AYI RÜSTEM

Havalar sıcak gidiyor.

Bizim insanımız sıcakta çay sever ancak bu kadar sıcakta da değil tabi.

Bizim çay satışları düştü.

Evvelden günde 6-7 bardak çay içen tiryakiler bile 1 çayı zor içiyor.

Biraz soğuk ayran satışları arttı ama bize faydası yok.

.

Çay içilmeyince bizim gelirler de düştü tabi.

“Ne yapsam, ne etsem?” diye düşünüp dolaşıp duruyorum etrafta.

.

Annem benim böylesine düşünceli olduğumu fark edince sordu haliyle; “Ne oldu oğul, bir derdin mi var?” diye.

“Yok anne” dedim, “çay satışları düştü, gelir azaldı. Bir şeyler yapmam lazım” dedim.

Annem yüzümü okşayarak, “Kolayı var oğul” dedi “Allah bizlere akıl ve güç vermiş. ‘Sen derdini söyle ki derman bulasın’ demiş.”

“Ne o anne aklından bir şeyler mi geçiyor yoksa?”

“Elbette oğul, kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş. Bak şimdi, bizim kahvenin önünde kocaman asma var ya?”

“Eee?”

“Sen git onun üzerindeki korukları topla gel bakalım…”

“Ne yapacaksın ki?”

“Sen topla gel hele…”

.

Gittim dört poşet koruk getirdim.

Annem mutfaktaki masanın başına oturdu.

Korukları güzelce yıkandıktan sonra saplarından ayıkladı ve bir tencereye koydu.

Üzerini bir parmak geçecek kadar su koyduktan sonra ocakta yarım saat pişirdi.

.

Sonra bir tencerenin üzerine tülbent koyulmuş süzgeç ile pişmiş korukları süzerek suyunu çıkardı.

Süzülen koruk suyuna toz şeker ekledi ve üç saat kadar pişirdi. Tüm bunları yaparken nedense hep tahta kaşık kullandı.

Üç saatin ardından kaynayan koruk suyuna ıtır otu ekledi (halk arasında Hindişah denirmiş) ve 20 dakika kadar daha kaynattı.

“Aman anne” dedim, “ne zahmetli işmiş bu?”

Annem yüzüme baktı, “Hayatta kolay şey var mı oğul, sen para kazanacaksın. Azıcık ta zahmeti olsun değil mi?” diyerek dersimi vermiş oldu.

“Peki” dedim, “şimdi ne olacak?”

“Bu sabaha kadar soğuyacak, sonrasında buzdolabına koyacaksın. Sabah kahvede duvara ‘Taze koruk suyu bulunur’ diye kâğıt as. İsteyene bir su bardağının çeyrek kısmına bu koruk suyundan koy, diğer tarafına da soğuk su ilave et. Sonra bardağı karıştırarak köpürt ve servis et. İstersek daha sonra içine limon veya farklı meyvelerden, baharatlardan da ilave yaparız. Şimdilik böyle sat bakalım, satışlar nasıl gidecek? Olmazsa değişiklik yaparız…”

“Peki anne kaça satacağım bunu?”

“Koruklar şimdilik bedavaya geldi. Ama ileride çok satış olur da, korukları pazardan almaya kalkarsan maliyeti artacak. O sebeple sen hepsini hesap et, öyle belirle fiyatını.”

“Anne şu anda sahile gidip koruk suyu içsen 70-80 liradan aşağıya içemezsin. Ama bizim kahvede bu paraya kimse koruk suyu içmez. Ancak şartlar da malum. Ben bardağını 20 liraya satsam sanki iyi gelecek.”

.

Ertesi günü koskocaman yazılarla, “Buz Gibi Koruk Suyu 20 lira” yazıp duvara astım.

.

Kimisi dedi, “Yahu 20 lira çok fazla”,

Kimisi de, “Aşağıda bile 60 liraya satıyorlar, 20 lira sudan ucuz.”

Sonuçta ben satışa başladım.

.

Önceleri pek seyrek giden satışlar, öğleden sonra havanın iyice ısınması ile arttı.

