Geçen anlatmıştım, her şey yoluna girince annem bana gelin bulmak üzere harekete geçti. Tüm mahallelere haber saldı, ortalık bayram yeri oldu.

Ev curcunaya döndü, giren çıkan habercilerin haddi hesabı yoktu.

Annem de şaşırdı, hiç bu kadarını beklemiyordu.

Hatta gelenlere “Siz benim oğlumu gördünüz mü?” diye sorguya çekiyordu.

Aldığı cevap düşündürücüydü tabi;

“Bizim için fark etmez, yeter ki kızımız rahat etsin…”

.

Annem durumu fark edince gelin arama işini şimdilik durdurdu.

“Oğul” dedi, “Biz bu işi böyle yapamayacağız anlaşılan. Baksana ışığı duyan geliyor. Böyle hayal etmemiştim. Ben bu işten vaz geçtim, en iyisi sen kendin bul daha iyi” dedi.

.

Aslında normali de buydu tabi ama ben onca işin arasında nasıl bulacaktım bir gelini?

En sonunda işi oluruna bıraktım.

“Kısmetse gelir Yemen’den, kısmet değilse ne gelir elden…” dedik döndük işimize gücümüze bakmaya.

.

Fakat annem “Oğlumun mürüvvetini göremeyeceğim” diyerek sabah akşam üzülüyor, “Bir torun alaydım kucağıma” diye sağda solda komşularına anlatıyormuş.

Kulağıma geliyor tabi.

Ben de üzülüyorum ama ne yapayım?

Kendimi cendereye sıkışmış hissediyorum.

Onu da üzmek istemiyorum.

.

“Bari” dedim “Kendim düşeyim bu işin peşine.”

Kahvede Bacak Hayrettin’i yakaladım bir gün, “Oğlum Hayrettin, şu evlenme işinde bana yardımcı ol azıcık. Her ne kadar benim niyetim olmasa bile annem üzüntüden rahmetli olacak. Onu memnun etmek için evlenmem lazım biliyorsun. Senin çevren vardır, şöyle bizim ailemize uygun bir gelin adayı bul bakalım, tanışalım elektrik alırsak evlilik yaparız” dedim.

“Ah be abicim” dedi, “Bu devirde senin beklediğin kriterlerde gelin bulmak çok zor sen klasikçisin, şimdikilerin hepsi modern kafada. Sana uymaz. Ama yine de şansımızı deneyeceğiz bakalım…” dedi.

.

Aradan birkaç gün geçmişti ki bizim Bacak Hayrettin koşarak geldi kahveye, “Rüstem! Rüstem!” diye bağırarak girdi içeri.

“Hayırdır Hayrettin, ne bu telaşın bağırıp durma!” dememe bakmadan “Buldum lan!” dedi, “Tam sana göre bir gelin adayı buldum…”

Böyle deyince heyecanlandım birden, “Hayrettin! Pazarda domates bulmuş gibi anlatıyorsun. Saçmalama da doğru dürüst anlat bakalım…”

“Yahu bizim taksici Haluk ağabey yok mu? İşte onun üç tane kızı, bir tane de oğlu var. Sana bulduğum büyük kızı Gülay…” diye başladı söze.

“Aaa Haluk ağabeyin o kadar büyük kızı var mıymış?”

“Var tabi oğlum. Kız fazlaca dışarılara çıkmadığından kimse bilmez.”

“Eee!”

“Tam sizin aradığınız gibi bir gelin adayı yani. Babası onları öylesine güzel yetiştirdi ki, maşallah diyelim nazar değmesin…”

“Eee!”

“Ne eee’si, görüştüreceğim sizi, konuşacaksınız anlaşırsanız evlilik gibi gayet ciddi bir müessese kurulacak…”

“Oğlum Hayrettin, bakalım önce kız, sonra babası, annesi beni beğenecek mi? Bence problem orada zaten…”

“Kısmet tabi Rüstemciğim... Hele bir bak bakalım şu resmine, ilk temas önemlidir” diyerek Haluk ağabeyin sosyal medyadaki hesabından kızın resmini gösterdi.

