AYI RÜSTEM

Geçen hafta anlatmıştım.

Artık evde koruk suyu yapıp satıyordum.

Ama ne satma.

Sabahın köründe başlayan koruk suyu kuyruğu, öğle üzeri bitiyordu.

.

Ama demiştim ‘İlla bir terslik olacak’ diye.

.

Mahallenin ilkokul öğretmeni Arzu Hanım geldi.

“Rüstem bey” dedi, “Biz cumartesi günü yıl sonu etkinliği yapacağız ancak ikram için ayıracağımız bütçemiz yok. Kurabiyeleri pastacı Bahattin amca verecek, acaba size rica etsem bize etkinlik sırasında gelip 100 kişilik koruk suyu dağıtabilir misiniz?”

.

“Olur” dedim hiç düşünmeden, “Okumamış bir insan evladı olarak çocukların etkinliğinde benim de bir katkım olsun isterim elbet. Hatta 100 değil, 150 bardak dağıtırım, siz hiç merak etmeyin o iş bende” diyerek söz verdim.

.

Ben hemen Kahvenin üzerindeki evimizde koruk sularını yapan anneme gittim, “Anne ilkokulun yılsonu etkinliği varmış, Hocanım geldi rica etti. 100 bardak koruk suyu istedi, ben ‘150 olsun’ dedim. Hemen malzemeleri ayarlayalım, hazır olsun…”

Annem, “Ah benim yufka yürekli oğlum, ne güzel demişsin. Keşke 200 bardak diyeydin. Bu eğitim işi, sevaptır evladım.” diyerek bana sarılıp öptü tombul yanaklarımdan.

.

Cumartesi geldi çattı.

Biz tüm hazırlıklarımızı yaptık.

İlkokulun bahçesine tezgâhımızı kurduk.

O gün kahvede koruk suyu satmayacaktık.

Hatta bizim kız ile oğlan da okul bahçesinde bana yardıma geldiler.

Kahveyi gündüz pek iş olmadığından ocakçıya bıraktık.

.

Etkinlik başladı biz koruk suyunu dağıtmaya başladık. Bir yandan dağıtıyoruz, diğer yandan boşalan bardaklar arka taraftaki çeşmede yıkanıyor.

Yoksa 150 bardağı ben nereden bulacağım.

.

İçen bir daha geliyor.

Bizim koruk suyunu tanıyanlar okulun bahçesini doldurdular zaten.

Hava sıcak, buzlu koruk suyu ne güzel gidiyor ama.

.

Neyse etkinlik bitti.

Biz malzemelerimizi topladık kahveye döndük.

.

Ertesi günü tarım bakanlığından iki kişi ve iki tane zabıta geldi.

“Dünkü etkinlikte koruk suyunu siz mi dağıttınız?” diye.

“Evet” dedim.

“İmalathaneyi görebilir miyiz?” dediler.

Dedim, “Hayırdır?”

“Dün ilkokulda dağıttığınız koruk suyundan birkaç kişi zehirlenmiş. Şikayet var, onun için…”

“Ne zehiri? Ne şikayeti?” diye sorsam da eve götürdüm kendilerini.

.

Adamlar koruk suyunu yaptığımız mutfağı gezdiler, baktılar, zabıt tuttular ve gittiler.

.

Ne olacaktı şimdi?

Ceza mı yiyecektik?

Hapse mi girecektik?

.

Bizim kahvenin müdavimlerinden Uzun Behçet amca var, kendisi tarımdan emekli.

Hemen o aklıma geldi, koştum yanına.

Durumu anlattım ve sordum “Ne olacak şimdi?”

“Evlat” diyerek söze başladı, “Türkiye’de evde yemek yaparak satış yapmak, belirli yasal gerekliliklere uyulduğu sürece yasaldır.” Korkulacak bir şey yok.

“Ama gereklilikler nedir?” diye ısrarla sordum.

Anlattı, “Bunlar, gıda güvenliği ve hijyen standartlarına uygunluk, gerekli sağlık ve işletme izinlerinin alınması, vergi kaydı ve gerekirse gıda etiketleme yönetmeliklerine uymayı içermektedir.”

“Haydaaa… Biz de bunların hiç biri yok” Diyerek korkuyla sordum tekrar, “Peki ne olacak?”

-“Zehirlenmenin koruk suyundan olup olmadığı önce tespit edilecek. Eğer böyle bir şey varsa kanuni işlem yapılacak senin hakkında.”

-“Peki ya zehirli değilse?”

-“O zaman da usulsüz koruk suyu yapmaktan cezai işlem yapacaklar.”

-“Yani?

-“Yani para cezası keserler ve mutfağını mühürleyemeyeceklerine göre koruk suyu yapmaman konusunda imza alırlar. Tekerrürü halinde hukuki ceza başlar.”

-“Behçet amca ben ne yapacağım peki?”

-“Hemen Tarım İlçe Müdürlüğüne gidip başvuracaksın. Onların talep ettiği evrakları hazırlayacaksın. İmalat için yeterli şartları da yerine getirdin mi, mesele kalamayacak…”

.