Hatta daha saat beş olmadan tükendi.

O saatten sonra gelenlere “Bitti” demek zorunda kaldım.

Meğer mal satarken, “Bitti” demek, o mala olan talebi artırıyormuş.

Ben bitti dedikçe, “Azıcık ta olsa yok mu?” diyerek yalvaranlar oldu.

Ben ertesi günü için, “Daha fazla yapalım” dedim anneme.

Annem, “Hayır oğul, senin koruk suyu saat beşte bitecek ve o saatten sonra gelenler içemeyecek. Böylece insanlar ‘O kadar güzel koruk suyu yapıyorlar ki, saat beşten sonra kalmıyor’ şeklinde konuşacaklar. Bu söz büyüyecek, büyüyecek ve dağlara ulaşacak. Emirgan’dan bile koruk suyu içmeye gelecekler” dedi.

.

Hakikaten de annemin dediği oldu.

İnsanlar sabahın köründe kuyruk olmaya başladı kahvenin önünde.

Biz koruk suyu satmaktan, çay isteyenlere bakamıyorduk.

.

Mahalle dışından koruk suyu için gelenler aralarında konuşuyorlardı duyuyordum;

“Ben böylesine güzel koruk suyu içmedim, şifa olsun…”

“Bunu internetten pazarlamak lazım ki vatandaş faydalansın…”

“Yarın kap getireceğim, çocuklara da götürmek istiyorum…”

“Dün içtim nezlem geçti ayol, nasıl bişi bu?”

.

Böylece bizim koruk suyu daha öğlen olmadan bitmeye başladı.

Mecburen işi büyüttük.

Yanımda çalışan kız sürekli bardak yıkıyor, ufaklık servis yapıyor, ben de bir yandan onlara yardım ediyorum, bir yandan da kasaya bakıyorum.

Öğleden sonra hemen gidip koruk alıyorum ve doğru anneme getiriyorum.

Annem ertesi günü için koruk suyunu yapıyor. Hatta komşu Nezahat teyzeyi de yanına yardımcı aldı.

.

Anlayacağınız işler tıkır tıkır gidiyor.

.

Annem koruk zamanı geçtiğinde işlerin duracağını ön gördüğünden, gereğinden fazla koruk alarak buzdolabına stok yapmaya başladık.

Bizim dolap yetmedi Nezahat teyzenin dolabı da doldurduk.

Bu işler için o almak istemese bile Nezahat teyzeye üç-beş veriyordu annem tabi.

.

Ben çaydan fazla koruk suyu satmaya başlamıştım.

Su gibi para kazanıyordum.

Ama bir gün geldi…

Gelmez olaydı.

Hani “Olmayınca garibin işi, muhallebi yerken kırılır dişi” derler ya, işte öyle de oldu.

“Neyse, gerisini de haftaya anlatayım. Sağlıcakla kalın…”

 

YANİ?

Bugün cumartesi olması hasebiyle sizlere geçenlerde sosyal medyadan bulduğum bir fıkrayı paylaşmak istedim.

.

Tüm haftanın stresi, havaların sıcak olmasıyla düşen enerjinize biraz renk katmak için gülün istedim.

.

Buyurun eğlenin.

.

Fırtına apansız bastırınca, koca gemi bir anda denizin dibini boylamış.

Adam, ıssız bir adanın sahilinde gözlerini açmış.

Ne gelen varmış, ne giden...

Ne araç varmış, ne gereç...

İstersen muz ve Hindistan cevizi, istemezsen muz ve Hindistan cevizi...

.

Hayatı boyunca evi dışında beş yıldızlı otellerden başka yere adımını atmadığından, bir süre ne yapacağını bilememiş haliyle...

Dört ay boyunca muz yiyip, Hindistan cevizi suyu içmiş.

Geçmişte kalan o güzel günleri düşünerek gözlerini denize dikip, kendisini kurtaracak gemiyi bin umutla beklemeye koyulmuş...

.