Kız fena değildi tabi.

İşin zor tarafı başlıyordu.

Ben kızla nasıl buluşacaktım?

Ne konuşacaktım.

Aman ya Rabbim…

Nasıl olacaktı bu iş?

 

TAŞ DEVRİ

Başörtülü bir kadın anlatıyor sosyal medyada;

“Bugün bir zaman makinesi olsaydı ve bizi taş devrine götürseydi insanlığın iki temel problemi olurdu.

Biri; “Beslenme”,

Diğeri; “Barınma…”

.

Bize 2024’ün Türkiye’sinde “En büyük probleminiz nedir?” diye sorsanız,

Biri “Beslenme”,

Diğeri, “Barınma…”

.

Yani adeta taş devri insanının sıkıntılarını biz 2024’te yaşıyoruz.

Bu asla kabul edilebilir bir şey değil…”

.

Kadın doğru bir tespit yapmış.

Ancak ülkemizde demokrasi var.

İsteyen, istediğini seçebilir, istediğine oy verebilir.

 

DEMOKRASİ

Demokrasinin temel taşı şudur,

Oy vermeye giderken birçok kriteri sorgulayacaksın.

Öncelikle “Beslenme ve barınma” ihtiyaçlarına bakacaksın.

Bunu sana sağlayacak adaylara oy vereceksin.

.

İnsan bir kere yanılabilir, ikincisinde de yanılabilir ama 22 sene yanılamaz…

.

Ayrıca bu demokrasinin de bir bozuk tarafı var.

Yüzde 51, yüzde 49’u yönetiyor.

Ne kadar ilginç bir metot değil mi?

Yüzde 49’un adı yok.

Oy vermediğiniz bir kesim veya kişi sizi yönetiyor.

.

“Ama Anayasa bu!” derseniz şöyle denir.

“Anayasa kabulü için parlamentoda 3’te iki çoğunluk istenirken, referandumda yüzde elli yetiyor.”

.

Yani referandumda yüzde 51 yeterli olarak kabul edilince, yüzde 49’a hükmetmiş olunmuyor mu yine?

.

Demokrasi tarifi ve sözcük anlamı şöyle anlatılmış;

“Latince kökenli bir kavram olan demokrasi halk demek olan ‘demos’ ve iktidar anlamına gelen ‘kratos’ kelimelerinin birleşiminde meydana gelmektedir.

Bugün anlamı üzerinde tartışmalar devam etmekle birlikte, “halkın kendi kendini yönetmesi”, diğer bir deyişle “halkın iktidarı” anlamını içeren demokrasi kavramının satır aralarında “hak ve özgürlüklere” bir vurgu da yer almaktadır. Demokrasiyle yönetilen ülkelerde siyasal iktidarın demokratik meşruiyeti halk iradesiyle temin edilmekte ve ete kemiğe bürünmektedir.”

Şeklinde tarif ettikten sonra şunu diyor;

“Halk iradesi ise en somut biçimde seçimlerle yansıtılabilmektedir.”

.

Sizce gerçekten yansıyor mu?

.

Demokrasi şöyle de tarif ediliyor;

“Kamusal siyaset kapsamındaki önemli sorunlar hususundaki temel belirleyici kararları, tüm halkın pozitif ya da negatif biçimde aldığı ve alma konusunda yetkiye sahip bulunduğu bir siyasal sistem…”

.

Abraham Lincoln’ün bilinen deyişiyle demokrasi, “Halkın, halk tarafından, halk için yönetimi” şeklinde değerlendiriliyor.

Bu söz, olması gerekeni, “İdeal Demokrasiyi” yansıtmaktadır.

.

Lijphart’ın ifadesi ise şöyledir;

“İdeal olan mümkün değildir zira ‘Böylesi bir yönetim’ hiçbir zaman olmamıştır ve belki de hiç olmayacaktır…”

.

İdeal demokrasileri uygulayamayanlar şuna yönelmişler;

“Tamamen demokratik bir hassasiyetten öte, göreceli olarak mümkün olduğunca en fazla vatandaşın belli bir süredeki taleplerine cevap üretebilmesi…”ve buna “Ampirik Demokrasi” adını vermişler.

