3 gün tatil sebebi ile vatandaş arabasına atladığı gibi düşmüş yollara.

.

Nereden mi biliyorum?

.

Bozcaada gidiş kuyruk,

Gökçeada gidiş kuyruk,

Kapıkule gidiş kuyruk,

İpsala gidiş kuyruk,

Midilli gidiş kuyruk.

Anlayacağınız her yer kuyruk oğlu kuyruk.

.

Hani para yoktu?

Hani benzin pahalıydı?

Hani?

Hani?

Hani?

.

Bizi gören Mehmet Şimşek bastırıyor da bastırıyor.

Veriyor coşkuyu; “Alın bunlardan vergiyi” diyerek haklı olarak ateş açıyor bize.

Siz de “İtibardan tasarruf etmiyorlar” diyerek ağlaşıyorsunuz.

.

Siz ne yapıyorsunuz?

“Eğlenceden tasarruf olmaz” diyerek dağıtıyorsunuz parayı.

.

Kusura bakmayın kimse ağlamasın.

.

Bugün çileyi çeken sadece emekliler ve asgari ücretli işçiler.

O da tek maaşı olup (kök maaşlı), evi barkı olmayanlar.

Samimi söylüyorum herkesin işleri tıkırında.

.

Sorun etrafınıza, en düşük memur maaşı kaç para?

Öğretmen,

Subay, astsubay,

Sorun sorun…

.

Hele çift maaş eve giriyorsa?

Varın siz hesap edin.

.

İşte o kuyruk, bu kuyruk.

.

Sonra da biz çıkıp “Kriz var!” diyerek bağırıyoruz.

Ne krizi, kuyruk var, kuyruk…

.

Bu arada tatil belde ve merkezlerindeki esnaf ağlamaya başlamış;

“Neden bu hale geldik?” diye.

“Müşteri yok” söylemiyle de haberlere konu oluyorlar.

.

Eh be kardeşim, “Dondurmanın topunu 75 liradan başlayıp, 350 liraya kadar bir fiyat aralığında çekerseniz sinek avlarsınız tabi.”

.

“Şezlongun tanesine 400 lira alır, saatlik otoparka 800 lira isterseniz olacağı bu.

.

Daha ne bekliyordunuz ki?

.

Bakın Cunda Adası esnafı isyan etmiş:

“Biz Cunda’da sinek avlıyoruz; millet milli sermayeyi bizim değil Yunanların cebine dolduruyor.”

.

Birisi Bozcaada için Ekşi sözlükte yazmıştı:

“Yıllardır adaya gelir giderim son 3-4 yılda artık mızrak çuvala girmiyor. İnanılmaz bir paragözlük, hesapta geçirmeyi bir kenara bıraktım daha otururken ‘Kalksalar hesabı ödeyip de yeni masa gelse’ ruh hali... Hizmette, mutfakta kalite düşerken yükselen hesap... Ada’yı ada yapan ‘Nezaket, saygı hoşgörü’ zaten sizlere ömür.

… Anlayacağınız Bozcaada da bitiyor. Yok oluyor…”

.

Bir haber daha;

“Türkiye’deki tatil yerlerinde turizm sektörü fahiş fiyatlar nedeniyle büyük sekteye uğradı. Yüksek fiyat dolasıyla tatilciler Bodrum gibi turistik yerleri tercih etmeyince plajlar boş kaldı.”

.

Başka haber:

Turizmde Enflasyon Darbesi: Alanya

Esnafı Kan Ağlıyor

Gelecek Partisi Alanya Teşkilat Başkanı Yıldız Serdaroğlu şöyle açıklama yapmış;

“Serdaroğlu, Yüksek enflasyon nedeniyle turizm beldelerinde fiyatlar artıyor ve bu durum turistleri olumsuz etkiliyor. Özellikle Alanya, bu pahalılıktan en çok etkilenen yerlerden biri oldu. Esnaf kan ağlıyor, çünkü gelen turistler yüksek fiyatlar yüzünden alışveriş yapmaktan çekiniyor. Her şey dahil sisteminin yaygınlaşmasıyla turistler otellerinden çıkmıyor, alışveriş için güvenli buldukları AVM’lere yöneliyorlar. Bu da yerel esnafı ciddi anlamda zorluyor.”

.

Buna benzer birçok örnek haberi bulabilirim.

Sonuç olarak “Pahalı hizmetten dolayı yerli ve yabancı turistin gelmemesi sorunu var ortada…”

.

Yunanistan başta olmak üzere, yabancı ülkelere gidilmesinin tek sebebi; bizim fiyatlara göre yarı yarıya daha ucuz olmaları.

.

Bizzat yaşadığımdan biliyorum.

Günübirlik gittiğimiz Yunan sahil kasabasında 4 kişi 47 avro vererek karnımızı doyurduk.

Hem de kalamarlı, sardalyalı filan.