Bir gün sahilde uzanmış yatarken, gözünün ucunda bir hareket hissetmiş.

O da ne?

Bir sandal kendisine doğru yaklaşıyor ve kürekte o güne dek gördüğü en müthiş kadın, inanamamış tabi.

Karaya çıkınca merakla sormuş hemen;

“Nereden geliyorsun?” diye haykırmış ve eklemiş; “Buraya nasıl geldin?”

“Adanın öteki tarafından...” demiş kadın, “Gemi batınca oraya çıktım.”

“Ne şans, benden başka kimsenin kurtulduğunu sanmıyordum. Kaç kişisiniz?”

“Başka kimse yok, sadece ben varım... Sandal da gemiden değil. Gemiden çöp yok...”

Adamın aklı karışmış;

“O halde sandalı nereden buldun?”

“Basit” demiş kadın.

“Adada bulduğum malzemeyle yaptım...

Kürekler sakız ağacı... Zemini palmiye dallarından ördüm, yanlar okaliptüsten...”

“Ama… Ama bu imkansız, aletlerin yok nasıl becerdin?”

“Pek de sorun olmadı. Öteki tarafta bir alüvyon kaya oluşumu var. Fırında belli dereceye ısıtılınca islenebilir yumuşaklıkta demir elde ediliyor. Alet yapmak için kolayca kullandım... Boşveer bunları, haydi göster, nerede yaşıyorsun?”

Bön bir ifadeyle, aylardır sahilde yatıp kalktığını itiraf etmiş adam...

“Öyleyse bana gel benim yerime...” diyerek sandala binmişler ve kadın küreklere asarak ayrılmışlar sahilden.

Bir kaç dakika sonra küçücük bir iskeleye yanaşmışlar...

Adam sahile şöyle bir göz atınca, gördükleri karşısında az daha sandaldan düşüyormuş.

Mavi beyaz boyalı kulübeyle, iskele arasına taş döşeli yürüme yolu bile yapılmıştı!

Eve girerlerken kadın omuzlarını silkmiş,

“Pek rahat sayılmaz ama ben yine de ev diyorum işte... Otur lütfen, bir şey içer misin?”

“Hayır, hayır teşekkürler...” demiş adam.

Şaşkınlığını hala üzerinden atamamış bir şekilde, “Daha fazla Hindistan cevizi suyu içemeyeceğim artık... Tahammülüm kalmadı...”

“Hindistan cevizi suyu değil ki... İmbiğim var, Pink Colado’ya ne dersin?”

Adam hayretini gizlemeye çalışarak ikramı kabul etmiş.

Kanepeye oturarak sohbete dalmışlar ve ikisi de birbirlerinin hayat hikâyesini dinledikten sonra kadın, “Üzerime rahat bir şey giyeceğim” diyerek ayağa kalktıktan sonra, “Duş yapıp tıraş olmak ister misin? Üst kattaki banyo dolabında jilet de var.”

Adam artık olayı sorgulamaktan tamamen vazgeçmiş vaziyette banyoya girmiş, dolapta kemik bir sapın içine sıkıştırılmış oynak mekanizmalı iki deniz kabuğundan yapılma ustura onu bekliyormuş...

“Bu kadın inanılmaz!” diye hayretle mırıldanmış ve kendi kendine sormuş: “Bakalım bundan sonra ne var?”

Döndüğünde kadın onu gardenya kokuları içinde karşılayarak yanına oturmasını istemiş ve yavaşça ona sokularak fısıldamış:

“Söyle bana yakışıklı, ikimiz de uzun süredir bu adadayız... Çok yalnız olmalısın, eminim şu anda yapmak için kıvrandığın bir şey var... Hani burada tek başına geçirdiğin aylar boyunca en çok yapmak istediğin... Anlıyorsun değil mi? Ne istersen yapabilirsin...”

Diyerek adamın gözlerinin içine bakarak cevabı beklemeye başlamış.

Adam duyduklarına inanamamış bir halde heyecanlanarak, “Yani...” demiş, “Buradan e-mailimi kontrol edebilir miyimmm?”