Bir insan dalgın olabilir, Bu dalgınlık genetik bir faktördür doğuştan gelen bir olumsuzluk olabilir,

İnsan yaşlanır beyini ile ilgili problem yaşamaya başlar ve unutkan olabilir.

Bunların hepsi doğal olan şeylerdir ve bu unutkanlıklar üzerine diyecek bir şey yoktur çünkü hastalık olarak isimlendirilir.

.

Ama devletin unutkanlığı, dalgınlığı olmaz.

Devlet ciddidir ve ciddi yönetilmelidir.

Liyakatli insanlar tarafından yönetilmelidir.

Osman Ağabeyin oğlu, Selim amcanın kızı muamelesi ile devlet yönetilmez.

Torpil, kayırma, öne alma gibi koşullar devlette olmaz.

.

Peki bizde böyle şeyler var mı?

.

Biraz biraz kuşkulanıyordum ancak şu habere bakınca kuşkularım sabit oldu.

.

Devletin bakanı şu açıklamayı yaptı:

“Türkiye’de kayıtlı 3 milyon 103 bin Suriyelinin 729 bininin ‘adresinde bulunmadığını’ açıkladı.”

.

Yani kayıp.

Yani unutulmuş.

Yani takip edilmemiş.

Yani, yani, yani…

.

İnsanın düğmesi kopar kaybolur bulmazsın anlarım,

Cebinden 1 lirasını düşürür bulamazsın anlarım,

Kafesi açık bıraktığın kuşun uçar gider kaybolur anlarım,

Kedin, köpeğin kaybolur anlarım.

.

Bir, iki veya on tane Suriyeli kaybolur anlarım.

Yahu,

729 bin Suriyelinin kaybolması ne demek?

.

Beynimizle dalga geçmek demek.

Bu bir değil,

İki değil,

Yüz değil,

Bin değil,

Tam 729 bin kişi demek!

Hepsi de İstanbul’da…

.

Sizin aklınız alıyor mu?

Bu adamlar elini kolunu sallayarak aramızda geziyor.

“Helal olsun” demekten başka diyeceğim bir şey yok.

“Helal olsun size…”

Hiçbir şeyi doğru dürüst beceremediğiniz gibi bunu da beceremediniz ya,

Helal olsun…

 

EBUL VEFA HAZRETLERİ…

Bizim hocalar yine sosyal medyada fink atıyor.

Ama ne atma!

.

Anlatıyor;

“Bak! Bütün denizdeki balıklar, ne kadar canlı varsa hepsi de tasavvuf ehlidir, hepsi de müriddir.

Kimin mürididir biliyor musun?

Ebul Vefa Hazretleri…

Bütün denizdeki balıklar, balinalar, işte ne kadar denizde hayvanlar varsa hepsinin zikirlerini bizzat Ebu Vefa Hazretlerinden alıyorlar.

O zaman bir balıkçı, (Seydahmet Rifay’ın döneminde yaşayan) bir balık tutuyor, balık dile geliyor.

Diyor ki;

“Ebu Vefa Hazretleri, Şeyhim ve Pirime olan hürmetim ve sevgi hürmetine beni sal…” diyor.

Balıkçı soruyor;

“Nereden tanıyorsun sen Ebu Vefa Hazretlerini?”

Balık cevaplıyor;

“Bütün balıklar onun müritleriyiz” diyor. “Dersimizi ondan alırız” diyor.

Balıkçı onu salıyor…

.

Sonra mı?

Balıkçı mesleği bırakıyor ve aç kalıyor herhalde. Zira tüm tuttuğu balıklar böyle konuşursa ve balıkçı da salarsa biz balık yiyemeyiz.

.

Bir başka tarafı da şu;

2018 yapımı olan “Aquaman” diye bir film izlemiştik.

Başrolünde Jason Momoa oynamıştı.

Sualtında var olduğu sanılan Atlantis’in kralıydı kendisi.

Hatta ikincisi filmi de çevrildi.

Aquaman Bütün balıklarla konuşurdu.

Bizim hoca “Balıkçı balıkla konuştu” deyince aklıma o geliverdi.

.

Ne diyeyim?

Hocaya Allah selamet versin.

Güzel dinimizin denizlerdeki temsilcisi olan Ebu Vefa Hazretlerini bizlere tanıttığı için…

.

Peki kimdir Ebu Vefa Hazretleri?

Şöyle anlatılmış:

“Zaman Sultan Mehmed Fatih zamanıdır.

Yer şimdiki adıyla Vefa semtidir.

Bir gönül sultanı tarikat ehli Ebul Vefa Hazretleri bu semtte yaşamaktadır.

Zikir, tesbih ve hamd ile meşguldür.

Binlerce müntesibi/kendisine bağlı müridânı bulunmaktadır.

İstanbul’un fethinin; Akşemseddin gibi manevî sultanlarındandır.”