Euronun 35 lira gibi uçuş modunda olduğunu kabul edersek, varın siz hesap edin.

.

Bugün ülkemizde; bu paraya, herhangi bir turizm merkezinde bu yemeği yeme şansınız “Sıfır…”

.

Peki ne olacak?

.

Öncelikle turizme hizmet eden esnaf ve işletmeler, “Enflasyonu bahane ederek” fahiş fiyat uygulamasına son verecekler.

Köyde 10 lira olan domatesin burada 50 liraya satılmasını belediye zabıtaları önleyecek.

.

Şezlonguna, şemsiyesine, yemeğine, otoparkına karışacak olan belediye, azgın fiyatlar karşısında en sert uygulamalarla önlem alacak.

.

İktidarımız ise yurtdışı çıkış harcını 1500 lira yapınca, yurtdışındaki bu harcamaları önleyeceğini zannediyor.

Nasıl çözüm ama?

Böylece vatandaş yerele yönelecek öyle mi?

.

22 senedir ülke yönetenlerin aklına gelen çözüme bakar mısınız?

İlkokul seviyesindeki bu çözümü nasıl ve nerden buluyorlar hayret!

 

ÖNEMLİ OLAN!

Hayatı kısaca anlatan öğütler olarak algılayın.

İşte size bir sosyal medya öğüdü:

“Hazır olun ya da olmayın, bir gün sona geleceksiniz.”

“O gün geldiğinde zenginliğiniz, hıncınız kininiz, öfkeleriniz, hayal kırıklarınız, umutlarınız, tutkularınız, planlarınız ve yapmak istediklerinizin hiçbir önemi kalmayacak!”

.

Öyleyse önemli olan nedir?

 Yaşadığımız günlerin değeri neyle ölçülür?

.

“Önemli olan, ne aldığınız değil, ne verdiğinizdir.”

“Önemli olan, öğrendikleriniz değil, öğrettiklerinizdir.”

“Önemli olan, doğruluk, dürüstlük, merhamet, fedakârlık ve cesaretle atmış olduğumuz her adımla, başka yaşamları zenginleştirmiş olmanızdır.”

“Önemli olan, yetenekleriniz değil, karakterinizdir.”

“Önemli olan, diğer insanları yüreklendiren, onların sizi takip etmesini sağlayan örnek bir insan olmaktır.”

“Önemli olan kaç kişi tanıdığınız değil, siz gittiğinizde ebedi bir yoksunluk hissedecek olan insanların sayısıdır.”

“Önemli olan, hatıralarınız değil, sizi sevenlerin kalbinde yaşayacak olan hatıralarınızdır.”

“Önemli olan, ne kadar uzun süre hatırlanacağınız değil, kimler tarafından ne şekilde hatırlanacağınızdır.”

.

Önemli bir hayat yaşamak rastlantıyla olmaz.

Önemli olan, koşullar değil, seçimlerinizdir.

Önemli bir hayat yaşamayı seçin...!

 

 

MİSKET

1930’da Macar bir mucit, bir su birikintisinde misketlerle oynayan çocukları gözlemledi ve “Misketlerin arkalarında su izi bıraktığını” fark etti.

.

Fikir şöyleydi:

“Neden yazmak için top şeklinde metal uç kullanmıyoruz?”

.

László József Biro, fikrini kimyager olan kardeşi György ile paylaştı ve birlikte bu konsepte dayalı yeni bir kalem türü yaratmak için araştırmaya ve denemelere başladılar.

.

Sonunda mükemmel kombinasyonu buldular:

Viskoz bir mürekkep, mürekkebin kurumasını önleyen ve akışını kontrol eden, serbestçe dönen küçük bir bilyeli bir uç.

.

Buluşlarını 1931’de Budapeşte Uluslararası Fuarı’nda sundular.

1938’de patentini aldılar.

.

Ancak hemen pazarlayamadılar.

2. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Arjantin’e göç eden kardeşler, burada bir garajda şirket kurdular.

.

Başlangıçta ürünün yüksek maliyeti nedeniyle başarısız olsalar da, İngiliz Hava Kuvvetleri ile bir sözleşme imzalamalarıyla beraber popülerlikleri iyice arttı.

.

1943’te buluşlarının lisansını ABD’deki “Eversharp Faber” e 2 milyon dolara verdiler.

.

1950 yılında “Marcel Bich” hakları aldı ve bir reklam uzmanının tavsiyesi üzerine soyadındaki “H” harfini çıkararak “BIC Group” şirketini kurdu.

O yıl, şimdiye kadar yaratılmış en mükemmel tasarımlardan biri olan ve dünya çapında her gün 20 milyondan fazla satılan ilk “BIC Cristal” i piyasaya sürdüler.

.

1953 yılından bu yana “100 milyardan fazla” BIC Cristal üretildi ve bu da onu tüm zamanların en çok satan kalemi haline getirdi.