu imparatorluk için halisane ve hakikat ifade edecek bir fikrimi ister misiniz?

Bu gidişle iki asıra kalmayacak, bu imparatorluk bazı fatihlerin muzafferiyet meydanı hale dönüşecek.”

İzmir, 02 Kasım 1711

.

O yıllarda ülkemizi ziyaret eden birinin gözünden Anadolu’nun hali ve kehanetinin gerçekleşmesi.

Ne acı…

.

Dedik ya “Zenginleşmek…”

“Ülkemizde bu nasıl gerçekleşmiş acaba?”

Bir sosyal medya yazısını sizlere sunuyorum.

.

Doç. Dr. Sait Yılmaz’ın yazısından özetleyerek aldığım bu yazıda bakalım ne bulacaksınız?

.

1914’deki Rum ve 1915’deki Ermeni tehciri ile Anadolu’daki belli başlı aileler yabancılardan kalan mülke kolay yoldan konmuşlardı.

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki özel sermaye; dönme ya da Selanik’den göç edenler (Bezmen, Titiz, Yalman vb.) tarafından oluşturuldu. Sonraları Türkiye'de öne çıkan büyük sermaye gruplarının bazılarının kökenleri Cumhuriyetin ilk yıllarına dek uzanmaktadır.

İş Bankası bu dönemde en hızlı gelişimi sergilemiş ve sonraki dönemlerde de büyümesini sürdürmüştü.

.

Bunun dışında Koç, Sabancı, Çukurova gibi büyük grupların kurucuları 1920’lerde iş dünyasında henüz ilk adımlarını atıyorlardı.

Vehbi Koç, kendi adına ilk şirketini kurup İstanbul’dan Ankara’ya mal getirip satmaya ve Ford, Mobil gibi firmaların temsilciliğini yapmaya başlarken; Hacı Ömer Sabancı, Adana’da pamuk ticareti ile uğraşmaktaydı. Yaşar grubunun kurucusu Durmuş Yaşar 1927 yılında Rodos’tan İzmir’e gelerek başladığı boya ve gemicilik malzemesi ticaretini sürdürüyordu.

Çukurova grubunun kurucuları Eliyeşil ve Karamehmet aileleri ise Tarsus bölgesinde büyük toprak sahipleriydi. Ancak, Çukurova grubu, 1887’de Rum azınlıklar tarafından kurulan bir iplik fabrikasını 1925 yılında ele geçirerek erken bir tarihte sanayici kimliği de kazanacaktı. Adana'da Fransız işgalinin 1921’de sona ermesinin ardından Ermeni Aristidis Simyonoğlu’nun bez fabrikası, Kayseri milletvekili Nuh Naci Yazgan tarafından (Kadir Has'ın babası) Nuri Has ve diğer iki ortakla beraber devralınarak Milli Mensucat Fabrikası’na dönüştürülmüştü.

.

Türkiye’deki Yahudi iş adamları arasında Üzeyir Garih, Jak Kamhi, İshak Alaton ve Bursa’da öldürülen ünlü tefeci Malki en çok tanınanlardır.

.

Cumhuriyetin başlarında bazı ithal malların satılmasında ve devlet ihalelerinde Yahudi ailelerin çok büyük avantajları olmuştu.

1954 yılında Galata’da Üzeyir Garih ile İshak Alaton’un beş bin lira sermaye ile kurdukları Alarko Holding’in bugünkü gücüne ulaşmasında, 1958’de dönemin başbakanı Adnan Menderes’in kendilerine Ankara’da kurulacak olan bir para matbaasının havalandırma tertibatının ihalesini vermesinin önemli rolü oldu.

.

Koç ve Sabancı’nın ismini duyulması İkinci Dünya Savaşı sonrasında başladı. Türkiye’de zengin kesimin oluşmasında en önemli etkenlerden biri hükümet ihaleleri olagelmiştir. Koç’un CHP iktidarı döneminde Numune Hastanesi ihalesini alması ilk örneği teşkil etmektedir.

1946 yılında ABD’den General Electrics ile anlaşarak Türkiye’de ampul fabrikasını kurması Koç ailesi için dönüm noktası oldu.

Koç, daha sonra Amerikalılarla traktör ve otomotiv işine girdi.

.

Sabancı ise 1950’lerde Demokrat Parti’nin zengin ettiği ailedir.

Sabancı, Koç’a göre daha milli projelerle çalışırken, yurt dışına özellikle otomotiv sektörü (Toyota vb.) ile açıldı. Aydın Doğan, Koç’un bayisi ve koruması altındadır.

.

Daha sonra Türkiye’ye Arap sermayesi (Karamehmet, Ercan Holding, Çiftçiler vb.) gelmeye başladı.

.

Savaşı izleyen yıllarda, özel girişimin öncülüğünde hızlı bir banka kurma çabası vardır.

Ziraat Bankası ve İş Bankası dışında kalan bankalar bu dönemde kuruldu. Yapı ve Kredi Bankası (1944), Garanti Bankası (1946), Akbank (1948)

“1949 yılında Sanayi ve Kalkınma Bankası’nın (TSKB) kurulması ile ABD istediği kişiye istediği kadar kredi vermek ve Türk ekonomisine yön vermek için vasıta edindi.”

.

1940’lı yıllarda atölye ölçeğinde imalata başlayan Akkök (iplik ve dokuma), Eczacıbaşı (ilaç ve seramik fincan), Yaşar (boya), Ülker (bisküvi) gibi gruplar, 1950'li yıllarda bu faaliyetlerini fabrika ölçeğine taşıdılar.

.

Erdoğan Demirören, Beyoğlu’ndaki Rum menkullerini ele geçirenlerin başında idi. Bundan sonra iktidarla işbirliği yapan aileler İnönü ve Menderes zamanında ihaleler alarak zengin oldular.

.

Toprak, Zorlu, Ciner, Çalık, İhlas gibi gruplar 1980 sonrasında büyümüştü.

.

2001 yılına gelindiğinde, İMKB’de işlem gören şirketlerin toplam sermayesinin yüzde 57’si, 5 büyük gruba ait 55 şirketin elindeydi.

.

1980’lerden itibaren, özellikle Anadolu kentlerinde büyüme arzusundaki sermayeler için açık olan bir yol, ‘İslami sermaye’ denilen kesim içinde yer almak biçiminde ortaya çıktı.

Anadolu Finans, İhlas Finans, Asya-Finans gibi kuruluşlar ve Al Baraka, Faysal Finans, Kuveyt Evkaf gibi Arap sermayeli firmalar bulunmaktaydı.

.

Kemal Derviş, 2001’de IMF’den aldığı 40 milyar doları batacak bankalara verdi.

2003 yılından sonra ‘özelleştirme’ adı altında cumhuriyetin 80 yıllık kazanımlarının küresel sermayeye satılması, ‘Levanten burjuvazi’ ve bir kısım ‘sonradan görme’ varlık sahiplerinin şirketlerini, bankalarını, arazi, mesken ve arsalarını yabancılara satmaları ile Türkiye’deki sermaye hareketleri içinde doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının payı hızla arttı.

.

Borç niteliğinde Türkiye’ye gelen yabancı sermaye 2003’ten sonra rekor düzeyde yükseldi.

Bugün Türkiye’de 15.000 Avrupalı yatırımcı şirket bulunmakta ve borsanın %60’ı yabancıların elindedir.

.

Özelleştirmeler ile sadece milli sermaye değil, egemenliğe de darbe vuruldu.

Pek çok fabrika Türkiye’de gibi gözükse de mülkiyeti yabancılara aitti.

Doç. Dr. Sait Yılmaz