.

Şimdilerde bazı hocaların dilinde balıkların müridi olarak lanse ediliyor.

İlginç…

 

HOCA KIZMIŞ

Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır bir panele konuşmacı olarak katılıyor.

“Kuran’ı güzel okuma yarışması yapıyorlar ve kazanana da ödül veriyorlar. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?” şeklinde bir soru geliyor.

Şöyle cevaplıyor; “Kuran’ı Kerim bu anlamda güzel okunsun diye indirilmiş bir kitap değildir. Güzel okuma yarışması dedikleri, musikili bir şekilde okuyorlar. Yani tecvidle, bir takım makamlarla okuyorlar. Okuyan da bir şey anlamıyor, dinleyen de bir şey anlamıyor. Bu Muhammed Aleyhisselam’dan 3 veya 4 asır sonra ortaya çıkarılmış bir uygulamadır.

Kuran’ı Allah-u Teâla Arap dilinde indirmiştir.

Araplar için.

Arap olmayanlar da kendi dilleriyle okurlarsa okumuş oluyorlar. Onu da Allah-u Teala İbrahim 4. Ayetinde bildiriyor. Kendi dilimizde okumadan okumuş olmayız…

Peki kendi dilimizde okurken mesela şöyle diyelim.

Hac Suresi 36. Ayeti:

(makamıyla okur) ‘Sizin içinde beden gelişimini tamamlamış olanların…’

Böyle bir şey okusam…

(Dinleyicilere bakarak)

Bak gülmeye başladınız.

Bu ne yahu?

Böyle bir şey okunur mu?

Kuran’ı musiki aleti haline getirmişlerdir ki kimse bir şey anlamasın.

Araplar da anlamasın.

Peki siz hangi kitabı musikili okuyorsunuz?

Kuran okuma yarışması değil, Kuran’ı anlama yarışması düzenlesinler.

Okuma yarışmasını bıraksınlar yahu.

Bu ne böyle yani?

Camiye gidiyorsunuz milleti meşgul ediyorlar, ediyorlar, ediyorlar…

Bir sürü vaktinizi alıyorlar, bir namaza başlıyorlar; Yahu daha Fatiha’nın yarısını okumadan adamlar Fatiha, zammı sure her şeyi okuyor. Rükûya varıyorsun ‘Sübhane Rabbiyel-Azim’ demeden adam ‘Semi Allah-u limen hamide’ diyor.

Peki, bu kadar milletin vaktini niye aldınız?

Bunun bir an önce düzeltilmesi lazım.

Yani çok büyük problemler var.

Cuma namazları…

Ezan okunurken imam mihrapta olmalı.

Ezan biter bitmez hemen hutbeye başlamalı.

Onun için Allah-u Teâlâ ‘Allah’ın zikrine (hutbe için) koşun’ diyor.

Şimdi öyle değil ki.

Bekle!

Birinci ezan, ikinci ezan…

Ne böyle yahu?

Tam bir oyun ve eğlence haline getirilmiş din. Bir an önce bunlara son vermek zorundayız.”

 

HADİ BE!

Üniversite öğrencisi mantık yürütme sınavında. Profesör soruyor:

-“Uçakta 500 tuğla var. Biri düştü, kaç tane kaldı?”

Öğrenci:

-“499…”

-“Doğru… Peki, bir fili kaç adımda buzdolabına sokarsın?”

-“Üç adımda… Buzdolabını aç; fili sok; buzdolabını kapat.”

Profesör:

-“Doğru… Peki, zürafayı kaç adımda sokarsın buzdolabına?”

-“Dört adımda… Buzdolabını aç; fili çıkart; zürafayı sok; buzdolabını kapat.”

-“Doğru… Aslanın doğum gününe tüm hayvanlar gitmiş, biri hariç. Hangisi?”

Öğrenci:

-“Zürafa... Çünkü o hâlâ buzdolabında.”

-“Doğru… Bir nine timsahlı bataklıktan geçmek istiyor. Bataklıkta kaç timsah var?”

-“Sıfır... Onların hepsi aslanın doğum gününde.”

Profesör:

-“Doğru... Nine bataklığı geçmeye başlamış, fakat ölmüş. Neden?”

Öğrenci düşünmüş bulamamış.

Sormuş hocasına; “Neden?” diye.

Hoca cevaplamış bu sefer;

-“Kafasına düşen tuğla yüzünden kafatasının çatlaması sonucu ölmüş.”

Öğrenci;

-“Hangi tuğla?”

Profesör;

-“İlk soruda ki tuğla!”

Öğrenci;

-“Hadi be…”

.

Biz hep sona bakıyoruz “Nasıl oldu?” diye.

2002 seçimlerini ve referandumları unutmamak lazım.

Tuğlayı unutursanız kafanıza yediğinizde “Hadi be!” dersiniz siz de…