İşte durum bu.

Şimdi doğru ilçe müdürlüğüne gidiyorum, bu arada da kulağım, zehirlenme raporundan gelecek haberde.

Bakalım ne olacak?

Size haftaya anlatırım.

 

KIZ ÇOCUKLARI

Sokaklarda gezerken küçücük kızların yaşlarına uygun olmayan kıyafetler giydiklerini, makyaj yaptıklarını, hatta botoks türü operasyonlar geçirdiklerini görüyorum.

.

Belki bana “Eski kafalı” diyebilirsiniz ancak ben içimden “Ne hale geldik?” demekten alamıyorum kendimi ve üzülüyorum.

.

Yahu yazıktır, günahtır.

Yapmayın.

Şu güzel yavrulara kıymayın.

Bırakın çocukluklarını yaşasınlar.

Eğlensinler, çoşsunlar.

Ama ergen olmak için bu kadar acele etmesinler.

.

Bazen işe gitmek için Sarıçay kenarındaki (Barbaros tarafı) yürüyüş yolunu kullanıyorum.

O küçücük çocuklarla ilgili gördüklerimi buradan yazmak istemiyorum ancak siz tahmin etmişsinizdir.

.

Bakın Aile danışmanı ne diyor bu konuda.

.

“Kızının küçük yaşında kadınsılığını uyarmak istemiyorsan bunları asla yapma.”

.

Neymiş bunlar?

.

Birincisi;

“Çocuğunun tırnaklarını asla uzatma ve oje sürmesine asla izin verme.”

.

İkincisi;

“Bedenini teşhir edecek şekilde elbiseler giymesine asla müsaade etme.

Yaşından büyük gösteren kıyafetler yerine daha yaşına uygun kıyafetler giymelerine özen göster.”

.

Üçüncüsü;

“Çocuğunun makyaj yapmasına asla izin verme. Kimyasal ürünleri çocuğunun cildine sürmesine izin verme.”

.

Dördüncüsü;

“Çocuğunun saçını boyamasına asla izin verme.”

.

“Bırakın çocuğunuz çocukluğunu yaşasın, aksi halde çok küçük yaşta çocuğunuzun kadınsılığını ve hormonlarını uyarmış olursunuz. Bu da çocuğunuzun küçük yaşta kendisini kadın gibi hissetmesini sağlar.”

.

Olay bu.

Lütfen çocuğunuz kimseyle aşık atmasın, kimseyle yarışa girmesin.

“O yapıyor, ben de yapayım” tarzı söylemlerine kulak asmayın.

Ona çocukluğunu yaşamasını ikna etmeye çalışın…

Onlar bizim geleceğimiz çünkü…

 

BALIK YASAĞI

Bizim medyada çıktı haber.

“Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Ayaz, iklim değişikliğine dikkat çekerek denizlerde sezon yerine türe göre av kısıtlaması yapılması gerektiğini dile getirdi.” Şeklinde bir açıklama yaptı.

.

Çanakkale’de çıkın Kordona ve önünüze gelene sorun; “Balık avı bir müddet yasaklansın mı?” diye

Yüzde yüzü “Evet” diyecektir.

.

Ulusal medyada çıkan bir haberde Yunanistan için şu ifadeler kullanılmıştı;

“… Yunanistan’da balıkçılık iyi yönetiliyor, balıkçılığa kapalı alanlar oluşturuluyor, hangi ağın nerede kullanılacağı belli, kaçak ve yasadışı avcılık yapılmıyor ve bizdeki gibi yarı-profesyonel balıkçılar orada yok.”

.

Peki biz niye yapamıyoruz?

.

Devam ediyor anlatım:

“… Yunanistan’da avlanmada derinlik sınırı 40 metre. Yani bundan daha az bir derinlikte av yapılması yasak. Bu da hem balıkların üremesi açısından çok önemli olan derinliklerde av yapılmaması hem de deniz canlıları için hayati önem taşıyan deniz çayırlarının ve diğer üreme alanlarının korunması anlamına geliyor.”

.

Peki bizde nasılmış?

.

“… Bizdeyse bu derinlik iki yıl önce ancak 18 metreden 24 metreye, o da sivil toplum kuruluşlarının çabasıyla, ‘kavga dövüş’ çıkarıldı. O zaman dahi balıkçılarımız buna ‘Biz yakalamayalım da Yunanistan’a mı kaçsın balık’ diye tepki göstermişti.”

.

Ve ne oldu biliyor musunuz?

Balık Yunanistan’a kaçtı.

Bugün sardalye yiyorsak, Yunanistan’dan geliyor.

.

Ve oralarda balık, kalamar o kadar bol ki, gittik gördük neredeyse ekmek parasına yedik hepsinden.

.

Ey devleti yönetenler!

Prof. Dr. Adnan Ayaz’a kulak verelim ve bizlere bilimsel yoldan tane tane olayı anlatan hocanın dediklerini yapalım.

.

Yoksa mı?

Balık yerine tavuk yemek zorunda kalacağız…