Sıcakları bastırdığı bu günlerde turizme hizmet veren şirketlerin tam da para kazanması gerekirken, aşırı fiyatlar yüzünden çoğu boş kaldı.

.

Neden böyle oldu acaba?

.

Denetimsiz sebze, meyve ve et, tavuk fiyatları yüzünden lüzumsuz fiyat artışları yaşandı.

Ülke iktidarının beceriksiz politikaları yüzünden bu hallere düştük.

.

Hizmet verenler de fırsatı değerlendirme umuduyla bastırdılar fiyatlara.

Sonuçta her yer boş kaldı.

.

Nihayetinde iki bardak nar suyu 1200 lira gibi bir rakama satıldı.

Saatlik otoparklara 800 lira istendi.

Bir tabak kalamara 500 lira yazıldı.

.

Tüm bu yaşananların ardından yerli turist Yunanistan’a kaçtı.

En küçük sebebi 4 kişi tıka basa 50 Euro’ya yemek yiyebiliyordu.

.

Turizm sezonunu bayramlarla erken açan Türkiye, sezonun ortası sayılan temmuz ayında dolulukta geçen yılın gerisinde kaldı. “Turizm merkezlerinin geçen yıla göre ortalama yüzde 30 geride olduğunu” kaydeden temsilciler, yüksek fiyatların son dakikada turisti de geri döndürdüğünü belirtiyorlar.

.

Ayvalık’ta da hissedilen bu krizin ardından Ayvalık Ticaret Odası, son aylarda “Midilli’ye geçişlerde anormal artışın sebebini anlamak için” anket çalışması başlatmış.

.

“Neden gidiyorsunuz?”

.

Ayvalık Deniz Hudut Kapısı’nda Yunanistan’a geçen vatandaşlara “Seyahat amaçlarını, tercih sebeplerini, konaklama gün sayısını, geçişler sırasında Ayvalık konaklaması yapıp yapmadıklarını ve verilen hizmetler ile ilgili şikayet ve önerilerini” belirlemek üzere anket çalışması yapıyormuş.

Sonuçlar belli olunca paylaşılacakmış.

.

Tüm Restoranlar ve Turizmciler Derneği Başkanı Ramazan Bingöl durumu şöyle açıklamış;

“Çeşme ya da Bodrum’un en lüks restoranında örneğin lahmacunu 800'e satılıyor. Bunu gören X restoran da ‘Madem orada lahmacun 800’e satılıyor’ diyerek 600 lira fiyat yazıyor. Bunu gören müşteri de tepki koyuyor. Adam haklı, enayi değil. O parayı sana neden versin? Diğer yer bir marka oluşturmuş. Hizmeti farklı, alıcısı farklı. Sen daha marka olmadan böyle fiyat yazarsan tepki görürsün… Turizm beldelerinde müşteri trafiği yüzde 50 düştü. Fiyatları yüzde 10-20 indirdiler. Özellikle 100 liralık lahmacunu 600’e satmaya kalkanlar, 50 liralık böreğe 250 lira isteyenler fiyatını daha da çekecek…”

.

Bu seneye “Rekor kıracağız” şeklindeki umutlarla başlayan turizmciler, yaşadıkları karşısında bırakın kar etmeyi, zarar etmemek için çabalıyorlar.

.

Bir vatandaş tüm bunlarla ilgili görüşlerini sosyal medyada paylaşmış;

“Otelciden acenteciye, taksiciden lokantacıya, esnaftan rehbere, müzeden helacıya turisti kazıklamayan yok. Yerli veya yabancı turist artık uyandı. Daha bunlar iyi günlerimiz…”

.

Katılır mısınız bilmem ancak, her yerin boş kalmasının da bir sebebi var elbet…

.

Bu arada ülkemizdeki pahalılığa bir çözüm bulamayan ve yerli turistin yurt dışına kaçmasının önüne geçemeyen iktidar, “Pahalılığı indiremiyorum, bari dışarı gidenlerden para alayım” refleksi ile yurtdışı çıkış harcını 500 lira yapıverdi.

.

Çanakkale’den Yunanistan’a 35 Euro’ya Günlük Tur düzenleniyor.

14 Euro da çıkış harcı alınıyor.

.

Biz bunlarla uğraşırken İspanya’da halk “Turist gelmesin” diyerek sokaklara dökülüyormuş.

Habere göre;

“Turizm karşıtı 10 binlerce aktivist, bu yıl Barselona’da ve Palma de Mallorca, Malaga ve Kanarya Adaları gibi popüler tatil yerlerinde bir dizi protesto düzenlemeye devam ediyor…”

.

Sebep mi?

“Turistler, konut maliyetlerini artırıyormuş ve bölge sakinlerinin şehir merkezlerinde yaşamasını engelliyormuş…”

.

Bozcaada’da bir top dondurmanın 75 liraya satıldığını düşününce adamlara hak vermedim değil.

 

ARABALI VAPUR

Eski adıyla “Arabalı Vapur”, yeni ve havalı adıyla “Feribot” olan gemilerin boğazımızda, kuğu gibi süzülerek gidip gelmesini çay içerek seyretmişliğiniz vardır.

Hatta birçok defa içinde seyahat etmişliğiniz de…

.

Geçenlerde aklıma geldi, “Acaba” dedim, “İlk defa ne zaman kullanıldı?”

.

Eskiden olsa bu bilgiye ulaşmak oldukça zordu belki ama şimdi İnternet var.

Yazıyorsun “Şakkadanak” çıkıyor karşına istediğin bilgi.

.