.

Ampirik demokrasiler minimum 6 şart belirlemişler;

“Etkin siyasal makamlar seçimle iş başına gelmelidir”,

“Seçimler düzenli aralıklarla tekrarlanmalıdır”,

“Seçimler serbest olmalıdır”,

“Birden çok siyasal parti mevcut

Bulunmalıdır”,

“Muhalefetin iktidar olma şansı bulunmalıdır”,

“Temel kamu hakları tanımış ve güvence altına alınmış olmalıdır.”

.

Şöyle bir görüş ortaya atan da var;

“Çoğulcu demokrasi olarak adlandırılan yönetimde, çoğunluk pekâlâ yanlış kararlar da verebilir.”

“Çoğunlukçu demokrasi anlayışı, pratikte arzu edilmeyen neticelere sebebiyet verebilir.”

“Örneğin; Azınlığın hakları tamamen yok olabilir veya son tahlilde temel hak ve hürriyetleri yok eden ya da aşırı bir biçimde sınırlandıran otoriter rejimler ortaya çıkabilir. Nasyonal sosyalist, faşist ve bazı komünist rejimler, bir şekilde çoğunluk desteğiyle vücut bulmuş veya en azından demokratik olmayan bu rejimler, çoğunluğun yönetmesi fikrini reddetmemiş, tam aksine benimsemişler ve kendilerinin toplumun çoğunluğuna hizmet ettiklerini ileri sürmüşlerdir…”

.

Bizde ise çoğunlukçu sistem denilir ancak partilere bir dolu barajlar konur ve buna “Demokrasinin gereği” denir.

.

6 şart verilmişti ya, bakın bakalım bizde şartlar kaç tane ve bu şartlar nasıl uygulanıyor?

 

ALIŞMAK KOLAY DEĞİL

Şu haberi gazetelerimizde okumuşsunuzdur.

Şöyleydi; “Çanakkale Belediyesi tarafından organize edilen temizlik operasyonunda, kayalıklara bırakılan çeşitli çöpler toplandı.”

Kim bırakmış?

Batıya en yakın şehir olan Çanakkale’de yaşayan vatandaşlar.

Peki ne yapmışlar?

Haber şöyle devam ediyor;

“Kayalıklara çekirdek kabukları, sigara izmaritleri, ıslak mendiller, cam şişeler ve plastik kutular” atılmış.

.

Bakın şunu kesinlikle yapalım.

Şehrimizde yaşamak isteyen vatandaşlar için “Yaşama ve davranış şekilleri” adlı sertifika programı düzenleyelim.

.

“Sigara içildikten sonra izmariti nereye atmalı? Karton bardakla işimiz bittikten sonra ne yapmalı? Çekirdek yiyecek olanlar kabukları için nasıl önlem almalı?” konulu programlar uygulanmalı.

 

“Islak mendil kullananlar, çikletini atanlar, yere tükürenler, sigara paketini atanlar için özel kurslar düzenlemeli” ve sonunda imtihana tabi tutulmalıdırlar.

.

Bu tip sertifikası olmayanlar, şehre alınmamalıdır.

.

İnsan sigara, çiklet, karton kutuda çay veya kahve ile çekirdek alırken alıcının sahip olduğu “Kullanma sertifikasına” bakılmalı öyle satış yapılmalı mesela.

.

Haber şöyle sonlanıyor; “Bu atıklar temizlendi. Ekipler, deniz ve doğa güzelliklerini koruma amacıyla, vatandaşların daha temiz bir çevrede vakit geçirmelerini sağlamak için yoğun bir çaba gösterdi.”

.

Kimin yüzünden?

Sertifikasızların yüzünden.

“Çekirdeğini yiyemeyenler, sigarasının izmaritini doğru yere atamayanlar ve de karton kutu ile kahve içerken sefa sürüp çevreyi kirletenler” için belediye ekstradan çalıştı.

.

O pisliğe bazıları alışmış olabilir ama biz ne yazık ki hala alışamadık…