Buğday hasatlarının yoğunlaştığı temmuz ortalarında günde onlarca yangın çıkıyordu. Bugünlerde seyrelmiş olsa bile her gün yangın haberi izlemeye devam ediyoruz.
Çamın olduğu yerlerde yangını söndürmek de zor oluyor.
Bazı büyük yaşam kuşaklarında yangın sistemin bir parçasıdır. Yangın çıkma ihtimali çok yüksektir. Savan yaşam kuşağı ile Akdeniz yaşam kuşaklarında kurak periyod uzun olduğu için yangın kaçınılmazdır.
Öteden beri ormanlık alanlarda en önemli sorundur yangınlar. Önceki senelerde de Avusturalya’da, Kaliforniya’da hatta Sibirya’da milyonlarca dekar alan ve milyonlarca canlı türünün yaşam alanı yok olmuştu.
Bir zamanlar kültür ormanı oluşturmak, orman alanlarını endüstriyel amaçlarla kullanmak en önemli hedeflerdendi. Özellikle ağaçlandırma çalışmaları yurdun hemen her tarafında adeta seferberlik ilan edilerek uygulandı. Özellikle Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü alanlarda çalılıklar sökülerek çam dikildi. Bir yandan yeni ormanlar oluşturulurken, bir yandan da ormanın baş zararlısı olarak gösterilen keçi varlığı da ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Keçi sahiplerinin birçoğu çobanlığı bırakarak büyükşehirlerin varoşlarına eklendi.
Geçmişten günümüze orman yangınları incelendiğinde, keçi sayısındaki azalış ve dikim yoğunluğu arasında önemli bir ilişki göze çarpmaktadır. Çam dikiminin yoğun olduğu alanlarda keçi yetiştiriciliği tükenmiştir adeta.
Akdeniz iklim tipinin hüküm sürdüğü ülkemizde, doğal bitki örtüsünün önemli bir kısmı kısa boylu çalılardan oluşmaktadır. Daha üst bitki örtülerinin oluşumuna iklim koşulları izin vermemektedir. Daha varsıl iklim ve toprak isteği olan bitki türlerinin bu kuşakta hakim duruma geçmesi bilimsel olarak imkansızdır.
Ağaçlandırma çalışmalarında, yüzlerce türden oluşan maki bitki örtüsü sökülerek yerine tek bir tür, çam dikilmektedir. Birkaç metre boylanabilen çalılara ancak yeten toprak ve özellikle yağış miktarı çama yetmemektedir. Üstelik uzun kurak bir yaz sezonuna sahip bu coğrafyada çamın dökülen yaprakları, çürümemekte ve hızla yığılıp yangına hassas bir zemin oluşturmaktadır. Otsu türler de buna eklenince yangın için bir kıvılcım yeterli olmaktadır.
Orman yangınlarını önlemek için yapılan etkinlikler, uyarılar ve caydırıcı uygulamalar ne yazık ki orman yangınlarını azaltmamaktadır. Yanan alanlarda ise doğal bitki örtüsünün varlığını sürdürdüğü dikkati çekmektedir.
Binlerce yıldır keçiyle birlikte varlığını sürdüren maki bitki örtüsünün özellikleri doğru irdelense, sökülerek çama dönüştürülmesinin de bilimsel olarak imkânsız olduğu ortaya çıkacaktır.
Akdeniz iklim tipinin hüküm sürdüğü coğrafyalarda 100 milyon hektar alan kaplayan bu bitki örtüsü, birçok ülke tarafından orijinal doğal bitki örtüsü olarak kabul edilmektedir. Ancak ülkemizde ne yazık ki bozuk orman alanı olduğuna dair kanaat daha yaygındır. Kültür ormanı oluşturma çalışmaları da bundan dolayı yüksek masraflarla gerçekleştirilmektedir.
Maki bitki örtüsünü oluşturan türlerin tamamı yangına dayanıklıdır. Dayanıklı olduğu için bu coğrafyada varlığını sürdürmektedir. Yüzlerce bitki türüyle binlerce canlıya yaşam alanı olan bu zenginliği olduğu gibi kullanmak çevre sağlığı açısından büyük önem taşımaktadır.
Yanan alanları kendi haline bırakıp doğal bitki örtüsünün oluşmasına izin vermekte yarar vardır. 1993 yılında Gelibolu’da meydana gelen büyük yangından sonra oluşan doğal bitki örtüsü de buna şahitlik ediyor aslında.