Bu vapurların ilk defa Türkiye’de yapıldığına dair bir bilgiye rastladım ve “Yok artık!” deyiverdim.

Bu bilgi doğru muydu acaba?

Öyle ya daha derin araştırma yapmam lazımdı, zira “Madara” olabilirdim.

.

En sağlam kaynak olarak önüme çıkan Anadolu Ajansının haberi vardı.

Şöyle yazıyordu;

“Osmanlı arşivlerinde yer alan ulaşımla ilgili bilgilere göre oluşturulan dosya, Şirket-i Hayriye Genel Müdürü Giritli Hüseyin Haki Bey tarafından tasarlanan ve ‘Dünyanın ilk arabalı vapuru’ olduğu belirtilen ‘Suhulet’in, İstanbul’da kullanıldığını ortaya koydu.”

.

Sadece kullanılmamış, ilk defa biz yaptırmışız.

.

“… Şirket-i Hayriye Genel Müdürü Giritli Hüseyin Haki Bey sürekli yenilikler ve hizmet kalitesini artırma peşinde koşmuş.

Vapurun prototipini bizzat kendisi çizmiş ve İngiltere’de bir tersaneye sipariş etmiş. Bunun özelliği iki tarafından yolcu alabilmesi. Bir taraftan araç girebilecek, diğer taraftan çıkabilecek şekilde simetrik, iki tarafında kapakları olan bir özel bir sistemmiş.”

.

Böylece ilk araba vapurumuz “Kolaylık” manasına gelen “Suhulet” olmuş.

Bu vapur, 1872’de Üsküdar-Kabataş arasında hizmete girmiş.

.

Bu bilginin yanında başka bir şey daha vardı.

Aynı habere göre “İlk toplu taşıma ‘Omnibüs’ ile sağlanmış…”

Bilgiye göre; “Osmanlı’da ilk toplu taşıma, 1870’te Üsküdar ve Suriçi arasında yapılmış…”

.

“… Omnibüs adı verilen ve bugünkü dolmuşları andıran büyük faytonlarla toplu taşımacılık yapılmış.

Omnibüslerin ihtiyacı tam karşılamaması nedeniyle 1871’de atlı tramvaylar devreye sokulmuş.

Devlet tarafından hızla yaygınlaştırılan atlı tramvaylar ilk defa Azapkapı-Karaköy-Beşiktaş arasında hizmet vermiş.

Halkın yoğun ilgi göstermesiyle hat sayısı artırılan ve zamanla Ortaköy’e kadar uzatılan hatta 430 at ve 45 tramvayla toplu ulaşım hizmeti verilmiş.

Zeminin düzlüğü nedeniyle konforlu seyahatlerin yapıldığı hatta iki katlı tramvaylar getirilmiş.

‘Imperial’ adı verilen tramvayın üst katında erkekler, alt katında kadınlar seyahat etmişler.

Balkan Savaşı nedeniyle atlı tramvay hizmeti veren ‘Dersaadet Tramvay Şirketi’nin bütün atları 30 bin altın karşılığında devlet tarafından satın alınıp, ordu hizmetinde kullanılmış.

Elinde hiç at kalmayan şirket, otomatik olarak devre dışı kalmış.

Aradan fazla bir zaman geçmeden 1913 ve 1914’te aynı hat üzerinden ilk defa elektrikli tramvay devreye sokulmuş.”

.

Ne kadar ilginç değil mi?

.

Bu kadar bilginin yanında hazır yeri gelmişken şu bilgi de belki size ilginç gelebilir.

.

Bu tramvaylar atlar la çekiliyormuş ya.

İşte oradan başlayalım.

.

Tramvaylar atlarla çekiliyordu ama bu atlar hiç mi yorulmuyordu?

.

İşte bu iş için Dingo’nun ahırı kullanılmış.

Zaten dilimize geçen deyim de buradan geliyor, “Dingo’nun ahırı” diye.

.

Olay şöyle anlatılmış;

“… Bu sözün geçmişi İstanbul’un 1869’lu yıllarına dayanıyor. O zamanlar İstanbul'da ulaşım için atlar kullanılırdı. Atlı tramvaylar normalde 2 atla çekilirken, dimdik Şişhane yokuşunu çıkabilmek için Azapkapı’dan takviye atlar gelirdi.”

.

Eh yani, o yokuşu o yükle çıkmak kolay değildi tabi.

.

“… Tramvayda 3 kişi görev yapardı. Bu takviye atlar, Taksim’de şimdilerde tramvay deposu olarak kullanılan bir ahırda bekletilirdi. Yokuş aşağı, yokuş yukarı sürekli yolcu taşıyan atlar, haliyle yoruluyordu. Dinlendikten sonra da tekrar Azapkapı’ya götürülürdü. Ahırı ise ‘Dingo’ adlı bir Rum vatandaş işletirdi.”

.

Bahsi geçen Dingo, bu ahırın sahibi olan Rum’muş meğer.

.

“… Gün boyu atların bulunduğu bu ahırda, giriş çıkış saatleri de belli olmazdı.”

.

“… Bu ahıra kimin gelip gittiği belli değilmiş. Kayıtları düzenli tutulmayan bu başıboş ahırda kargaşa ve kavgalar hiç bitmezmiş. Bu karmaşa nedeni ile bazen yorgun atlar dinlendirilmeden yeniden tramvaylara koşulurmuş.”

.

Neticede bu durum, gün boyu bir sürü atın girip çıkmasından dolayı “Burası Dingo’nun ahırı mı? Giren çıkan belli değil…” sözüne ilham kaynağı olmuş.